Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesi tüm baroların asgari üç işlevi olduğunu söylüyor:  Mesleki sorunları çözmek, hukukun üstünlüğünü savunmak, insan haklarını savunmak. Baroların hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunma fonksiyonu, onların alelade mesleki kuruluşlardan, örneğin fırıncılar odasından farklı bir dinamiğe sahip olmasını gerektirir. Barolar, her türlü yargı, idari ve yasama faaliyetini, insan hakları hukukunun ve hukukun üstünlüğünün süzgeciyle denetleme hakkını haizdir. Hukuk günümüzde uzmanlık gerektiren teknik  disiplinlerden oluştuğundan, barolar, özellikle yasa yapım süreçlerinde topluma bir gelecek perspektifi, bir hukuk fikri vermelidir. Böylece toplumun yasaları anlaması, eleştirmesi ve yasa yapım süreçlerine müdahalesi mümkün kılınır. Esasen baroların toplumla bağı da bu şekilde kurulur.

İstanbul Barosu üye sayısı, ekonomik imkanlar ve hukuk birikimi açısından Türkiye’nin en büyük ve kurumsal yapısına sahip barosudur. Türkiye’de yukarıda ifade ettiğimiz işlevi yerine getirebilecek tek barodur belki de. Belki de toplumun en çok beklenti içerisinde olduğu kurumdur da. Fakat, iktidar ne zaman bir yasa yapma süreciyle toplumu baskı altına almaya kalksa, İstanbul Barosu son dakikaya kadar ortaya çıkmaz. Tam süreç geri döndürülemez bir noktaya geldiğinde baro ortaya çıkıp bir şov yapar. Başkanı anaakım, yönetim kurulu üyeleri de ulusalcı/marjinal medyada serencam ederler. İşe yaramayacağını bildikleri sert çıkışlar yaparlar, öyle bir ifade özgürlüğü iklimi yaratırlar ki, memlekette demokratik kanalların işlediği tezine en çok İstanbul Barosu harç taşır. Yasalar meclisten geçer, sonra taa ki o yasalar, topluma yaşamı çekilmez getirinceye kadar ses seda çıkmaz barodan. İktidar kanunla bastırdıkça bastırır, halk mücadele eder, büyük zararlar görür. Baro aynı tarz ve kanallarla tekrar ortaya çıkar, “biz zaten söylemiştik” der. Toplumun bunaldığını gören iktidar, kemendi gevşetmeye karar verir, tam o sırada baro başkanı tekrar ortaya çıkar, genel kurulda iki bin avukatın gözünün içine bakarak  “mücadele ettik, özel yetkili mahkemeler kaldırıldı, hayırlı olsun” der.

Bunları durup dururken yazmıyorum. Malumunuz iktidar bir “İç Güvenlik Paketi”yle özgürlükleri daraltma çabasında. Her zamanki gibi tüm propaganda araçlarını, elindeki tüm hukuk birikimini kullanan iktidar yasanın gerekliliğini halka anlatmaya çalışıyor. Bu süreçte bazı avukat grupları (çabalarını takdir etmeme rağmen isimlerini yazmayacağım, araştıran öğrenir), gerek sosyal medyada gerekse adliyede birtakım eylemlerle kamuoyu yaratma çabası içerisindeler. Yaklaşık bir hafta baroyla görüşerek ortak bir platformda yasaya tepki vermenin yollarını aradılar. İstanbul Barosu, İç Güvenlik Paketi’nin Meclis Genel Kurulu’na geleceği gün olan salı günü eylem yapabileceğini bildirmiş. O zamana kadar da hiçbir şey yapmayacaklarmış. Baro, yine son anda ortaya çıkacak, sert çıkış yapacak, baro başkanı bağırıp çağıracak,  halk teknik bir yasayı anlamadığından yasaya itirazlar cılız kalacak, yasa meclisten geçecek. Halk uygulama aşamasında etkisini anlayacak, itiraz edecek, baro tekrar ortaya çıkacak vesaire vesaire. Anlayacağınız fasit daire.

İstanbul Barosu, yıllardır bu fasit daire içerisinde dönüp duruyor. Benim anlamadığım şey, yenilik iddiasında bulunan bazı avukat gruplarının da barodan medet ummalarıdır. Fasit daire kuramıyla ilgili şöyle bir söz söylenir “bir kere fasit daireye girdin mi, çıkışın zordur; ancak tövbeyle çıkış mümkündür”. İstanbul Barosu, ne zaman tövbe ederek hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını herkes için savunursa o zaman fasit daireden çıkacaktır. Bir de bu son dakika bağırıp çağırmalarını sayın Kocasakal iyi idare ediyor da onun başkanlığı bittiğinde iyi bir bağırışçı bulunamazsa ne olacak?



Av. Baran DOĞAN