Uzun yıllar sonra, bu ülkede Avukat’ların olduğunu anımsadık, 2013-2014 Adli Yıl açılışında. Bu nedenle, öncelikle TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’na teşekkür etmek gerek. Başkanın söyledikleri çokça tartışıldı ve elbette önemliydi. Ancak söylediklerinden daha da önemli olan, konuşmasının yaratmış olduğu etkiydi bence.

Avukatların, her koşulda düşüncelerini cesaretle dile getirebileceklerini göstermesi bakımından da ayrıca önemli bir anımsatmaydı, Adli Yıl açılışında yapılan konuşma…

Bu girişe karşın, yazının konusu Başkan’ın konuşması değil, Adalet Bakanı’nın konuşmaya tepkisi ve kimilerine göre avukatları tehdididir.

Adalet Bakanı Av. Sadullah Ergin, gazetecilere ayaküstü ve konuşmanın hemen ardından yaptığı açıklamayla, avukatlık meslek örgütlerinin seçim sistemini değiştireceklerini ifade etmişti, Başkan’ın çoğulcu demokrasi taleplerine karşılık olarak.

***

Çocukken, Sağlık Bakanı’nın doktor, Bayındırlık Bakanı’nın inşaat mühendisi, Tarım Bakanı’nın çiftçi, Çalışma Bakanı’nın işçi ve Adalet Bakanı’nın hukukçu olması gerektiğini düşünürdüm. Zamanla bakanlığın işlevinin bakanın mesleğiyle doğrudan bağlantısı olmadığını anladıkça, artık bakanların mesleki formasyonlarının ne olduğuna dikkat bile etmez odum. Birçoğunun adını bile bilmediğim bakanların, mesleklerinin ne olduğunu da bilmediğim açık…

İster meslek şovenizmi deyin isterseniz başka bir değerlendirme yapın, ben hala; “Adalet Bakanları hukukçu olmalı.” diyorum.

Adalet Bakanı, elbette politik görüşüne uygun davranabilir. Mensubu olduğu hükümetin icraatlarını, bağlı olduğu Başbakan’ı savunabilir. Yönettiği bakanlığın iş ve işlemlerinin arkasında durabilir. Ama bir ülkenin Adalet Bakanı, halkı hukuki bir konuda (Hadi, en hafif tabiriyle söyleyeyim.) YANILTAMAZ.

Politika yapmak böyle bir şey olmasa gerek. Demokrasileri görece geri ülkelerde bile…

TBB Başkanı’nın ülkeyi yönetenleri, çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz niteliği haline gelen, çoğulcu demokrasi anlayışına davetine, Sayın Bakan, “çoğulcu seçim sistemi” diye ucube bir kavram üreterek karşılık verdi, toplantı çıkışı apar topar… Belli ki Sayın Bakan, Başbakan’a karşı, yaşananlardan kendisini sorumlu hissederek, alelacele böyle bir karşı atak yapma zorunluluğu duydu.

Eyvallah.

İyi de, bir ülkenin Adalet Bakanı, demokrasilerin işleyişine ve uygulamasına ilişkin bir talebe karşılık, seçim sistemine ilişkin bir ucube kavram icadıyla nasıl karşılık verir. Doğrusu anlamak mümkün değil. Böyle bir hatayı, Sayın Bakan’ın stajyeri yapsa ne düşünürdü kendisi?

Bu sitenin okurlarının, “çoğulcu demokrasi” ile “çoğunlukçu demokrasi” arasındaki farkı benden öğrenmeye ihtiyaçlarının olmadığını biliyorum. Ancak Sayın Bakan’ın yanılttığı insanların bilmesi gerekir ki; çoğulcu demokrasi bir anlayışı ifade eder. Yönetenin nasıl seçildiğinin, başat bir önemi yoktur.

Temel insan haklarının tüm yönetilenler için vazgeçilmez olduğunu kabul ederek, hukuk devleti ve güçler ayrılığı ilkelerine uygun davranan iktidarlar, çoğulcu demokrasiye uygun davranan iktidarlardır. Nasıl seçilmiş olduklarının önemi yoktur. Seçim sistemi önemsiz değildir elbette… Ancak bu konuyla ilgisi yoktur.

Çoğunlukçu demokrasinin (Milli irade despotizmi) ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Nasrettin Hoca’nın cemaate, “Bilenler bilmeyenlere anlatsın.” dediği gibi; yurttaşlar ülkeyi yönetenlere, ülkeyi yönetenler ise aynaya baksın.

Mursi ve Esad’a bakmaktan vakitleri kalırsa…

***

Bunca laf ettikten sonra, “yeşil hastası” bir Başbakan’dan üstüne bir de “katılımcı demokrasi” istemek fazla mı gelir…

Vazgeçtim.

Çoğulcu olanına razıyım.

Şimdilik…