Tarih boyunca, iktidarı elinde tutanlar, muhaliflerini ezmek için elinden geleni yapmış: İdam, işkence, kazığa oturtma, dilini kesme, boğdurma, kurşuna dizdirme, zindanda çürütme gibi pek nazik, pek insancıl yöntemlerle muhalifleri susturmuş.

Şimdi bu işler eskisi kadar alenen olmuyor diye tamamen ortadan kalktığını sanmayalım. Muhalefeti sindirme yöntemleri aynen devam ediyor, sadece ambalajı biraz değişmiş durumda.

Artık muhalifleri cezalandırma işlemini yapanlara “bağımsız mahkemeler“ deniliyor.

Rusya’da Putin’i eleştiren kim varsa hapiste ama bunlar kendisine sorulduğunda Devlet Başkanı’nın cevabı hazır: “Onları hapse biz atmıyoruz ki, bağımsız Rus mahkemelerinin kararı.“
 

***

Bizde de “bağımsız mahkemeler“ var ama ne hikmetse hep iktidar sahiplerinin karşıtlarını görür bu mahkemeler.

Mesela 27 Mayıs darbesi döneminde gözleri hep Demokrat Partili suçlulara takılır.

Nedense darbe dönemlerinde bir asker suç işlemez de bunun için orduyu cezalandırmak isteyen bir hükümetin işbaşına gelmesini bekler.

Eğer Tayyip Erdoğan meşhur şiiri o devirde değil de bu devirde okusaydı hapse girer miydi dersiniz?

Kesinlikle girmezdi.

Demek ki “bağımsız mahkemeler“ döneme, iktidara göre davranabiliyor, hatta “onlar ve biz“ ayrımı yapabiliyor.

Oysa bildiğim kadarıyla hukukta “suçun şahsiliği“ ilkesi vardır. Kişinin yasaları çiğneyip çiğnemediğine bakılır. “Onlardan, bunlardan“ denemez.

Ama pratikte bu ayrımın yapıldığını kendi hayatımdaki acı tecrübelerden gayet iyi biliyorum.

***

Bugün esen rüzgârlar pek çok kişinin çeşitli suçlamalarla hapse atılması sonucunu doğurdu.

Seçilmiş siyasetçiler, subaylar, gazeteciler, bilim adamları en güzel yıllarını hapiste geçirmek zorunda kaldılar.

İşin acı tarafı, bugüne kadar hiçbir sanık hakkında elle tutulur somut bir suç delili ortaya konamamış olması.

Kamuoyu yıllardır bekliyor bu delilleri ama birtakım gizli tanıklardan, rivayetlerden, kaynağı kuşkulu bilgisayar kayıtlarından başka bir şey yok ortada.

Mesela Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan ne yapmışlar, ne gibi somut bir suç işlemişler bilen var mı?

Yok!

TCK çok açık bir biçimde, bir eylemin suç olabilmesi için “cebir ve şiddet“ şartını getiriyor. Yani ortada “cebir ve şiddet“ yoksa suç da yok.

Peki yukarıda andıklarıma benzer yüzlerce kişi hangi “cebir ve şiddeti“ uygulamış?

Açıklansın.

Biz de öğrenelim.

***

İleride tarihin çok yazacağı dosyalardan biri de Odatv davası.

İlk başlarda gazeteciler, Odatv bilgisayarlarında bulunan bir dosyayla suçlandılar.

Sonra dünyanın ve Türkiye’nin saygın üniversiteleri ve kurumları, bu dosyanın virüs yardımıyla dışarıdan bulaştırılmış olduğunu kanıtlayan raporlar verdiler. Mahkeme bu raporları ciddiye almadı ve virüs iddiasını TÜBİTAK’ın araştırmasını istedi.

Aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra TÜBİTAK da o bilgisayara virüslü dosyalar gönderilmiş olduğunu ortaya koyan bir rapor hazırladı.

Bu durumda mantık ve hukuk icabı davanın düşmesi gerekir değil mi!

Gelin görün ki henüz düşmedi. Davalar görülmeye, gazeteciler hapiste çile çekmeye devam ediyor.

Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, farelerden insanlara hastalık bulaşan, gece gündüz gözetlenen, günün çok az bir bölümünde su verilen hücrelerde tutuluyor.

***

Türkiye’de çok devir gördüm. Yazının başında da belirttiğim gibi asker-sivil her iktidar, muhalefete karşı yargı kozunu kullandı.

Şöyle bir hafızamızı yoklayıp kimlerin kısa ya da uzun süre demir parmaklık arkasına atılmış olduğunu hatırlayalım: Mustafa Kemal (Osmanlı devrinde), Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Celal Bayar, Adnan Menderes ve yüzlerce DP’li siyasetçi, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Deniz Baykal, başbakanlar, genelkurmay başkanları, adını sayamayacağımız kadar çok bakan, milletvekili, iş adamı, belediye başkanı, binlerce aydın, yazar, gazeteci.

Kamuoyunda bir vesile ile adını duymuş olduğunuz kişiler arasında hapis yatmayan yok gibi.

Türkiye gerçekten bir büyük bir hapishane.

“Her canlı hapsi tadacaktır“ denebilecek bir memleket.

***


Ama gün oldu devran döndü, iktidar el değiştirdi ve eskinin mağdurları bugünün galipleri haline geldiler.

Hukuk herkese lazım, gerçekten lazım.

Bu ülke bir gün; iktidarda kimin olduğuna aldırmayan, hukuk rozetinde olduğu gibi gözü bağlı, tarafsız bir yargıya kavuşursa o zaman gerçekten güneş doğmuş demektir.

***



Bugünlerde Şirazlı Sadi’nin şiirini hatırlamakta yarar var. Büyük şair diyor ki: “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez.“