Alınan bir ihbarın ardından MİT’e ait olduğu belirtilen TIR’larda arama yaptırdıktan sonra sürgüne gönderilip hakkında soruşturma başlatılan eski Adana Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı, savcıların ezici çoğunluğunun vicdan sahibi olduklarını savundu. Takçı, “Eğer hâkim ve savcılar, en ufak bir riskte hemen hukuktan ayrılsaydı, hükümet kendisini güvenceye almak ve istediği kararları alabilmek için kapalı devre sulh ceza hâkimliklerini devreye sokarak çok az sayıda hâkim ve savcı ile bu süreci götürmeye kalkmazdı” dedi. Takçı, mevcut hükümetin hâkim ve savcıların yüzde 90’ına güvenmediğini de öne sürdü. Savcı Takçı, söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye’deki hukuk sisteminden yakındı. Takçı’nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:


‘Hiçbir hâkim-savcı kayıtsız kalmazdı’

-Kırıkhan’daki TIR’larda arama yaptırmak isteyen savcı Özcan Şişman’ın yaşadıkları ortadayken başınıza bir şeyler geleceğinizi düşünmediniz mi?
Aslında maalesef ülkemizde ortalama bir hâkim ve savcının, en ufak bir risk anında hukuktan sapacağı şeklinde bir algı var. Ancak gerçekte bu algı doğru değil. Aksine hâkim ve savcıların büyük çoğunluğu son bir yıla kadar bu tür olaylarda kendilerine kanunun verdiği görevi yapmak isterdi; çünkü bunu yapmamanın görevi ihmal suçunu oluşturduğunu bilirdi.

Hangi hâkim savcı içinde silah ve mühimmat olduğu iddia edilen kamyonlara karşı “boş verin geçip gitsinler” diyebilir? Ya o araçlar gidip Reyhanlı’daki patlama gibi bombalama eyleminde kullanılsa? Bu ihtimal varken siz buna kayıtsız kalabilir misiniz?

Bizim meslektaşlarımızın ezici çoğunluğu vicdan sahibi ve hukuka uygun davranan kişilerden oluşur.

Eğer hâkim ve savcılar öyle olsaydı yani en ufak bir riskte hemen hukuktan ayrılsaydı, hükümet kendisini güvenceye almak ve istediği kararları alabilmek için kapalı devre sulh ceza hâkimliklerini devreye sokarak çok az sayıda hâkim ve savcı ile bu süreci götürmeye kalkmazdı. Şu anda hükümet, mevcut hâkim ve savcıların en az yüzde doksanına güvenmemektedir. Bizim meslektaşlarımız çoğunluğu itibarı ile hak ve adaletin yanındadır ve riskli de olsa hukukun ve vicdanlarının sesinin gereğini yapar. Benim yerinde kim olsa aynı işlemleri yapardı.

Hukuken yapılması gereken de zaten benim yaptığımdı. Bunda yakın zamana kadar yargıya bu kadar baskı yapılmamış olmasının da rolü vardır.
Ülkemiz ilk defa yargıya bu kadar yoğun ve sistematik bir baskı yapıldığına şahit oluyoruz. Meslek hayatım boyunca hiçbir zaman soruşturma yaparken “bundan ben zarar görebilirim” diye düşünmedim.
Size enteresan bir şey söyleyeyim; sıkıyönetim zamanlarında sıkıyönetim mahkemelerinde çalışan kıdemli bir meslek büyüğümüzle konuştuğumda, kendilerine askeri makamların yargılama konusu olaylara ilişkin “bu konuda şöyle karar verin” ya da “şu kişileri tutuklayın” şeklinde en ufak bir baskının gelmediğini ancak bazı hâkim ve savcıların durumdan vazife çıkararak şiddetli uygulamalar yaptığından söz etmişti.
Şu anda da Türkiye yargısı sıkıyönetim dönemlerinde bile görülmeyen bir baskıyla karşı karşıya bulunuyor.

‘Devlet esir alınmış’

-Bir açıklamanızda ‘Devlet sadece yürütme erki veya muhaberat teşkilatından ibaret değildir’ demiştiniz. Türkiye’de devleti artık böyle mi tanımlamak gerekiyor?

Kesinlikle. Devlet sadece yürütme erki veya muhaberat teşkilatından ibaret değildir; ama bugün yürütme erkini de muhaberat teşkilatını da bence hukuku
umursamayan bir yapılanma esir almış, bu iki organ üzerinden de devlet esir alınmıştır.
Devletin hiçbir organı yazılı kurallarla veya teamüllerle çalışmamaktadır. Sık sık övündüğümüz 1000 yıllık devlet geleneği bir kenara atılmıştır. Hukuku umursamayan bu oluşum emelleri doğrultusunda her türlü hukuka aykırı işlemi rahatlıkla yapmaktadır.

‘Hakkımdaki şikâyet dilekçesi iki-üçü geçmez’

Twitter hesabınızdan, kendiniz ve diğer savcılar Özcan Şişman ve Mustafa Sırlı ile ilgili birtakım iftira dosyalarının hazırlandığını öne sürmüştünüz. Nedir bu olay?

Biz görevden alındıktan sonra çeşitli duyumlar almaya başladık. Daha önceden haklarında soruşturma yaptığımız kişilere ulaşılarak bize iftira atmak için ikna edilmek istenildiklerini öğrendik. Birçok kişinin buna yanaşmadığını da biliyoruz. Hatta iftira atması istenilenlerden bazıları bize ulaşıp durumu anlattı ve iftira atmak istemediğini söyledi. Şundan emin olarak söylüyorum; bizim hukuk, hak ve adaletten ayrılmadığımıza en büyük şahitleri yaptığımız soruşturmaların taraflarıdır. 15 yıllık meslek hayatımda, hakkımdaki şikâyet dilekçesi iki-üçü geçmez ki normalde hâkim ve savcılar çok şikâyet edilir. 15 yılda toplam iki-üç kez şikâyet yapılmışken geçenlerde HSYK’den öğrendiğime göre son 1 yılda hakkımdaki inceleme sayısı 14 olmuş.

'Kişiler iftiraya zorlandı’

Bunların büyük kısmının, bu şekilde bulunup hakkımda iftiraya zorlanan kişilerin şikâyet ve ihbarları olduğunu düşünüyorum. Bunun en somut örneği Akit isimli gazetede yayımlanan iftira haberidir. Benim, hakkında üç yılı aşkın süre önce soruşturma yaptığım ve hakkında dolandırıcılıktan dava açılıp 30 yıl hapis, 500 bin TL para cezası verilen, cezası Yargıtay tarafından onanan birisi bulunarak güya benim kendisinden soruşturma yapmama karşılığında para istediğim yalanını uydurması istenmiş, onun bir yakını ağzından dilekçe yazılmış, ne hikmetse dilekçe HSYK’ye değil de Adana terör polisine verilmiş. Hemen sonra bu dilekçe Akit’e verilerek manşet yapılmış. Böyle bir iddiaya kargalar bile güler; ancak bunlar yıpratma amaçlı bu tür çalışmaları yapıyorlar maalesef. Yerel mahkeme bu kişiye ceza verdiğine ve Yargıtay da bu cezayı onadığına göre demek ki ben hem yerel mahkemedeki hâkimlere hem de Yargıtay’da görevli Yargıtay üyelerine baskı yapmışım ki bu karar onanmış. Maalesef devletimizin kolluk güçleri, suç ve suçlularla mücadele edeceğine, sadece kanunların verdiği görevi yapan hâkim savcılar hakkında delil uydurmaya çalışıyor.


Gerçek Gündem