Evet ortada yine bir psikolojik savaş ve bu kez hedefinde Kemal Kılıçdaroğlu var. Muhalefette kalmaya genel başkanlık yaptığı uzun yıllar boyunca alışmış olan, bu durumu benimsediğini “muhalefette olmak önemlidir, küçümsemeyin” sözleriyle şimdi de anlatan, Meclis’teki koltuğundan “CHP 25 yıldır iktidar olmadı ki” diyen Deniz Baykal bir yandan, koltuğa en az onun kadar yapışmış olduğu için ayrılamayan Önder Sav diğer yandan (belki de ikisi tekrar ‘aynı yanda’ o da belli değil, mesele koltuk olunca her şey mümkün bu kafalara göre), iktidar partisi tam gaz başka bir yandan CHP Genel Başkanı’na psikolojik bir hücum içindeler.

İsimler farklı ama hepsinin hedefi aynı; geniş kitlelere ulaşmayı amaçlayan politikalarıyla, vatandaşı sadaka gibi verilen yardımlardan kurtaracak “aile sigortası” ve yoksulluğu önleyici projeleriyle bir değişim havası estirerek ümit veren Kemal Kılıçdaroğlu’nu ne pahasına olursa olsun durdurmak... Toplumda yarattığı güven ve ümidin önünü kesmek. Bunu rakip bir partinin yapması anlaşılabilir ama Baykal ve Sav gibi isimlerin seçimin yaklaştığını bildikleri halde “Bize yar olmayan parti gerekiyorsa kaybetsin, yeter ki Kılıçdaroğlu’na da yar olmasın” anlayışıyla CHP’nin dibini oymaları benzeri görülmemiş bir hırs ve intikam örneğidir.

SKANDALLA GİDEN BAYKAL’IN İHTİRASI

Kılıçdaroğlu’nun “Güneydoğu’ya gidemezsiniz” iddiasına karşılık Diyarbakır’a gitmesinden sonra da aynen Başbakan’ın sözleriyle onu yıpratma gayretini sürdüren, kendi Genel Başkan’ına devamlı “PKK’dan, iktidar uğruna aldatılmaktan, kullanılmaktan” söz ederek gerçek dışı bir duruma insanları zorla inandırmaya çalışan Baykal bunu boşuna yapmıyor tabii.. Haftalardır kendisine taraf milletvekillerini medyanın önüne, TV programlarına çıkararak, bir yandan da kendisi “mutlaka kurultay” diye tutturarak partisine “seçim yolunda ama iç düzeni yok, istikrar sağlanamamış” havasını boşuna salmıyor. Dünyanın hangi ülkesinde olsa bir bakanı veya genel başkanı mutlaka koltuğundan edecek büyüklükte “ikisi de evli siyasetçilerin evlilik dışı ilişkisi” gibi bir skandalla koltuğundan ayrılmış olmasına rağmen, yaptığı büyük hatanın partisine verdiği zararı somut şekilde de gördüğü için (referandumda kullanıldı) susacak yerde hala, bu skandalın gelecekte de kullanılacağını bile bile hala geri dönmeyi umarak bunları yapıyor.

Türkiye’de siyasetin artık had safhada yozlaştığına bunlardan daha iyi örnek olabilir mi?

CHP’nin il başkanları, milletvekilleri ve yönetimi ne düşünür bilemeyiz ama seçim öncesinde bu kurultay kışkırtmalarına prim vererek uzunca bir süreyi daha iç tartışmalarla geçirmeleri, bundan yararlanmak isteyenlere her türlü imkanı altın tepside sunmaktan farksızdır. Eğer olumlu bir şey yapmak istiyorlarsa bu; rakip partilerle ortak çalışıyor görünen Baykal’a, Sav’a ve içlerindeki diğer muhaliflere “yaptıklarının çirkinliğini anlatmak” olmalıdır. Yaklaşan seçime önem veriyorlarsa tabii, yoksa onlar da Baykal gibi davranabilirler!

BDP-PKK kiminle aşk yaşıyor?

