Kim özgürlüklerden yana?

Taahhüdü İhlal 4. Yargı Paketine Girebilir

Türkiye yaman bir çelişki yaşıyor..  Temel insan haklarını başta Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın koruması gerekirken Türkiye’de bu konu siyasi iktidar tarafından yürütülmektedir.
İnsan hak ve özgürlüklerinin garantisinin iktidar olması demokrasi adına çok kötü bir olaydır. Ancak maalesef Tükiye'de yargının ve muhalefetin yetersizliği böylesi hazin bir sonuç vermektedir.

Batıda Anayasa anlayışı, özgürlüklerin yürütme erkine karşı korunması düşüncesine dayanmaktadır. Anayasa mahkemeleri anayasal özgürlüklerin koruyucularıdır. Bizde tam tersi çalışmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay ekonomik güçten yana, devletçi bir yaklaşım sergilerken iktidar erki yargının tersini yapmaktadır.

İktidar geniş halk kitlelerinin nabzını tutmakta ve halkı ezen vahşi kapitalizmin yasalarını AB mevzuatına göre yeniden düzenlemektedir.  Bizde sol ve özellikle muhalefet halkın nabzını tutmakta son derce başarısızdır.

Taahhüdü ihlal cezası

Adalet Bakanı Sadullah Ergin bir milletvekilinin sorularına verdiği cevapta:

“Son 4 yılda taahhüdü ihlal cezasından 85.000 kişi hapse girdi. Yaptığımız araştırmada Avrupa ülkelerinde böyle bir cezanın olmadığını gördük. Modern bir İcra İflas Kanunu için çalışmalarımızı hızlandırdık..” diyor.

Bu açıklamadan net olarak anlaşılan; taahhüdü ihlal suçu diye bir düzenlemenin modern hukukta olmadığı, Türkiye’de bu cezanın kaldırılacağıdır.

Bakan açıklamasında:

“yurttaşların haciz tehdidi altında icra taahhütlerini imzaladığını” özellikle belirtiyor..

Hiç şüphesiz haciz tehdidi ile icra taahhüdü almak faktöring, banka, finans kuruluşları v.s avukatlarının yaygın bir uygulaması..

 İzmir 6. İcra Ceza Mahkemesi  “… adil yargılanma hakkının ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğü kısıtlama yasağının ihlal edildiği ...”   iddiası ile İİK 340. Maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi 12 Şubat 2012 tarihli kararında Taahhüdü İhlal cezasının Anayasanın 38. Maddesine ve uluslararası sözleşmelere aykırı olmadığı gerekçesi ile başvuruyu ret etti..

Kim özgürlükten ve insan haklarından yana? Hükümet mi Anayasa Mahkemesi mi?

Aslında bu soruya daha çok muhalefet girmeliydi, ancak özgürlükler söz konusu olunca muhalefetin esamesi okunmuyor.. Biz yukardaki sorunun cevabını iki somut olayda arayacağız; çek kanunları ve İİK 340, popüler ifade ile taahhüdü ihlal.. Taahhüde yukarda çok az değindik...

3167 ve 5941 sayılı çek kanunu

Anayasa Mahkemesi aynı tutumu çek kanunları için de sergilemişti. 2003 yılında 3167 sayılı çek kanununun anayasanın 38. Maddesine aykırı olduğu gerekçesi ile yapılan iptal başvurusunu ret ettiği gibi aynı gerekçe ile 5941 sayılı yasanın iptali için de yapılan başvuruyu ret etmişti. Oysa hükümet 6273 sayılı yasa ile karşılıksız çeke hapis cezasını kaldırdı. 6273 sayılı kanunun genel gerekçesinde ve cezayı düzenleyen 5. Maddenin gerekçesinde hükümet karşılıksız  çeke cezanın Anayasanın 38. Maddesine ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu savunuyor..

Anayasa mahkemesinin çek kanunu ile ilgili bir başka garabeti de şimdiki mahkeme başkanı Haşim Kılıç’ın tutumudur.

Haşim Kılıç 2003 yılında yüksek mahkemenin iptal istemine verdiği ret kararına çok tutarlı bir karşı oy yazısı yazıyor. Haşim Kılıç karşı oy yazısında şöyle diyor:

“Anayasa’nın 38. maddesine 4709 sayılı Yasa ile eklenen sekizinci fıkrada “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” denilmektedir. Anayasa’da yapılan bu değişiklik Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 4 nolu protokolün birinci maddesinden -yazım farklılığı dışında- aynen alınmıştır. Anayasakoyucunun amacını ve hangi nedenle böyle bir değişikliğe ihtiyaç duyduğunu maddenin gerekçesi ve Mecliste yapılan görüşmeler gözetilerek ortaya koymak gerekir. Yapılan bu değişiklik pozitif hukuk kurallarına kaynaklık etmiyor, ya da etkilemiyorsa kural haşivdir denilebilir. Anayasakoyucu böyle bir amaç gütmeyeceğine göre Anayasa’nın 38. maddesine giren bu kurala işlerlik kazandırmak gerekir. İhmal, hile ve kötü niyet dışında kalan ekonomik suçlara ekonomik ceza öngörülmesi çağdaş dünyada kabul edilen ve izlenen bir politikadır. Bu anlayış ve amaç içinde düşünülmediği takdirde Anayasa’nın 38. maddesinde yazılmış olan bu değişikliğin pozitif hukuk içinde uygulama alanı hiç yok denecek kadar işlevsiz olduğu çok açıktır. Bu değişiklik yapılmadan önce kimi ekonomik suçlara hapis cezası öngörülmesi Anayasa’ya aykırı olmamasına karşın, yeni kural bu alanı sınırlayarak oldukça daraltmıştır.”

