Güler, "Bunun için miydi?" diye sorduğu yazısında şöyle dedi:

Kimse ABD'nin “asmayacaksınız” şartıyla verdiğini bildiğimiz Öcalan'ı idam edemez. Kimse Tahrir Meydanı örneğini izleyemez. Her ikisi pratikte mümkündür, ama kurallara aykırıdır. Cenazeler bu çerçevenin içinde kalkar, kan bu çerçeveden akar, görüşmeler bu çerçevenin içinde sürer, bu çerçevede tokalaşılır.

Aydemir Güler'in yazısı;

Bunun için miydi?

Aydemir Güler

Varılan noktaya bakmak, meseleleri anlamak için ciddi bir yöntemdir. Kuşkusuz oraya gelene kadar yapılanların farklı saiklerle yapılmış olması, planların tutmaması bir olasılıktır. Dolayısıyla iş şuraya vardı diye, ilgili öznelerin başından itibaren söz konusu sonucu tasarladıklarını iddia edemeyiz. En azından teoride, “varılan nokta” önceki süreçleri, özellikle de özneleri çözümlemenin yeterli kanıtını sunmaz.

Ama işimiz ve konumuz siyaset ise, bu rezerve bir ayar yapılmalıdır. Çünkü siyaset, başka şeylerin yanısıra bugün yaptığının yarın nereye varacağını kestirmektir. “Ben böyle olsun istememiştim” repliği siyasette olsa olsa bir veda konuşmasına yakışır!

Kürt siyasi hareketini gözlemlerken ve değerlendirirken elimizde burada tercihde bulunmayacağım iki seçenek oluyor.

Bir: Ortaya çıkan önceden istenen, paylaşılan, başkalarıyla beraber üstünde mutabakata varılmış olandır.

İki: Bir özne olarak Kürt siyaseti sonuçları kestirememekte, ortaya ısrarla istemediği sonuçlar çıkmaktadır.

İlk seçenek Kürt hareketinin siyasette başarılı, ikincisi başarısız olduğu yargısına taşır gözlemcileri. Bu tartışma burada kalsın. Ama derim ki, unutulmasın...

* * *

Kürt sorununda gidip gelinen iki uç olduğu düşünülüyor yıllardır. Bir bakıyorsunuz gerginlik hat safhada, cenazeler yoğun, siyasette diyalog yolları kapalı, tersine, operasyonlar peş peşe yağıyor, AKP'den “yok öyle bir sorun” sesi yükseliyor.

Sonra, iş değişiyor; Meclis komisyonları çalışmaya çalışıyor, Öcalan'ın statüsü üstüne devlet cenahında fikir yürütülebiliyor, açılımın biri gidip diğeri geliyor, çözümün hiç de zor olmadığı yolunda değerlendirmeler sökün ediyor.

İkinci Cumhuriyet bunlardan ne biri, ne diğeridir. İkinci Cumhuriyet Kürt unsurunu kendisine uygun hale getirmek durumundadır. Açıkçası Kürt sorununun son isyan uğrağının bu denli uzun sürmesinin, yapısallaşmasının, eski yöntemlerle bastırılamazken, diğer taraftan eski biçimlerle patlayamamasının nedeni de, tarihsel olarak Birinci Cumhuriyetin sonbaharına doğmuş olması değil midir?

Bu tabloda tarafların ne denli bilinçli yaşadıkları sorusu bir yana, zemin de bellidir. Sorunu başka bir zeminde yeniden tanımlamaya niyeti olmayanların yaklaşımında, Kürt sorununun neo-liberal bir dünya ve Türkiye tasavvuru içinde “çözülmesi” var olabilir yalnızca.

Yani, uluslararası sermaye mutlak bir konfora kavuşacak, girmediği delik, bütünleşmediği yerel sermaye, piyasallaştırmadığı ilişki kalmayacak. Ulus devlet sınırları önemsizleşecek; işgalle mi, zayıf devletlerle mi, federasyonla mı, eyalet sistemiyle mi, hukuksuz ve fiilen mi, bilinmez. Ulusal kimlikler, biri diğeriyle kendini az buçuk eşit zannederken, topluca başka ve daha büyük kimliklerin gölgesine girecek; bizim örneğimizde bu, tartışmasız İslam olacak. Emekçi sınıflar söz konusu olduğunda ise ruhlarına -biraz da bu sayede- bir fatiha okunacak.

Çerçeve budur.

“Ulusal dinamikler” bu çerçevenin dışına çıkamaz. Bu çerçeve zaten sermaye sınıflarına tam tamına uyar. Ulusal kimliklerin altında, alttan alta yaşamlarını sürdüren ve bana sorarsanız kılıçlarını bilemekte olan sınıflara gelince; çerçeve zaten onların yok sayılmalarını varsaymakta ve kafayı kaldıramamaları için yeni önlemleri gündeme getirmektedir.

İki uç bu çerçevenin kenarlarına çarpıp durabilir. Ama bugüne kadar çerçeveyi kırmaya kimse kalkışmamıştır.

Kimse ABD'nin “asmayacaksınız” şartıyla verdiğini bildiğimiz Öcalan'ı idam edemez. Kimse Tahrir Meydanı örneğini izleyemez. Her ikisi pratikte mümkündür, ama kurallara aykırıdır. Cenazeler bu çerçevenin içinde kalkar, kan bu çerçeveden akar, görüşmeler bu çerçevenin içinde sürer, bu çerçevede tokalaşılır.

* * *

Şimdi “musibetten hayır çıkar” sözünü doğrularcasına peş peşe göstergeler şekilleniyor.

Öcalan'ın tecritinin kalkması isteniyordu örneğin. “Uygun devlet yetkilileri”nin ve ailesinin görüştüğü, bir çağrısıyla binlerce insanı ölümden caydırabileceği kanıtlanan, bu kanıtlandığına göre tersi için de aynı güce sahip olduğu kabul edilmesi gereken bir kişinin tecritinden söz edilebilir mi? Bakanların görüşmeleri teyit ettiği, sonuçlarını olumladığı, devamını dilediği bir ortamda muhatap sorunu aşılmamış mıdır? Yine başka eksenlerdeki siyasal gerginliklerin aşılmasının veya akan kanın durmasının yolunun da buradan geçeceği açık değil midir?

Dikkat; “kan duracak” demedim. Tersine, bu modelde kan her daim damlayacak, “musibet” gündemden çıkmayacaktır. Ki, İkinci Cumhuriyetin hayrını görebilsin herkes!

* * *

Onca ölen gencimiz, onca korkan insanımız, onca hapislerde yatanlarımız...

İkinci Cumhuriyetin zaferi için yazılmış olabilir mi, bunca yıllık tarih?

Bana sorarsanız, işçi sınıfının yokluğunu varsayan ve bir daha da belini doğrultamayacağına inananlar yanılıyor, derim.

sol haber