TÜRKİYE CUMHURİYETİ, BİR "FETVA" DEVLETİ DEĞİL, BU YÖNDEKİ ÖZLEM VE GAYRETLERE KARŞIN "HALEN" BİR HUKUK DEVLETİDİR

Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu'nda sorulan "Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikahını düşürür mü?" sorusu ve buna verilen cevap kamuoyunda haklı bir infial yaratmıştır. Gerçekten gerek sorunun kendisi gerekse cevabının yüz kızartıcı, utanç verici olması bir yana hukuk devleti bakımından da basitçe geçiştirilebilecek bir durum değildir.

Şöyle ki:

1) Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet tarafından toplumun din hizmetleri alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanunla oluşturulmuş bir kurumdur. Bu kurumun görevi öncelikle Anayasamızın 136.maddesinde  belirlenmiştir. Buna göre; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." 22.6.1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 1.maddesinde de Başkanlığın görevi, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olarak belirlenmiştir.

 

2) Bu açıdan altını çizmek gerekir ki hukuk devleti kimliğine sahip laik Cumhuriyetin bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı faaliyetlerinde, siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalmak ve laiklik ilkesi doğrultusunda davranmakla yükümlüdür ve bu Anayasal bir yükümlülüktür.

 

3)  Ne yazık ki uzunca bir süreden bu yana siyasi iktidarın etkisine girmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasal yükümlülüklerini çiğnediği, iktidar partisi paralelinde bir anlayışı faaliyetlerine yansıttığı, laiklik ilkesine açıkça  aykırı olarak kendisini Şeyhülislamlık benzeri bir "fetva" mercii olarak gördüğü müşahade edilmektedir. Bu anlayış ve faaliyet tarzı,  toplumsal dayanışmayı sağlamakta önemli bir rolü olan dine zarar verdiği gibi Anayasaya ve kuruluş kanununa da açıkça aykırıdır. Bu açıdan TCK'nun 219.maddesinde yer alan görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma suçunu da hatırlatmak isteriz.

 

4) Kuşkusuz ki dinin toplum hayatında önemli ve yadsınamaz bir yeri bulunmaktadır. Bununla birlikte hukuk devletinde toplumsal hayat ve davranışlar "fetvalarla" değil öncelikle hukuk kuralları ile düzenlenmektedir.

5) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın arşivlerde ve hafızalarda saklı olan benzer bazı tutum ve davranışları dikkate alındığında, "soru ve cevapların tahrif edildiği", bunun "paralel yapının bir suikastı olduğu" yönündeki açıklamalar (böyle olmasını ummakla birlikte) ne yazık ki inandırıcı gelmemektedir. Bir vakıa olan ve siyasi iktidarın desteği ile devlet içerisine yerleşen "paralel yapı" ile mücadele zorunlu ve gerekli olmakla birlikte, bunun her türlü yanlış ve hukuksuz uygulama bakımından sorumluluğu üzerinden atmak ve aklanmak bakımından adeta bir deterjan gibi kullanılması da doğru değildir.

6) Zikretmekten dahi hicap ve utanç duyduğumuz; "bir babanın öz kızını şehvetle öpmesi" ve benzeri cinsel davranışlar, TCK'nun 103.maddesindeki çocuğun cinsel istismar suçunu oluşturmakta ve 4 yıl 6 aydan 12 yıla kadar hapis cezası gerektirmekte, cinsel ilişki halinde bu ceza 30 yıla kadar gidebilmektedir. Bir suçu övmek ve suça tahrik de TCK' na göre suçtur. Ayrıca, belirli koşullara bağlı olarak çocuğa cinsel istismar suçunun öğrenilmesi durumunda bunun yetkili mercilere bildirilmemesi de durumu göre TCK 278, 279 ve 280.maddelere göre suç oluşturmaktadır.

7) Belirtilen fiile hukukun öngördüğü bu yaptırımlar dışında, hiç bir dinin ve bu arada elbette ki İslam dininin cevaz vermesi düşünülemez. Bu tür yaklaşımlar İslam dinine de büyük zararlar vermekte, dini duyguları zedelemektedir.  

8) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Anayasal ve yasal çerçevede faaliyette bulunması, siyasi görüş ve etkilerin dışında öngörülen sınırlar içerisinde din hizmetlerini yerine getirmesi toplumsal barış açısından da gereklidir.

9)İslam coğrafyasında yaşanmakta olan ve üzüntüyle izlediğimiz sonu gelmez mezhep kavgalarının, din eksenli kutuplaşmaların ülkemize sıçramaması için Diyanet İşleri Başkanlığına büyük sorumluluk düşmektedir. Demokratik değerlere ve evrensel hukuka sırt dönüldüğünde ortaya çıkması kaçınılmaz Ortaçağ kaosunun Cumhuriyet’in tüm kurumlarıyla birlikte toplumsal barışı da yok edeceğini öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığının unutmaması gerekmektedir.

Sayın Diyanet İşleri Başkanı’na oturduğu makamın ilk başkanının Ankara Müftüsü ve Ankara Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurucularından, ülkenin kurtuluşunda ve Cumhuriyet’in kuruluşunda emeği ve alın teri olan Börekçizade Rıfat Efendi olduğunu hatırlatmak isteriz

 Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhuriyet’in bir kurumu olduğunu, Cumhuriyet’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir alt kurumu olmadığın hatırlatmak isteriz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

                        İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI