“Kart” “Kart” sözü başka şekillerde de anlaşılabilir ama bizim şimdi sözünü ettiğimiz şey şu “kredi kartları”.

Halkımız her gün artan biçimde “kart, kart” diyor. 
Daha doğrusu demek zorunda kalıyor.
Şimdi iki bilgi vereceğim:

-Birincisi, “BKM” yani Bankalar arası Kart Merkezi’nin 2015 yılı faaliyet raporundan:
Raporun sunuş kısmında “Türkiye, 171 milyon kart adedi ile Avrupa’nın en büyük pazarı haline gelmiştir” deniyor. 
Yine burada açıklanan rakamlara göre 2015 yılı içinde kartlı ödemeler yüzde 15 büyürken, kredi kartı ile yapılan ödemeler yüzde 14, banka kartı ile yapılan ödemeler yüzde 28 oranında artış göstermiş.

Yılsonunda ise kartlı alışveriş 526 milyar liraya ulaşmış. 
Bu rakam, hane halkı harcamalarının yüzde 40’ına yaklaşıyormuş.
Güzel… Demek ki bizdeki kart kullanımı Avrupalıların tamamını sollamış.

-İkinci bilgi, Avrupalıdan daha çok “kart kart” diyen ülkemiz insanının “satın alma gücü” hakkında:

TÜİK’in 2015 Haziranında yayınlanan bülteninde verilen bilgi şu: Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından açıklanan Satın alma Gücü Paritesine göre kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) endeksi, 2014 yılı sonuçlarına göre 28 Avrupa Birliği (AB) ülkesi ortalaması 100 iken, bu değer Türkiye için 53 olmuş ve AB ortalamasının %47 altında kalmış..

Yani deniyor ki, şu Avrupa Birliği’nin 28 ülkesinde yaşayan insanların satın alma güçlerine 100 dersek, Türkiye’deki insanların satın alma gücü sadece 53. Demek ki biz bir Avrupalının satın alma gücünden yüzde 47 daha gerideyiz.

Haydi bakalım şimdi buradan bir sonuç çıkaralım:
Demek ki bizdeki kart kullanım alışkanlığının nedeni, Avrupa’ya göre daha gelişmişliğimiz değil; karta (daha doğrusu kartın sağladığı kredi ve ödeme ötelemesine) daha fazla ihtiyaç duyuyor olduğumuz.
Öyle ya, bu Avrupalılar işi bizim kadar geliştirememiş, bu konularda bizden gerideler desek doğru olmaz.

O zaman şu açık bir gerçek ki; Satın alma gücü Avrupalılardan bir hayli düşük olan halkımız, geçinebilmek ve geçinirken yapamadığı ödemelerini "olabildiği kadar" erteleyebilmek için onlardan kat kat fazla kredi kartı kullanma ihtiyacı duyuyor.

Kullanıyor da ne oluyor? 
Onu da söyleyelim: Önce her ay ödemesi gerekenin dörtte birini ödemeye başlıyor, sonra gidip bir başka kart çıkartıyor, olmadı tüketici kredisine çeviriyor ve sonunda tabii ki duvara dayanıyor.

Hangi duvar mı? 
Tabii ki mahkeme duvarına.
Yine bu işlerle ilgili bir kurumun, “TBB” Yani Türkiye Bankalar Birliği’nin Mart 2016 Raporuna göre halkımızdan:

-1.670.348 kişi bireysel kredilerini ödeyememekten,
-1.963.502 kişi de kredi kartı borcunu ödeyememekten dolayı mahkemelik.
Ancak bu iki kalemde birden mahkemelik olanlar hesaptan çıkarılırsa özeti şu:
-Türkiye’de 2.654.348 kişi bireysel kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemediği için yargılanıyorlar.
Şimdi, her borçlunun bir aileye dert olduğunu düşünürseniz, memlekette kabaca (2,65x4=) 10,6 milyon yurttaşımız bu borçlarından dolayı hayli sıkıntıda. 
*
Tabii bazıları, “harcarken iyiydi değil mi?” deyip onları suçlayacak...
Harcamasın da ne yapsın?
Bu onun kişisel tercihinden değil; daha çok Türk ekonomisinin içinde bulunduğu durumdan kaynaklanmıyor mu?

-Milli Geliri bu “borç takanlar” mı geriletti?
-İhracatı onlar mı daralttı?
-Turizmi onlar mı engelledi de bu işten geçinen milyonlar dertli?

Dahası da var ya, haydi şimdi konu dağılmasın…
Sonuçta, Türkiye ekonomisi iyi idare edilmediği için insanların gelirleri yetersiz kaldı, gelir yetersiz kalınca o insanlar aç kalmak ya da satıcılarla “mahkemelik olma”yı geciktirmek için kredi kartı ve banka kredilerinin vadelerini kullandılar ve tabii ki bir yerde de tıkandılar.

Bu “tıkanıklık” sürer mi?
Sürer. 
Ekonomik gidiş düzelmedikçe yani milli gelir (kağıt üzerinde değil) gerçekten artmadıkça, üretim, ihracat, turizm yeniden canlanmadıkça ve dolayısıyla insanların satın alma güçleri yükselmedikçe bu iş artarak sürer.
Artar, çünkü o sayılara şimdilik "o kart- bu kart" idare edenler de eklenip tüm vadeler tükenince mahkemelikler de artacaktır.
*
Bunu hükümetler, partiler bilmiyorlar mı?
Biliyorlar tabii.
Biliyorlar ama ne küresel banka sistemine yani finans kapitale söz geçirebiliyorlar; ne halka “ayağını yorganına göre uzat artık” diyebiliyorlar.
-Çünkü banka sermayesi bu işi “altın yumurtlayan tavuk” olarak görüp sisteminden taviz vermiyor, komisyondu, masraftı istediği gibi “kesiyor”.
Hatırlarsınız, buna bir dur desenize dendiğinde bir sayın bakan; “Kartı teslim alırken postacının kapıda imzalattığı 12 sayfalık karınca duası gibi sözleşme var ya, işte onu okuyun ve ben şu kısmına katılmıyorum” diye şerh düşün demişti.
Yani açıkçası, biz hükümet olarak bir şey yapamayız siz bankayla aranızda çözün(!) der gibi.

-Yine hükümet kimseye “borçlanma kardeşim, kıs masrafını bak işler kötü” diyemiyor; çünkü ha bire kalkındığımızı, refahımızın günden güne arttığını söylemek durumunda...

Gelelim muhalif siyasi partilerin ne yaptığına…
Biliyorsunuz, onlar bu büyüklükleri görmüş ve seçimlerde o dertli kitlenin oyunu sağlamak için “bizi seç, bankaya olan borcunu biz kapatalım, bankalar bataktaki paralarını kurtarıp senin yakanı bıraksın, paran yok biliyoruz ama, sen nasıl olsa bir ara bize ödersin(!)” demişlerdi.

O seçim geçti, şimdi yine seçim söylentileri var.
Bu arada “batak” da büyüdü, bataktaki seçmen kitlesi de...
Muhtemelen karşımıza yine böyle “proce”ler gelecektir.

Ama çözüm mü?
Değil, 
Sadece erteleme, karşılıklı zaman kazanma…
Hükümetler ya da partiler, halkın gelirini yükseltecek bir şeyler yapamadıkça, daha doğrusu; bu ekonomiyi üretken, insanlarını iş sahibi yapamadıkça, borçluların borçlarını devlete üstlendirerek” sorunu nasıl çözebilirler ki?