"Dün bir kez daha avukatların duruşma salonundan çıkarılmasına tanık olduk. Üstelik bu kez, “avukatın konuşma talebi” buna neden oldu. Talebi, hiçbir yasal dayanağı olmaksızın reddeden yargıç, bunu “duruşma düzeninden” sayarak, avukatı salondan çıkarttı. Aynı talebi öne süren diğer avukatın da çıkarılmasını takiben, yeniden açılan celsedeki “reddi hakim” talebine karşın, sanki hiç böyle bir talep yokmuş gibi davranarak, yargılamayı avukatın duruşma salonundan çıkartılması usulüne dönüştüren celseler birbiri ardına sürdü. 4 avukat da salon dışına çıkarıldı.

Bu “inatlaşma” yargının saygınlığının giderek daha bir yitirilmesine dair tipik göstergedir.

Konuşmayan, tartışmayan, “yüksek takdirlere” uyumlu bir savunma makamı arayışının, öncelikle “adil yargılanmanın” ihlali anlamı taşıyacağı hususunun, “bir yargı organı” tarafından görmezden gelinmesi, akılla izah edilmesi olası bir tutum değildir.

Avukat, yargılamada herşeyi tartışmak için vardır. Avukat, yargıç ya da savcı gibi düşünmek için değil, çoğu kez farklı düşündüğü için oradadır. Avukatın konuşma talebinin, “duruşma düzeni” olarak kabul edilerek, sanığın savunmadan yoksun bırakılması, o andan itibaren yapılan işi “yargılama” olmaktan çıkaracaktır. Mahkemece bu yönde verilen karar, sadece hukuka değil, kanuna da aykırıdır. Mahkemenin böyle bir yetkisi yoktur. Avukatların konuşma talebinin, onların duruşma salonundan çıkartılması sonucunu doğuran hiçbir yasal düzenleme de yoktur. CMK 203 Maddesi, Mahkemeye bu yetkiyi vermez, veremez. Bu, açıkça savunma hakkının kısıtlanmasıdır. Mahkeme, yargıç ve savcıdan oluşan bir kurumsallık değildir. TCK 6. Maddesinde ifadesini bulan “yargı görevi” avukatlar için de sözkonusudur.

Avukat yargının kurucu unsurudur. Avukatı duruşma salonundan çıkardığınız andan itibaren, adalet arayışından vazgeçmiş sayılırsınız. Avukatın yargıç gibi düşünmemesi ve bu bağlamda oluşan görüş farklılıkları, yargılamanın doğasında mevcuttur. Her görüş farklılığının, “duruşma düzeni” bağlamında değerlendirilmesi halinde, savunma hakkının kısıtlanması bir yana, yargılamanın da yapılabilmesi olanağı ortadan kalkacaktır. Çünkü, karşı karşıya olduğumuz olay, avukatların saygısızlığı, düzen bozucu davranışı, üsluptaki dikkat eksikliği vb. nedenlerden değil, sadece “söz talebinden” kaynaklanmaktadır.

Yaşadığımız OHAL düzeni ve yapılan yargılamaların bu açılardan taşıdığı önem ve özellik, bu yargılamalara daha bir özen gösterilmesini gerekli kılmaktadır. Uluslararası sözleşmelerin Anayasanın 90. Maddesi çerçevesinde aldığı boyut, özel olarak değerlendirilmelidir. İç hukuk yollarının, avukatsız tüketilmesine, zaman ve yargı konjonktürü olanak verse de, AİHM’nin bu durumu olağan karşılaması beklenemez. Tam da bu nedenle, özellikle de “adil yargılanma” ilkesinin ihlal edildiği gibi bir sonucun doğmasına yol açacak uygulamalardan kaçınmak gerekir.

İstanbul Barosu olarak, konuşmak isteyen avukatların duruşma salonundan çıkarılmasına yönelik bu kararı, hukuka da kanuna da uygun bulmadığımızı belirterek kınıyoruz. Davanın seyrinin, savunma ve adi yargılanma hakkları açısından takipçisi olacağız."

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI