1- Demokratik hukuk devletinin temeli, omurgası bağımsız ve tarafsız yargıdır. Yargının bağımsız olamadığı bir ortamda hiçbir hakkın ve bireyin hukuk güvenliği yoktur. Yargının tamamen siyasi iktidarın (yürütmenin) denetiminde olduğu bir ortamda hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargının bizzat kendisi en büyük tehdit haline gelmekte, mahkemeler siyasi muhalifleri tasfiye aracı olmaktadır. Bağımsızlık ve tarafsızlık, başta sanıklar olmak üzere tüm toplumda iddia ve savunma makamına eşit mesafede olunduğunun, önceden bir karar ve hüküm kurulmadığı algısı ve hissinin tüm toplumda yaratılmasıdır. Oysa bugün Türkiye’de, daha önceden kuşatılmış olan yargı tutsak edilmiş, HSYK ve Adalet Bakanlığı eliyle tamamen siyasi iktidarın ve bazı güç odaklarının kontrolü ve etkisi altına alınmıştır.

2- Bugün yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki yaygın ve haklı kanaatin başta gelen dayanağı, 2010 Eylül referandumu ile oluşturulan yeni HSYK’nın yapısı ve uygulamalarıdır. Bu yeni yapı ve mekanizma acilen gözden geçirilmeli, herkese güven verecek bir yapı oluşturulmalıdır.

3- Hukuk devleti, suç şüphesini ancak belirli usul kuralları çerçevesinde soruşturan ve yargılayan, usulü esasa feda etmeyen, savunmaya sınırlama getirmeyen, aleyhe olduğu kadar lehe delillerin de toplanmasını ve bunların tartışılmasını sağlayan mekanizmaları kuran ve işleten devlettir. Bugün bu mekanizma tamamen devre dışı bırakılmıştır. Usul kuralları çiğnenerek doğru ve adil bir sonuca ulaşılması mümkün değildir.

4- İddianame, hayatın olağan akışı ve mantık kurallarına dayalı şüpheleri soyut kabul ve varsayımlardan uzak, somut delillere dayalı olarak ortaya koyan hukuki bir metindir. Masumiyet karinesi ve kuşkudan sanığın yararlanacağı evrensel ilkeleri daima gözetilmelidir. Ne yazık ki bugün mahkûmiyet için makul dahi sayılamayacak kuşku yeterli görülmekte, kuşkudan iddia makamı yararlanmaktadır.

5- Yargılamanın en önemli safhası delillerin toplanması ve tartışılması olup bu aşama hiçbir şekilde atlanamaz. Hukuka aykırı delillere dayanılamaz.

6- Bugün uygulamada Kanunun maksadını çok aşmış, masumiyet karinesini tersine çevirmiş, savunma haklarını alabildiğine kısıtlamış şekliyle gizli tanık uygulaması kabul edilemez. Nitekim Kanuna göre gizli tanık beyanının tek başına hükme esas alınamayacağı açıkça belirtilmiş olmasına karşın bu beyanların yıllarca süren tutukluluk için yeterli sayılması, gizli tanıkların adeta iddia makamı, hatta mahkemenin “yardımcısı” gibi değerlendirilmesi ve “korumaya” alınması, bunlara soru sorulmasının kısıtlanması, hatta yasaklanması adil yargılanma hakkının ağır ihlalidir.

7- Aidiyeti belirlenemeyen, anonim dijital verilerin delil olarak kabulü ve neredeyse mahkûmiyet hükümlerinin tek başına bunlara ve gizli tanık beyanlarına dayandırılması kabul edilemez. Bu durum kişi güvenliğini temelden sarsmaktadır.

8- Çağdaş hukuk devletlerinde özel görevli mahkemelerin yeri yoktur. Çünkü bu mahkemeler birer ihtisas mahkemeleri olmayıp, uyguladıkları farklı usul kurallarıyla kaçınılmaz biçimde siyasallaşan ve iktidarların gücünü yansıtan yapılardır. Son değişikliklerle bu mahkemelerin kâğıt üzerinde kaldırılmış olması bir aldatmacadan ibaret olup bunlar sadece isim değiştirerek neredeyse aynı hükümler ışığında Terör Mahkemelerine dönüştürülmüştür. Sözde de olsa kaldırılmış bu mahkemelerin halen ellerindeki yargılamaları sürdürüyor olması üzerindeki kuşkuları daha da artırdığı gibi, hukuken kabul edilemez bir durumdur. Bu şekildeki özel görevli mahkemeler artık bir sindirme, yıldırma, tasfiye mercileri haline getirilmiştir. Şu halde özel görevli tüm mahkemeler kaldırılmalıdır.

9- Özel Görevli Mahkemelerin sanıklardan sonra, savunma makamı üzerinde uyguladığı baskı ve kısıtlamalar tahammül edilemez boyuta ulaşmıştır. Bu mahkemelerde avukat sadece bir şekli unsur gibi algılanmakta, savunma yapması kısıtlanmakta ve engellenmekte, söz hakkı tanınmamakta, salondan çıkarılmakta, onlarca duruşmadan men yaptırımları üstelik hukuka aykırı olarak verilmektedir. Bu koşullar altında savunma yapma imkânı olmadığı gibi bu sürecin yargılama, sonucun ise hüküm olarak nitelenebilmesi mümkün değildir.

10- Bugün başta Özel Görevli Mahkemeler olmak üzere yargılamalarda istisna olması gereken tutuklama kural ve sistematik bir uygulama haline gelmiş, bir ön ceza ve infaza dönüşmüştür. Yasal terimlerin tekrarı dışında hiçbir somut gerekçe içermeyen tutukluluk kararları hürriyetin keyfi biçimde kısıtlanması olmaktadır.  

11- Her birisinin belirli şartları ve usulleri olan, gözaltı, yakalama, arama, elkoyma, iletişimin tespiti gibi koruma tedbirlerinin amaç dışı, hukuksuz, yaygın ve sistematik kullanımı bunları hak ve özgürlükler için birer tehdit haline getirmiştir.

12- Demokratik toplumlarda basın, toplumsal denetimi sağlayan en önemli sigortadır. Basının görevi iktidarların varlığının devamını sağlamak değil, halkın doğru bilgilenmesini sağlamak ve toplum adına siyasi iktidarın uygulamalarını değerlendirmek ve denetlemektir. Bu çerçevede basının üzerindeki baskılar ve oto sansür basının bu işlevine büyük zarar vermektedir. Demokratik toplumda basın özgürlüğü,  en az yargının bağımsızlığı kadar önemli ve değerlidir. Bu nedenlerle basın üzerindeki baskılar ve yıldırma girişimleri derhal son bulmalıdır.

13- Bu hukuksuzlukları yapanlar ve yaptıranlar, bir gün bu güvencelerin ve hukuk güvenliğinin kendileri için de gerekli olacağını bilmelidirler.

14- Toplumsal konum ve sorumlulukları gereği bu hukuksuzluklara karşı çıkması gerekip de susanlar, göz yumanlar, görmezden gelenler bu hukuksuzluklara ortak olmakla sorumluluktan ve tarihin yargısından kaçamazlar.

15-Bu nedenle herkesi bu hukuksuzluklara karşı sesini yükseltmeye, demokratik-meşru tepkilerini göstermeye çağırıyoruz.