Filiz Kerestecioğlu hafta sonu yapılacak İstanbul Barosu Başkanlığı seçimlerinde Çağdaş Avukatlar Grubu, Katılımcı Avukatlar Grubu ve Özgürlükçü Hukuk Platformu'nun ortak başkan adayı.

27 yıllık avukat Kerestecioğlu bu seçimlerdeki tek kadın aday. Kolektif  sürecin varolacağı katılımcı bir örgütlenme biçiminden, meslektaşlarının adliyelerde çocuklarını bırakabileceği çocuk odalarından, halkın hakları konusunda bilgilenebileceği, avukatlara daha rahat ulaşabileceği projelerden söz ediyor.

İstanbul Barosu'nun işleyişinde neyin eksik olduğunu ya da düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Az sayıda baro üyesinin olduğu, genelde vatandaşla ilişkinin daha somut ve doğrudan olarak kurulabildiği, onların hakkını savunmak için avukatın davada yer aldığı, serbest çalışan avukatların çoğunlukta olduğu bir tarz avukatlık modeli neredeyse kalmadı.

Devlette, şirketlerde ya da avukat yanında çalışan meslektaşlarımız ise giderek artmaya başladı. Ülkedeki tekelleşme, sermayenin durumu ve genel olarak işçileşme hali avukatlara da yansıdı.

Biz yüzde 99'uz: kadın, mesleğe yeni başlamış genç, ücretli çalışan işçi ya da işsiz, tek başımıza ya da ortak büroda çalışan, stajyer, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) servisinde çalışan...

Avukatlığın şu andaki konumunu doğru değerlendirmek lazım. Bence en önemli yanlış temsil ilişkisinin sona ermesi. Baro yönetiminin avukatları temsil durumu söz konusu değil. O nedenle "Baronun kapılarını önce avukatlara, sonra adalete açacağız" diyoruz.

Stajyerleri de saydınız.

Onlar da artık meslektaşımız, bir adım sonrası avukatlık... Stajyer avukatlar hiçbir şekilde ücret almadan çalışıyorlar. Bu yasanın değişmesi için mücadele edilmeli. Sosyal güvenliklerinin sağlanması için yeni sistemler getirilmesi lazım.

Mevcut yönetime diğer eleştiriniz?..

Katılımcı değiller.

Ben bir ittifakın adayıyım. Tek insan olarak hiçbir şeyin yönetileceğini inanmıyorum. Ne ülkede başkanlık sisteminden yanayım ne de bir baroda. Biz demokratik, katılımcı bir baro yönetimi için adayız.

Nasıl ülkede sadece başbakana bakılarak bir şeyler yürütülmeye çalışıyorsa burada da baro başkanına bakılarak yürütülmeye çalışılıyor. Bu insan haklarından, özgürlüklerden yana olması gereken bir hukuk kurumunda olacak şey değil.

Hep büyüklükle övünülüyor. Kocaman Çağlayan Adliyesi, dünyanın en büyüğü Kartal Adliyesi... Bunlar yapılırken bize soruldu mu? Hakime, savcıya, avukatlara, yazı işlerine, sorulmuş mu?

Kreş var mı, çocuk odaları var mı? Bütün bunlar planlanmadan yapılmış. Bunları yapabilmek için adliyelerde olmak, fiilen o mesleğin içinde olmak gerekir, denetimi sağlamak gerekir.

Mesela adliyelerde gözlem masaları kurmak istiyoruz. Duruşma saatlerini denetlemek ya da bir meslektaşımıza kötü davranılması halinde o davaya bizim de katılmamız için ya da adliyede herhangi bir şey olduğunda tutanak tutarak denetleyebilmemiz için.

Fiilen adliyelerde olduğumuz zaman avukatlar da etkin bir baronun desteğini arkasında görecektir.

Bunun yanı sıra şu anki yönetimle yargı kültürüne bakışta da farkımız var.

Nasıl bir fark?

Yargının siyasallaştığını söylüyorlar. Yargı geçmişten bugüne öyleydi. Ama daha "seçkin" insanlar da yargılanmaya başlandığı için bununla ilgili yargıdaki, özel yetkili mahkemelerdeki aksaklıklar daha net görülmeye başlandı.

