AİHM içtihatları sadece Türkiye hakkındaki kararlarla ve başka ülkeler hakkındaki bazı seçme kararlarla sınırlı değildir ve bu sınırlı kapsamdaki AİHM içtihatlarıyla uyum nisbi bir iyileşme ve davalarda azalma sağlasa bile, geriye kalan davalar ve ihlal kararları yine aynı sorunları gündemde tutmaya devam edecektir.

Münci ÖZMEN Emekli Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri

Türkiye, bugün AİHM davalarıolarak bilinen dava ya da başvuru yolunu 25 yıl önce 28 Ocak 1987 tarihinde kabul etmiştir. Başbakanlık 1 Nisan 1988 tarihli genelgesiyle o tarihte başvuruların yapılacağı organ olan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu(AİHK) önünde savunma yapmak ve savunmaların hazırlanmasında ilgili kurumlar arasında koordinasyon sağlamakla Dışişleri Bakanlığını görevlendirmiştir.

Bu tarihten, AİHM davalarında savunma yapma görevi 1 Mart 2012 tarihinde Adalet Bakanlığına devredilene kadar, AİHKye ve AİHMye yapılan başvurularda savunma yapmak hizmeti Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülmüştür. AİHMnin 1 Mart 2012 tarihine kadar devlete bildirdiği davalarla bu tarihten sonra bildirilecek dış politika ile ilgili davalarda savunma görevi yine Dışişleri Bakanlığına ait olacaktır.

Sorunlar:

AİHM davalarında devletin hukuksal savunmasıyla ilgili hizmetin hangi kurallara göre yürütüleceği ve AİHM kararlarının hukukumuzdaki yeri ve nasıl icra edileceği 25 yıldır düzenlenmemiştir. Ne savunmaların nasıl yapılacağı ve savunma yapanların yetki ve sorumlulukları, ne AİHM ihlal kararlarının, özellikle de yapısal işleyiş bozukluklarıyla ilgili olanlarının nasıl icra edileceği ve icra konusunda yürütme organının sorumluluğu bellidir, ne de savunmasıyla icrasıyla bir bütün oluşturan bu hizmetin sürekli bir kamu hizmeti niteliğinde olduğu ve buna bağlı olarak, hizmeti yürütenlerin uzmanlığı ve kalıcılığı düşünülmüştür.

Bu alanda hiçbir işlem kaynağını yasal bir düzenlemeden almamaktadır. Devlet adına savunma yapanlar sıfıryetki ile çalıştıklarından, savunmalarını, ilgili kurumların gönderdiği bilgi ve belgelerle sınırlamak zorunda kalırlar, zira bunun dışına çıktıklarında, sıfırdaki yetkilerini aşmış olurlar.

Bilgi ve belge sağlayan kurumlardaki görevliler de aynı şekildesıfıryetki ile çalıştıklarından, dosyalarında ne varsa onunla yetinmekten ve savunma yapacak olanlara o bilgi ve belgeyi iletmekten başka çareleri yoktur.

Hizmet 25 yıldır düzenlenmediği için, bu kısır döngü böyle sürüp gider; sonuçta, AİHMnin ihlal kararları birbirini izler, icra edilmeyi bekleyen ihlal kararları ise binleri bulur. Bu gerçekler de basındasavunma rezaleti”, “şok savunma”, “AİHM yine haksız buldu”, “yine tazminata mahkûm edildikgibi başlıklarla haklı eleştirilere konu olur.

Çözüm:

Çözüm, sanıldığı gibi, savunmaların Dışişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı arasında paylaşılmasından ibaret değildir. Anayasa Mahkemesine bireysel şikâyet yolunun açılması da soruna çözüm oluşturamaz, zira Anayasa Mahkemesine bireysel şikâyet yolunun beklenen sonucu vermesi, yani Anayasa Mahkemesinin, ihlallerin bir bölümünü AİHMye bırakmadan giderebilmesi gerçekleşse bile, Anayasa Mahkemesine bireysel şikâyetin yasa ile belli sınırlar içinde tutulmuş olması nedeniyle, ihlallerin bir bölümü yine AİHM önüne gidecek ve AİHM yine ihlal kararları vermeye devam edecektir.

Keza, yargıçların ve savcıların terfilerinde, Türkçeye çevrilerek Adalet Bakanlığının internet sitesinde yayımlanan Türkiye hakkındaki kararlar ile diğer ülkeler hakkındaki bazı seçme kararları dikkate alıp almadıklarının gözetilmesi de çözüm açısından yeterli olmaz; zira AİHM içtihatları sadece Türkiye hakkındaki kararlarla ve başka ülkeler hakkındaki bazı seçme kararlarla sınırlı değildir ve bu sınırlı kapsamdaki AİHM içtihatlarıyla uyum nisbi bir iyileşme ve davalarda azalma sağlasa bile, geriye kalan davalar ve ihlal kararları yine aynı sorunları gündemde tutmaya devam edecektir.

Dolayısıyla daha fazla savunma rezaleti yaşanmaması ve icra edilmeyi bekleyen binlerce ihlal kararının oluşturduğu utanç tablosundan kurtulmak için çözüm; 1) Savunma yapanların kellelerini koltuklarının altına almalarınagerek kalmaksızın, AİHM içtihatlarını gözeterek savunma yapabilecek yetkilerle donatılmalarında, 2) İhlal kararlarının icrası bağlamında ise yürütme organına, ihlal (a) yasa değişikliği gerektiriyorsa gereken yasa tasarısını hazırlayarak TBMMye sevk etme, (b) idari uygulama değişikliği gerektiriyorsa gereken değişikliği gerçekleştirme görev ve sorumluluğunun verilmesindedir. Bu da ancak hizmeti düzenleyen bir yasa ile olanaklıdır.

Bu konuda Dışişleri ve Adalet bakanlıklarının dosyalarında yarım kalmış yasa tasarısı çalışmaları bir başlangıç noktası oluşturabilir.

Eski çalışmaları araştırmak zor gelirse veya o çalışmaların, hizmetin bugün ulaştığı noktadaki özellikleriyle örtüşmediği düşünülürse, devletimizin, iç hukuk davalarıyla ilgili hizmeti düzenlemek için 69 yıl önce düşünüp çıkardığı, Maliye Bakanlığı Başhukuk Müşavirliğinin ve Muhakemat Genel Müdürlüğünün görevleriyle ilgili 4353 sayılı yasa örnek alınabilir ve AİHM önündeki savunmalar ile AİHM kararlarının icrası hizmetine uyarlanabilir. Esasen bu alanın yasal bir düzene kavuşturulması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden doğan, ilgili devletin AİHM süreçlerine yardımcı olmak ve AİHM kararlarını icra etmek bağlamındaki yükümlülüklerinin bir gereğidir ve bu gereğin yerine getirilmesinde 25 yıl gecikilmiştir.