Her iletişim aksiyonu -sanatta, özellikle sinemada ve de neredeyse tüm olgularda söz konusu olduğu gibi- 4 unsurda ele alınabilir: Biçim – İçerik – Fenomen – Öz…

Hizmet Hareketi'nin ve onu temsilen söz hakkını kullanan –geçenlerde kendilerinden aldığım şükran plaketini özenle sakladığım- Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın 11 maddelik 'Manifestosu' da bir iletişim aksiyonudur…

Bu iletişim aksiyonunun Fenomen ve Öz'ünü tartışmak bizi aşar… Onu, konuya hemen girecek ulema ve bilgelere bırakalım. Bizim uzmanlığımız iletişim. O nedenle işin Biçim ve İçeriği üzerine naçizane görüşümüzü dile getirmeye çalışalım.

İletişimde bu aslında negatif bir tonlamaya tekabül eden 'Manifesto' tipi açıklama biçimlerine, kriz durumlarında başvurulur… Çelişkiler 'diametral', 'antagonist' bir hal almış; uzlaşma, anlaşma sınırları aşılmış, ikna yöntemi işe yaramaz hale gelmiştir; işte o zaman böyle bir yola başvurulabilir… O da belki. Çünkü bu yol,  iki tarafa da kesebilen 'kıldan ince kılıçtan keskin' bir yöntemdir…

Ortada bir kriz olup olmadığı, varsa da ne büyüklükte olduğu ise 'hasarın cesameti' ile müsemmadır. Verilecek reaksiyonun dozu da hasarla aynı dengede olmalıdır…

Bu kurala uymazsanız, ya olmayan bir krizi tetiklersiniz, ya da mevcut bir 'sorunu' durduk yerde kriz haline getirmiş olursunuz.

1980'lerde Kenan Evren TV'lere, meydanlara çıkar 'Bakın bize ne faks göndermişler' der, THKO'nun, TİKKO'nun bildirilerini okurdu… Adeta, duyma olasılığı olmayanlar da duysun, der gibi…

İletişimi -Türkçe Olimpiyatları dönemleri hariç- pek de stratejik, planlı, ölçümlenebilen, düzeltilip iyileştirilebilen, sistematik, düzenli, hedef odaklı bir anlayış yerine daha çok adhoc (anlık kararlarla) yürütmeyi tercih ettiği izlenimi yaratan Vakıf'ın bu 'Çıkışı' doğal olarak tartışılacaktır…

Alfred Adler kolay 'okumalar' için 'tutumları' ikiye ayırır. Birleştirici ve ayırıcı… Buradan da insanların, toplulukların duygu alanlarına gidecek ipuçları yakalamaya çalışır. Toplumsallık duygusu, makabr duygu alanı vb… Hizmet'in bu açıklaması, birleştirici olmaktan çok ötedir. Tarihe 'kırılma' hatta 'ayrışma' noktalarından biri olarak geçme olasılığı büyüktür.

Bu açıklamanın diğer 'murat'ları nedir bilemeyiz… Ancak ayan beyan görülen tek 'muradı', aslında kesinlikle 'diametral' olmayan çelişki ve konuları tartışmaya sunmak ve Mısır'daki sağır sultanın da duyup bir fikir sahibi olmasını, görüş beyan etmesini sağlamak. Açıklama bu bağlamda amacına ulaşmıştır; daha da ulaşacaktır…   

Bu arada biz realitemizi unutmamalıyız:

Müslüman bir ülke toprakları üzerinde, halkının tamamına yakını da Müslüman olan, laik temeller üzerine bina edilmiş bir Cumhuriyetiz. Sadece bu gerçeklik bile, geleneksel bir toplum dokusunun içinden doğan modern kavramlar ve yaşam biçimleriyle, yine kendi içinde dönüşümlere uğrayan muhafazakâr iklimin bileşimindeki büyük acıları ve büyük güzellikleri anlamamıza yetebilir.

Evet. 'İki ruhlu' bir Türkiye ve beraberinde bu iki ruhun eteklerinde yeniden dallanıp budaklanan dünya görüşleriyle bir ulu çınarın gölgesi altındayız.

Pazartesi günü bir yazımızda 'Farklılığa saygı duyan bir ortak tasavvur' başlığı altında 'ittifaklar' meselesinin önemine vurgu yapmıştık. Yer darlığından o yazının dışında bıraktığımız bir bölüm vardı. Orada, tarihçimiz Şükrü Hanioğlu'nun ifadeleri ile 'farklılığa saygı duyan ve ortak tasavvur yaratılmasına demokratik yollardan katkıda bulunacak' bir 'sivil toplum'a vurgu yapmış, 'ittifaklar'ın, 'duygusal' değil 'düşünsel' temelli olduğunu ifade etmeye çalışmıştık.

AK Parti ile Hizmet arasında olduğu iddia edilen ve/veya olması istenen çelişkilerden yola çıkarak yapılan değerlendirmeler, suçlamalar, oy hesapları, malum 'Biz kaç kişiyiz?' sorgulamalarını takip edip de, iletişimci gözüyle tabloya baktığımızda, öncelik sıralamasında  'siyasi istikrarın korunması'nın başta geldiğini görmezden gelemeyiz. Çelişkilerin 'kemik taraftar' dışındakiler tarafından nasıl algılandığını merak edenlerle konuştuğunuzda, göreceksiniz ki, pek çoğu meselenin aslını astarını anlayamıyor. 'Kemik taraftar'lar ise gün yüzüne çıkmış bu çelişki karşısında ya avuçlarını birbirine sürtüyor, ya kılıcını çekiyor, ya da ara bulmaya çalışıyor.

Oysa çözüm, birbirlerini, yolda yürüme biçimi konusunda kendi düşüncelerinin tıpa tıp aynısına ikna etmek değil ki. Sadece AK Parti ve Hizmet kadroları için değil, tüm fay hatlarında birbirleriyle anlaşamamaktan muzdarip dünya görüşü sahipleri için geçerli tek yol, ortak hedeflerde buluştukları ve ayrıldıkları ne varsa alt alta yazıp, 'İttifak oluşturmak' niyetiyle masaya oturmaktan geçiyor sorunların çözümü. Unutmayalım, niyet ve üslup her şeydir.

Ak Parti'yi iktidara taşıyan kemik oyları değil, ittifaklarıydı.. Üç İ'yi yönetmeyi başarmasıydı: İstişare – İkna – İttifak…

Öte yandan, 'İttifak ya güçlüler arasında oluşur, ya da zayıflar arasında. Taraflardan biri kendisini daha güçlü hissetmeye başladı mı, her ittifak tehlikeye girer'… İttifakların bozulduğuna işaret eden her aksiyon, aynı zamanda güçler dengesinin de bozulduğuna vurgu yapıyordur… Türkiye'de bu dengelerin bozulduğunu söylemek zordur…

Peki, bu durumda ne adına ittifak oluşturulacaktır? Siyasi istikrarı koruyacak bir ortak tasavvur adına.... Bu tasavvur, 'Farklılıkları korumak'la eş anlamlıdır. Onları inkâr etmeye çalışmakla değil.

Ülkemizin gelecek tasarımı, dünüyle, geçmişiyle göbekten bağlıdır. Müslüman bir ülkede, modernizm artılarıyla ve malum eksileriyle ve de en önemlisi kadim geleneğine sahip çıkarak, ortak ruhi şekillenme temelinde bir Cumhuriyet olarak bina edilmiştir. Bu binanın sakinlerinin en büyük oksijeni olan 'var oluşa saygı' hakkının savunulması, ittifakın omurgasını teşkil eder.

yenişafak/ Ali Saydam