Taciz ve tecavüz davalarında yaşanan ispat sorunları, çoğu zaman hayatı didik didik edilenin/ yargılananın, yani yeniden yeniden tecavüze uğrayanın şikâyetçi kadın olması, kadın cinayeti davalarında “namus” gerekçesiyle yapılan haksız tahrik indirimleri… Tümü adalet mekanizmasındaki su katılmamış cinsiyetçiliğin birer yansıması sadece.

Bu fotoğrafta savunmaya, savunmanların meslek örgütü Barolara önemli bir görev düşüyor: Hak arama özgürlüğüne erişme ve kullanma hakları çok daha kısıtlı olan, yargılamada karşı tarafın yanı sıra, onlarca yıllık köklü geleneklerle de boğuşan kadının durumunu fark etmek… En azından kadının durumunu daha da zayıflatacak, sanıkları cesaretlendirecek girişimlerde bulunmamak, tersine kadını güçlendirecek, cinsiyetçiliği geriletecek adımlar atmak…

Oysa önce “Fethiye davası”nda, Muğla Barosu ile karşı karşıya kaldık. Tecavüzcü sanığın vekilliğini Muğla Baro Başkanı üstlendi. O süreçteki itiraz ve eleştirilerimize, Türkiye Barolar Birliği, Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ı sahiplenen ve yanında olacağını belirten bir yazı ile cevap verdi!

Bu açıklamayı diğer bazı barolar ve İstanbul Barosu izledi.

Söz konusu açıklamalarda, kadınların ne istediği, neye itiraz ettiği anlaşılmaya dahi çalışılmadan “kimi kadınlar ve kadın dernekleri” adı altında, “haddini bilmezlikle” bile suçlandık…

Sakarya davasında karşımıza yine bir baro başkanı çıktı. Yine toplu tecavüz söz konusuydu, yine en önemli konumdaki sanığın vekili Sakarya Baro Başkanı Nihat Nalbantoğlu’ydu.

Davanın konusu bir yana bırakılsa bile, bir şehrin nüfuzlu, tanınmış ve “güçlü” insanlarının, eşrafının ve emniyet müdürünün de aralarında bulunduğu üst düzey yöneticilerinin avukatlığını baro başkanlarının üstlenmesi, övünülecek, sahiplenilecek bir eylem olabilir mi? Önemle altını çizelim ki, her iki davada da baro başkanları, “yalnız”ın değil, “güçlü”nün yanında pozisyon almaktadır.

Ülkenin dört bir yanından gelen cinayet, taciz, cinsel istismar, tecavüz, tecavüz sonucu istenmeyen gebelik haberlerinin verdiği yakıcılığın ve mevcut barolara yönelik umutsuzluğumuzun arasında, İstanbul Barosu’na feminist bir avukatın, Filiz Kerestecioğlu’nun, başkan adayı olmasını sevinçle karşıladık.

Başkanlığa ve yönetim kuruluna aday olan feminist kadınların katkılarıyla, şiddete maruz kalan ve ekonomik destekten yoksun olan kadınlara yine (eski dönemde olduğu gibi) özel bir eğitim almış kadın avukatların hukuki destek sunacağını ve bu birimin işlevselleştirileceğini biliyoruz. İstanbul Barosu’nun yargının ve hukuk sisteminin cinsiyetçiliğini “dert edineceğini” düşünmek bizleri umutlandırıyor. Dahası bu politik davalarda İstanbul Barosu’nu “karşımızda” değil, yanımızda göreceğimizden kuşku duymuyoruz.

Bu nedenle bütün “oylarımız”; Çağdaş, Katılımcı, Özgürlükçü Avukatlar Grubu’nun feminist başkanına ve kadın adaylarına…

İstanbul Feminist Kolektif