Hatayın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen iki büyük patlama, adı sürekli barış ve hoşgörü ile anılan ilimizi bir anda gerilimin merkezine oturttu.

Özgürlükte Hatay’a pek çok kez konferanslarda konuşma yapmak üzere gittim. Her gidişte Hatay’ın ayrı bir özelliğini tanıma fırsatı buldum. Bir seferinde özel bir takvim gösterdiler. Üzerinde Hatay’da yaşayan her kesimden yurttaşımızın “anma” ve “kutlama” günleri yazılıydı. 365 günün en az 100 günü doluydu.

Bu özel günleri her kesimin sadece kendi içinde paylaşmadığını, herkese açık bir zenginlik olduğunu anlattılar.
Türkiye topraklarına en son katılan ilimiz Hatay’ın bütün özelliklerini koruyarak Anadolu’yla bütünleşmesi, iç barışımızın da güzel ve güçlü bir motifi oldu. Hataylıların kendilerini Türkiye’nin kopmaz bir parçası olarak hissetmesinin kökeninde, bu ilimizin 1939’a dek adım adım sınırlarımıza katılışının öyküsü vardır.

***
Hatay, Suriye’deki iç savaşın yükselmesiyle birlikte bir başka şekilde gündemimize girdi.

Suriye’den kaçanlar soluğu burada alıyordu. Hükümetin Esad rejiminin devrilmesini ana sorunların başında ilan etmesi, sadece iç savaştan kaçanların değil, savaşın taraflarının da bir ayağının Hatay olmasını beraberinde getirdi.
Aylardır Hatay’daki gerilimin boyutları konuşuluyor. 11 Mayıs Cumartesi günü Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlama, özellikle CHP milletvekillerinin sık vurguladıkları,
“Bu gidişle Suriye içindeki savaşın kıvılcımları bize sıçrar” uyarısının ne kadar yerinde olduğunu gösterdi.
Böylesi büyük eylemlerde, olayın boyutları kadar sonrasında takınılan tutum da önemlidir. Reyhanlı’da bunun olumsuz örneğini bir kez daha yaşadık.
Patlamaların hemen sonrasında yapılan ilk iş,
“olağan şüpheliyi” ilan etmek oldu. Hükümet kendisine yönelik olası eleştirilerin önünü kesmenin yolunu böyle buldu.
İkinci iş ise daha vahimdi; yayın yasağı getirildi. Bugünün iletişim dünyasında bu yasağın ne fayda sağlayacağını tartışmak bir yana, fısıltı gazetesinin doğuracağı haberler de hesap edilememiş olmalı.
Üçüncü iş doğal olarak muhalefeti suçlamak oldu. Eskiden büyük felaketler büyük dayanışmaları beraberinde getirirdi. Şimdi ne yazık ki büyük atışmaları getiriyor.
Ankara’daki siyasal tartışmalara bağışıklık kazanmış olabiliriz. Ancak Hatay’daki yerel gerilim ciddiye alınması gereken bir durumdur.
Başta vurguladığımız gibi Hatay barış şehrimizdir. Bunun temellerine baktığımızda Birinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinden 1939 yılına kadar uzanan bir mücadele görürüz. 1916’daki Fransa ile İngiltere arasında imzalanan
Sykes-Picot Antlaşması’yla bugünkü Hatay toprakları Fransa’nın etki alanına girmişti.
4 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi’nde
“işgal altındaki bölgelerde Müdafaa-i Hukuk örgütleri oluşturulur” kararıyla birlikte Hatay Kuvayı Milliyesi kuruldu. Bu aşamadan sonra bu bölgede yaşayan insanlar da Anadolu’da yürütülmekte olan Kurtuluş Savaşı’nın bir parçası oldular. Halep’in Suriye’de kalmasıyla mücadele güçleşse de pes etmediler.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından Hatay’la ilişkisini hiç kesmedi. O dönem Fransız mandasında kalan Hatay’ın Türkiye topraklarına katılması için uluslararası camiayı da karşısına almadan, büyük bir diplomasi mücadelesi verdi.
1936’da Fransızların Suriye ile yaptığı anlaşmada Hatay’ın da yer alma olasılığı üzerine Atatürk, o yılki Meclis konuşmasında Hatay’a da yer verdi,
“Fransa ile Türkiye arasında yıllardır sürüp giden davanın sonuçlandırılmasının zamanı geldi” cümlesini kullandı. 1937 Hatay’da referandum tartışmalarıyla geçti. Atatürk Mayıs 1938’de, doktorlarının itirazına rağmen Mersin ve Adana gezilerine çıkıp, topraklarımıza katmak üzere olduğu Hatay’ı selamlar. Bu son geziden sonra hastalığının ağırlaşması ve 10 Kasım’da ölümü nedeniyle yöre insanı Atatürk’ün “Hatay şehidi” olduğunu söyler.

***
Reyhanlı’daki vahim olayın ardından iktidarın, önceliği “kendi politikalarının doğruluğunu” anlatmaya vermesi nedeniyle kısa bir Hatay anımsatması yapma gereği duyduk.

Türkiye’yi sokakta bulmadık.
Bu ülke topraklarının her karışının Hatay gibi destansı öyküsü vardır.