Her iktidar kendine yakın bir yargıyı kurmaya çalışır. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı önemli bir sorun fakat yargı kültürünün demokratikleşmesi en önemli sorunlardan biri.

Demokratikleşmesinden bir kastım da hakim, savcı, avukat ve vatandaş arasındaki eşitsizliğin giderilmesi. Yukarıdan bakışın kaldırılması, hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi okunması, bunların yerleşmesi, yorum kabiliyetinin geliştirilmesi, özgürlüklerden yana olması.

Bunun için de yargıçların özlük haklarının, kurullarının bağımsız olması, örgütlenme haklarının özgürce gerçekleştirilmesi gerekiyor, grev ve toplusözleşme haklarının olması gerekiyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısında adalet bakanı, müsteşar, cumhurbaşkanın atadığı üyeler gibi kişilerin olmaması gerekiyor.

Demokratik yargı kültürüne dair hiçbir şey söylemiyorlar. Sadece belli davalarda, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzlukları görüyorlar.

Buradaki en önemli tehlikeli şu: Darbecileri yargılıyorsunuz, diğer tarafta şike davası görülüyor, diğer tarafta Hrant Dink'in ölümüne neden olmuş insanları yargılıyorsunuz. Fakat bu yargılama sürecinde öyle hukuk ihlalleri yapıyorsunuz, öyle kuşkular yaratıyorsunuz ki o zaman kamuoyu yargılamanın içeriğine değil de oradaki ihlallere bakar hale geliyor. Ben diyorum ki burada gerçek bir niyet yok mu, bu insanların doğru dürüst yargılanması istenmiyor mu?

KCK davası ise zaten ayrı bir dava.

KCK'den hapse giren çok kişi var.

Tamamen Kürt sorunuyla ilgili. Bütün siyasiler, bütün gazeteciler, bütün avukatlar neredeyse hapiste. Anadilde savunma hakkı görmezden geliniyor ve bütün davalar arasında en ayrımcı uygulama bu davada.

Baro yönetimindesiniz, 40 meslektaşınız gözaltına alınıyor, Türkiye Barolar Birliği başkanı, Mersin, Diyarbakır, İzmir'in baro başkanları orada, ama İstanbul Baro yönetiminden tek bir üye dahi Beyoğlu'ndan Beşiktaş'a inmiyor. Meslektaşlarımız giysileri çıkartılarak aranıyor, en azından ne muamele görüyorlar diye orada olmanız, meslektaşlarınızın yanında olmanız lazım. Bu noktalarda farklı olduğumuzu düşünüyorum.

Baronun yapılanması nasıl olmalı?

Kolektif  bir süreç. Başkanın anlamı olmadığı bir örgütlenme biçimini gerektiriyor.

Baro Meclisi diye bir yapılanma var baro içinde. Bu meclis her ay toplanabilen bir meclis olarak işleyebilir. 2010'a kadar diğer gruplara açılmıyordu bu meclis, o tarihten itibaren diğer gruplara açıldı, diğer gruplar da davet edildi. Ama mesela kendilerinden ayrılan Muammer Bey davet edilmedi, orada da bir ayrımcılık var.

Tavsiye kararı gibi konuşmalar yapılıyor mecliste, verilen önergelere cevap dahi verilmiyor, insanların dert dökme yeri gibi hale gelmiş.

Oysa meclisin etkili olarak çalışması gerekir, böylece kendisindeki zafiyet de giderilmiş olur. Bu konuda yapılabilecek şeyler var, yönetmeliği değişebilir, meclisteki gündem oluşturma yetkisini genişletip divandaki diğer üyelerin katılımıyla gündemin oluşturulması mümkün. Daha demokratik, katılımcı bir sistem.

Somut projelerden söz ediyorsunuz. Hak minibüsü mesela... İşlevi ve işleyişi nasıl olacak?

Halkın hak arama bilincini yükseltmek için çaba gösterirsek daha özgür bir ülkeye ulaşabiliriz, diye düşünüyorum.

Bunun için okullarda gerçekten cinsiyet ayrımcılığına ilişkin eğitimler, çocuk haklarına ilişkin eğitimler, insan haklarına ilişkin eğitimlerin ders olarak verilmesini de düşünüyorum. Ama öyle klasik yöntemle değil, hayatın içinden, belki insanlarla birlikte, biraz da müzakereci bir eğitim anlayışıyla, çocukları katarak yapılacak bir eğitim sözünü ettiğim.

Bu adalet minibüsü ya da hak minibüsüne gelince... Bunu  baro sağlayabilir. Her hafta bu araç bir semte gider, örneğin tüketici haklarıyla ilgili broşür dağıtır. Popülist bir şeyden, halkın sorunlarını yerinde çözmek gibi bir şeyden bahsetmiyorum.

Nereye başvurabileceklerini, konuyla ilgili nerelerle bağlantı kurabileceklerini yol gösterecek biçimde yazabilirsiniz o broşürlere. Bu bir kadının ölmesini de engelleyebilir aslında.

Kadına yönelik şiddet konusunda haklarının ne olduğuna ilişkin bir broşür dağıtırsınız. Mor Çatı'nın, Alo Şiddet Hattı'nın, adli yardım merkezinin, kadın hakları merkezinin telefonu vardır içinde. Bir kadının ben yalnız değilim, buraya telefon edebilirim deyip bağlantı kurmasıyla belki hayatını kurtarabilirsiniz.

"Yasalar yetersiz" lafı yeterli bir laf değil. Yasalar ne kadar yeterli olursa olursun etkin uygulama ve önleme tedbirleri olmadığı zaman, gerçekten adalet gerçekleşmez. Bu önleyici nitelikte bir proje.

Ayrıca bu kadar bütçesi olan bir baroda yapılmayacak bir şey değil. Nöbet sistemiyle yapılır. Aynı adli yardımda, CMK'da görev alan arkadaşlar arkadaşlar nasıl ücret alıyorsa, bu emeğin karşılığı olan ücret de ödenerek, o meslektaşlarımız  dönüşümlü olarak bu araçta görev alırlar. Avukatlarla halkın somut olarak yüz yüze geldiği bir proje gerçekleşmiş olur.

Bu arada CMK avukatlarının da sorunları var. Gerçekten masraf olarak aldıkları ücretler angarya düzeyinde, standartların çok altında. Gerçek ücretlerini de alamıyorlar. Mesleğe yakışan bir şekilde ücretlerinin tarif edilmesi ve zamanında almaları lazım.

Baronun bütçesi...

Baro gelir giderlerinde şeffaflık olmalı. Mesela belli miktarı aşan ihaleler baro meclisinden geçirilmeli.

Kırtasiye giderlerinden bahsetmiyorum. Demokratik, katılımcı bir barodan söz edeceksek belli miktarı geçen ihalelerin meclisten geçirilmesi uygulamasına gidilebilir.

Şu an böyle bir zorunluluk yok mu?

Yasal olarak şu an yok ama bunu düzenlemek, bu konuda talepte bulunmak mümkün.

Diyelim ki, öncelikli olan bir tesis yapımı olmayacaktır da kütüphanenin açılması gündeme gelecektir ya da huzurevi isteyecektir belki meslektalarımız.

Bunları diyalog kurucu, ikna edici bir süreçle yaşamak lazım; demokrasi böyle bir şey. O diyaloğu bizim mecliste kurabilmemiz lazım. Gelir giderlerin, yapılan harcamaların üç ya da altı ayda bir, ne kadara elveriyorsa, şeffaf bir şekilde açılması lazım.

Kütüphaneden kastınız?

Yayın, kaynak hepimiz için önemli. Hukukla ilgili her türlü kaynağın bulunduğu, dijital ortama da aktarılabilen bir kütüphane olması lazım.

Herkes kullanacak mı, sadece avukatlar mı?

Aslında hayalimiz bu. Avukatlara açık olduğu gibi, belki belli günlerde araştırma yapmak isteyenlere de açık olabilir.

Bir söyleşide "cinsiyete duyarlı bir bütçe" dediniz. Nasıl bir bütçe bu?

Kadınlara yönelik ayrımcılık varsa giderilmesi için bütçenin de buna göre şekillendirilmesi lazım. Çocuklar sadece kadınların sorumluluğunda olmamalı, ama fiilen böyleyse, o zaman bu bütçeyi kreş ve çocuk odalarını kurmak için kullanacaksınız.

Sadece adliyeler için söylemiyorum. Birçok kadın meslektaşımız ne toplantılara ne eğitimlere katılabiliyor.

Sürekli eğitim gibi bir düşüncemiz de var. O kadar çok kanun değişikliği oldu ki o değişiklikleri hepimizin yeniden yeniden öğrenmeye ihtiyacı var. Eğitimi verenler arasında sadece akademisyenler değil, avukatların da olduğu bir uygulama. Bu eğitimlere kadın meslektaşlarımızın da daha rahat katılabilmesi için düzenleme yapmak lazım.

Ayrıca kütüphanede kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın önlenmesiyle ilgili ne kadar yayın varsa bulunduracaksınız.

Araç temini imkanı varsa, CMK avukatları gece göreve giderken kadın meslektaşlarımıza o araçları tahsis edeceksiniz.

Baronun LGBT'lerle ilgili bir merkezi var mı?

Yok, ama olması gerekir. Eğer her türlü ayrımcılığın karşısındaysak, anayasada da cinsel yönelimin yer alması gerektiğini savunuyorsak o konuda da yapılması gerekenler var. Arkadaşlar çok ciddi çalışmalar içinde. SPOD diye bir örgütlenmeleri var, orada bu alandaki ayrımcılıklar hakkında bilinçlendirmeyi meslektaşlarımıza yönelik olarak da yapıyorlar. Bunu baroya taşımaları mümkün olabilir.

Türkiye'de siyasi kutuplaşma had safhada. Baro ayaklarını nereye basmalı?

Barış hakkını savunmak lazım. Kürtlerle bu anlamda empati kurabilmek gerekiyor. Çok ciddi hak ihlalleri, ezilmişlikler var. Kolektif hakların kabul edilmemesi, bir kimliğin inkar edilmesi var. Bütün bunları yok sayarak politika yapamazsınız ama bütün bunları şiddete karşı çıkarak da yapabilirsiniz. Benim hayatım boyunca yaptığım bu.


Günlerdir yollarda yürüyen birisi var: Halil Savda. Hiçbir şekilde basında yer almıyor. Çok saygı duyuyorum yaptığına, bu yoğunluk içinde olmasam gidip yanında durmak isterim. Çünkü barışı savunuyor. Bundan daha barışçıl bir yöntemle savunulur mu barış?

Cumartesi Anneleri her hafta Galatasaray'da. Baro da iki adım ileride. Baro hiç gitti mi Galatasaray'a?

Ülkedeki birçok şeye "terör sorunu" diye, gerçekten felsefi olarak tartışılması gereken terör kavramının içini bomboş kullanarak bakarsanız, o zaman birçok hak ihlaline karşı durup yer alamazsanız.

Ben Cumartesi Anneleri'nin ziyaret edildiğini duymadım. Varsa ve duymadıysam benim eksikliğime verin.

Aslında her yerde olamazsınız. Ama duruşunuz bunu belirler. Bir duruşunuz vardır ve o duruşla sizin her yerde olduğunuz hissedilir.

Haklar konusu çok geniş, hayvan hakları da var...

Benim kedim var: Misket. Sokakta yaşarken eve aldık. Onun kılına zarar gelsin istemem. Sokaktayken Misket'in alınıp bir yere götürülmesini düşünemiyorum bile. Benim de çocuğumun da vicdanını, kalbini zedeleyen bir şey olurdu. O nedenle bu tasarıya karşıyım. Toplumdaki farklılıklar gibi bir zenginlik olduğunu düşünüyorum sokak hayvanlarının.

Türkiye'de en sevdiğim şeylerden biri sokak hayvanları. Sokak köpeklerinin etrafımızda dolaşması, bizimle beraber trafik ışıklarında durup geçmesi, bu yol yordamı öğrenmeleri, hayatı bir ölçüde birlikte yaşadığımızı görmek hoşuma gidiyor. Aslında biz çok yok ettik onların yaşam alanlarını. (YY)