Konuşacak fazla bir şey kalmadı, artık yaşayıp göreceğiz

Birisinden duymuştum;
İnsanlar aralarında konuşacak pek bir şey kalmayınca fıkra anlatmaya başlarlarmış.
Ya da, fıkra anlatmaya başlanınca belliymiş ki artık konuşacak fazla bir şey kalmamışmış.

Bu günlerin Türkiye’sinde de durum aynı.
Ekonomide ve siyasette an be an öyle gelişmeler oluyor ki; -bu yazıya örneğin- başlarken başka bir durum varsa, bittiğinde daha başka bir durum çıkıyor ortaya.

Kim bilir siz bu yazıyı okurken daha neler olacak?
Hele bir başkasına yollayıp “bir kere de sen oku bak” diyene kadar…
Filozof Herakleitos demiş ya; “aynı nehirde iki kere yıkanamazsınız” diye. Aynen onun gibi, siz de bu yazıyı aynı Türkiye’de iki kere okuyamayacaksınız.
O iki okuma arasında en azından ülkede döviz kurları farklı olacak, siyasetteki gelişmeler farklı.
Hatta kafanızdaki düşünceler, endişeler, bakış açınız bile…
Çünkü görüyorsunuz;
Dünya bu aralar çok hızlı dönüyor.
Türkiye ondan da hızlı…

Bu güne kadar çok şeyler anlattık aslında.
Şimdi en iyisi bu sıcak günleri fıkra anlatarak geçirmek.
Aksi halde, biliyorum bu yazı ekrana çıktığı anda bayatlamaya mahkum olacak.
Oysa fıkralar bayatlamazlar,
Onların zamana, mekana ve koşullara göre evrilebilme özellikleri vardır.
Üstelik fıkralar, -hiç bir bilimsel, akademik tarafları ya da iddiaları olmasa bile- çoğu zaman daha kalıcı, daha öğretici ve daha etkili olabiliyorlar.
Öyle olmasalardı; dilden dile, zamandan zamana aktarılıp giderler miydi böyle?

*
Olur ya…
Adamın karısı ölmüş.
Mezarlıkta, bir grup insan arasında iki göz iki çeşme ağlıyor…
Öyle böyle de değil, hıçkıra hıçkıra ama:
“Hüüüüüü ben onsuz ne yaparım…”
Yakın arkadaşları, “Metin ol yahu… Bak bu dünyada herkes geçicidir, insanlar gelirler giderler…” falan, filan dedilerse de faydası yok!

Adam yırtıyor kendini, mezarın başında kendini yerden yere atıyor:
“Ben sensiz ne yapacağımmmm”
"Ben sensiz ne yapacağımmmmmmm"
Bakmışlar olmayacak, kendini ona daha yakın hissedenlerden biri kulağına eğilmiş; “Kes artık yahu ağlamayı, bak arkanda biz varız, merak etme, uygun birini bulur allahın izniyle seni en fazla 100 gün içinde falan evlendiririz”.

Ama ne fayda, adam ağlamaya devam ediyor…
Nağme aynı da, sadece güfteyi değiştiriyor:
“Hüüüüüü…. Ben bu 100 gün ne yapacağım…”

Allah allah demişler, demek ki kara sevda böyle bir şey; ama biz de süreyi biraz uzun söylemişiz herhalde ki ağlamayı kesmedi.

Sırf o anda durumu kurtarmak, adamı susturabilmek için süreyi kısaltıp bir kere daha denemişler;
“Yeter artık ağlama yahu, arkadaş değil miyiz, halden anlarız; yüz günü öylesine söylemiştik; istersen bir aya kalmaz evlendiririz bak söz!”
Adam aynen devam:
“Hüüüüüüü ben o bir ay ne yapacağımmmmm”

Yine olmamış.
Vaadi on beş güne indirmişler olmamış, oradan bir haftaya çevirmişler olmamış…
En son dayanamayıp en büyük kozlarını oynamışlar:
“Yahu kardeşim tamam be tamam… “seni hemen yarın evlendireceğiz” kes artık!
Adam yine kesmemiş:
Bu sefer de:
“Hüüüüüüüüü ben bu gece ne yapacağım?”

Hani istasyondan benzin alırsınız da, pompacı depoyu doldururken “dur bakalım bu sefer kaç para yazacak” diye gözünüz sürekli dönen numaratöre takılır ya…
İşte bu fıkra, şimdi aynı hızla artan döviz kurlarına bakıp aynı heyecanı çeken ve bir yandan da bu günü nasıl kapatacağının, yarına nasıl başlayacağının, vadesi gelen dövizli ödemesinin derdinde olan esnafın, iş adamının halini anlatıyor aslında…
Adam,"ya bu gece" demesin de ne desin?
Ona “merak etme, şu kadara kalmaz işler yoluna girecek” diyenlerin kimler olabileceğini de siz yakıştırıverin gönlünüze göre.

*
İkinci fıkra, bir zamanlar, sanırım 1998 yılı civarında krizle boğuşan Rus bankacılar için anlatılırdı,
Üzerinden çok geçti ama bu gün bize de uyarlanabilir:

Ekonomi iyiden iyiye karışmış, piyasa altüst, kurlar fırlamış ve tabii ki en büyük sıkıntı da bankacılarda.
Banka genel müdürü yaşanan kaostan dertli, tedirgin. Belki diğer meslektaşlardan yeni bir haber duyarım düşüncesiyle sekreterine:
“Bana fişmekan bankın genel müdürü İgor’u bağlayın” demiş.
Sekreter telefonu bağlamış,
Bizimki:
“Selam İgor, nasılsın” diye söze nezaketen bir giriş yapmış ama, karşısındaki;
“Çok iyiyim Boris, ya sen nasılsın” diye karşılık verince… bizimki biraz şaşırmış, sonra da şak diye kapatmış adamın yüzüne telefonu
Ve içeriye seslenmiş;
“Yav kızım bak yine bankacı İgor yerine yanlış adam bağladın bana!”

Ne diyelim, bu günlerde allah bankacılarımıza da sabırlar versin.
Sıkıntılı günler çabuk geçsin ve onlar da kendilerini arayanlara “iyi olduklarını” söylediklerinde “Bu zamanda bir bankacı nasıl olur da iyi olabilir” diye kimseler şaşırmasınlar.