Bir de aşk meselesi çıktı şimdi, akılda kalıcı olması açısından bu benzetmeler pek makbuldür ya buna da “aşk” dendi... Aşkı meşki bir yana bırakacak olursak mesele son derece önemli, çünkü halk gözünün içine baka baka yanlış bilgilendiriliyor... Referandum öncesinde “aynı oyun”un oynandığını; CHP ile MHP’nin “tam aksi bir durum mevcutken BDP ve hatta PKK terör örgütü ile aynı çizgide” gösterildiğini yazmıştım. Bu gerçeğin tam tersi olduğu için yanlış ve çirkin iddia o dönemde kullanıldı. Oysa PKK’nın referanduma kadar eylem yapmaması, BDP’nin istekleri yerine getirilmediği için referandumda “Hayır” demek yerine “boykot” kararı alması ve böylece “kendi oylarının çekilmesiyle ‘Evet’e verilen oy oranının sonuçta daha etkili olmasını sağlaması da, Güneydoğu’da kullanılan tüm oyların ‘Evet’e gitmesi için tüm teşkilatlarıyla çalışması da” onun “muhalefet partileriyle değil, tam aksine iktidar partisiyle anlaşma içinde” olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Ama olup biteni derinlemesine irdelemeyen büyük seçmen kitlelerinin gözünden bu gerçeği kaçırmak ve bir yalana inandırmak hiç de zor olmuyor maalesef.

AÇIKLAMALAR KASTEN GÖRÜLMEDİ...

Şimdi yaklaşan çok önemli bir seçim var ve aynı masalın “yalan olduğuna dair yapılan tüm açıklamalara rağmen” sürdürülmesi gerekiyor. Bu oyun referandumda iş yaptığı, “BDP-PKK’ya verilen sözler karşılığında” yapılan anlaşmaları da pek iyi maskelediği için devam ettirileceği daha BDP aniden çıkıp “CHP bizimle seçim ittifakı yapsa iyi olur, iktidarı garantiler” açıklaması yaptığı dakika belliydi... Ortada böyle bir durum yoktu ama söylenmesi yine yeterli olabilirdi. Nitekim önce ana muhalefet partisinin sözcüsü Süheyl Batum’un sözleri çarpıtıldı, AKP ile aynı söylemler içinde olan Baykal çıkıp bu anti propagandaya destek verdi ve “acaba mı” endişelerini arttırdı, hala da çabalarını utanç verici şekilde sürdürüyor.

Bunlar olurken Kemal Kılıçdaroğlu tuzağı fark ederek hemen “Hiçbir partiyle ittifak yapmayacağız, biz tek başımıza iktidar olmak için çalışıyoruz” dedi...

Batum “kesinlikle ağzına ittifak lafını almadığını” defalarca açıkladı... Ama nedense bunlar hiç olmamış gibi, BDP’nin ‘böyle bir ortama fırsat yaratmak üzere’ ortaya attığı ittifak teklifi sanki tartışılmış ya da kabul edilmiş gibi, Başbakan Erdoğan’ın referandum öncesinden beri sürdürdüğü yakıştırmayı dün tekrarladığı görüldü ki gerçekten inanılması çok güç bir tablo bu...

Erdoğan’ın “BDP’nin boykot ile tamamen AKP’ye destek verdiğini” unutturmak üzere “CHP-BDP platonik aşkının ilk emareleri referandum sürecinde görüldü. BDP ‘boykot’ile CHP’nin ‘hayır’ cephesine gizliden destek vermişti ve ittifakın ilk adımları atılmıştı” sözleri ortada hiç olmayan bir durumu varmış gibi göstererek rakibini siyasi etik dışı bir davranışla vurmaya çalışmaktır ki bir genel başkanın hele de bir başbakanın böyle bir yöntemi seçmesi inanılır durum değildir.

Öyle anlaşılıyor ki seçimde “Kılıçdaroğlu sadece Tunceli’li olduğu için” onu BDP ile işbirliği içinde gösterme masalı iktidar partisi tarafından sık sık tekrarlanacak. İyi ama o zaman muhalefet partileri “PKK ile BDP’nin seçime kadar eylemsizlik” kararlarının hangi vaatler karşılığında alındığını, terör örgütünün bile bildiği “yeni anayasa”da atılacak adımların halktan niye gizlendiğini (ve 12 Eylül’ün ve 27 Nisan’ın hesabının neden hala istenmediğini) sormak için ne bekliyorlar? Eğer seçim yaklaşsın diye bekliyorlarsa yanlış, çünkü bu masallar tekrarlana tekrarlana beyinlerde yer ediyor, onu da söylemiş olayım.