Bataklık Kurbağaları...

Bataklık kurbağaları gibiyiz...
Vırak vırak vırak...

*

Geniz yakan çürüme kokusu var havada...
Gücü olanın güçsüzü yok ettiği, merhametin, vicdanın, acımanın, insafın asla olmadığı yerdir burası...
Düşen çırpındıkça batar...
Hak; umutsuz bir çırpınıştır...
Adaletse; işte timsahın gözyaşı kadar...

*

Demokrasi dersen; yüzeydeki rengârenk nilüferler gibidir... Sazlıkların rüzgârla çaldığı özgürlük şarkısının büyüsüne kapılıp istersen bir adım atıp da al...
Gömülürsün...

*

Birer taşın üzerine tünemiştir kurbağalar...
Laboratuvarlardaki ölümcül kaynar suya alışma deneylerinden, bataklığın pis kokusuna alışma yeteneğine zıplamış gibidir her biri...
Aslında; bataklığa mahkûm...
Güçsüz...
Yeteneksiz...
Zavallı...

*

Bataklık kurbağaları gibiyiz...
Bunca ses...
Bunca patırtı...
Bunca yırtınma...
Cumhuriyetin başına gelenlerin farkında olan; gazeteciler, sendikalar, işadamları, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar, çizerler, üniversiteler, memurlar, askerler, sivil toplum örgütleri, yurtseverler, cumhuriyetçiler...
Muhalif siyasetçiler...

*

Sadece...
Vırak vırak vırak...

*

Kimi zaman bir çığlık duyulur bataklıkta...
Avını yakalamış timsahın çamura vurduğu şaplak... Yılanın bir serçeyi yakalayışı... Ya da bataklığa saplanmış bir ceylanın son çığlığı...
Kurbağalar bir anda susar...
Bir yok oluşu daha dinlemek isterler sanki...
Sessizlik; çığlıklar kadar ölümdür...

*

Sonra...
En yürekli kurbağadan başlar koro...
Vırak...
Vırak vırak...
Vırak vırak vırak...

*

Bataklıktır burası...
Sıraları gelip de bir yırtıcının çenesinden taşmış bacakları boşlukta çırpınıncaya kadar...
Öter
bataklık kurbağaları...