Aynı Haşim Kılıç 5941 sayılı yasa için yapılan başvuruya diğer üyelerle birlik, oy birliği ile ret kararı veriyor..

Peki, ne oldu? Haşim Kılıç’a göre;  Çek 2003 yılında bir sözleşme idi.. Sözleşmeden kaynaklanan bir edimi yerine getirmediği gerekçesi ile hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamazdı? Peki, ne oldu da Haşim Kılıç’ın görüşü değişti? Çek 2003 yılında bir sözleşme idi de, 2011 yılında başka bir şey mi oldu?

YARGITAY

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Esas No 2001/17HD-294, 20.03.2002 tarihli kararında kast veya hile yoksa, kişi elinde olmayan nedenlerle taahhüdünü yerine getirememişse,340. Maddedeki ödeme şartını yerine getirmeme suçunun oluşmayacağına hükmetmiştir. YCGK’lu bu görüşünü maddedeki “makul bir sebep..”  ibaresine dayandırmıştır.  YCGK’lu bu yorumu AİHS 4 Nolu Protokolde yer alan “inability” sözcüğünden hareketle yapmıştır. Protokol’ün 1. Maddesi şöyledir:

“No one shall be deprived of his liberty merely on the ground of inability to fulfil a contractual obligation.”

Hiç kimse sözleşmeden kaynaklanan bir edimi yerine getiremediği için özgürlüğünden yoksun bırakılamaz..

Yargıtay Ceza genel Kurulu  önüne gelen bir dosyayı enine boyuna tartıştıktan sonra şu sonuca varıyor:

Borçlu –sanık hakkındaki icra takibi sırasında borcunu 1.8.2000 tarihinde ödeyeceğini bildirmiş, bu talebi kabul edilerek kabul muhtırası 8.8.2000 tarihinde borçlu-sanığa tebliğ edilmiştir.

İİY’nın 340.maddesi uyarınca “alacaklının muvafakati ile kararlaştırılan ödeme şartının” ise bir sözleşme olduğu yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Maddedeki “makbul sebep” kavramı, Anayasanın 38 maddesinin 9. fıkrasındaki “yerine getirememe” kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunduğundan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

YCGK’lu bu kararına ne ceza daireleri uyuyor , ne de mahkemeler..

Bakanın açıklamasına göre son 4 yılda bu suçtan 85 kişi hapse giriyor. 

Buradan çıkan sonuç hükümetin halkın özgürlüğünü koruduğu, yüksek mahkemelerin devletçi ve otoriter bir yaklaşımla bireyin özgürlüğüne yaklaştığıdır.

Mevcut durum bu, ama gerçek bu mudur?

AKP hükümeti döneminde Türkiye’de kapitalistleşme ve tekelleşme alabildiğine hızlanmış, zengin daha zengin olurken on binlerce esnaf ve KOBİ batmıştır.. Kamu sektörü küçülürken diğer yanda zenginler servetlerine servet kattılar. AKP kendi politikaları ile yarattığı haksızlıkları AB mevzuatına uyum ve AİHM endişesi ile kendisi düzeltmek durumunda kaldı. Bu düzenlemeler yoksullaşan kesimlerin öfkesini yumuşatsa da gerçekte haksızlıkların ve adaletsizliklerin köklü çözümü olmaktan uzaktırlar. Türkiye'de batı anlamında bir sosyal demokrat muhalefet ve sol olmadığı için iktidar problemleri aspirin tedavisi ile geçiştirmekte zorlanmamaktadırlar.

Bu dönemde mahkemelerdeki çek dosyalarının sayısı 1 milyonu bulmuş, Adalet Bakanının açıklamasına göre son 4 yılda taahhüdü ihlalden 85.000 insan hapse girmiştir. Kapitalizmin yarattığı bu adaletsizliği, haksızlıkları solun, CHP’nin gündeme taşıması beklenirdi. CHP sürekli olarak iktidarın yarattığı gündemin peşine takılmış, CHP’yi iktidar alternatifi yapacak sosyal demokrat politikalar oluşturamamıştır.

Yargı ise kişi hak ve özgürlüklerini korumakta yetersiz kalmıştır. Bu durumda kapitalistleşme ve tekelleşmenin yarattığı tahribatı azaltma görevi iktidar tarafından yerine getirilmektedir.  Başka bir söylemle iktidar hem iktidar işlevini yerine getirmekte ve hem de muhalefet..

İktidarın toplumdaki birikimi ve tepkiyi bu şekilde azaltması muhalefeti güçsüzleştirmekte, iktidarın sürmesine katkı vermektedir. Bu durum Türkiye'ye özgüdür..

AKP’nin aynı yaklaşımı Ergenekon, Balyoz gibi davalarda göstermemesine şaşmamak gerekir.. AKP bu davalarla ilgili yaklaşımını PKK ile uzlaşma aşamasında kesinlikle değiştirecektir.

Türkiye’nin önünde bir genel af var..

Bu arada beklenen bir soruyu cevaplayalım. Taahhüdü İhlal 4. Yargı Paketine girer mi? Girebilir, ancak girmesi birazda mağdurların sesini yükseltmelerine bağlıdır..