Şu an için, istinaf kanun yollarının hangi dava dosyalarını kapsayacağı ve Yargıtay’da bulunan dosyalar ile 20.07.2016 tarihine kadar Yargıtay’a gidecek dosyaların bu değişiklikten ne derece etkileneceği netleşmemiştir. Bizce, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihte henüz kesinleşmemiş tüm dosyaların bu değişiklikten etkilenmesi gerekir. Çünkü görev ve yetki ile ilgili olanlar dahil tüm usul hükümleri, yürürlüğe girdikleri andan itibaren derhal uygulanır. Bununla birlikte, görev ve yetki ile ilgili olan kanun değişikliğinin yürürlüğe giriş tarihi olarak farklı uygulama benimseyen kanun da çıkarılabilir.

Aşağıda yer alan soru ve öneri, “adalet.org” adlı sitede Hakim Dr. Seydi Kaymaz tarafından gündeme getirilmiştir.

5320 sayılı Kanunun 8/1 maddesine göre; "Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 322 nci maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326 ncı maddeleri uygulanır".

Kaymaz’a göre bu hükmün lafzından, yasa yoluna başvurma tarihine göre yasa yolunun istinaf mı yoksa temyiz olacağının anlaşıldığı kabul edilmelidir.

20 Temmuz 2016 tarihinde istinaf mahkemelerinin fiilen göreve başlayacağı varsayılarak, 17 Temmuz 2016 tarihinde ilk derece mahkemesinde, sanıklardan birisinin yüzüne karşı diğerinin yokluğunda karar verildiği, yüzüne karşı karar verilen sanık aynı gün hükmü temyiz etmesine rağmen, yokluğunda hüküm verilen sanığın bir ay sonra  hüküm aleyhine yasa yoluna başvurduğu düşünüldüğünde; 17 Temmuz 2016 tarihinde yasa yoluna başvuranın başvurusu temyize, hükmü bir ay sonra temyiz eden sanığın başvurusu ise istinaf kanun yoluna tabi olacak gözükmektedir.

Aynı suçtan ceza alan iki sanıktan birinin temyizini inceleyen Yargıtay hükmü onadı. İstinaf mahkemesi ise yaptığı yargılama sonucunda suçun sabit olmaması nedeniyle sanığın beraatına karar verdiğinde, ortaya çıkacak bu sorunu mevcut düzenlemeye göre çözmenin çok güç olduğu gerçeği karşısında, yukarıda yer alan soruyu ve ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili yasal bir düzenleme yapılması gerekir.

Değerlendirmemiz;

Şu an için bu konuda söylenen şudur; temyizin yapıldığı tarih esas alınacak, 19 Temmuz’da yapılan başvuru Yargıtay’a ve 20 Temmuz’da yapılan ise bölge adliye mahkemesine gidecek. Bu uygulanın kabulü, konu benzerliği olan farklı davalar arasında doğuracağı eşitsizliği bir kenara bırakalım, aynı davada taraf olanlardan 20 Temmuz’a doğru karar duruşması olup da son celseye katılan taraf ile katılmayan taraf arasında da ciddi bir sorunun doğmasına yol açacaktır.

Bu noktada meseleye dosya esaslı bakılması gerektiğine, 20Temmuz 2016 tarihi itibariyle kesinleşmemiş tüm dosyaların bölge adliye mahkemeleri esas alınarak dağıtılması gerektiğine inanmaktayım. Bunun dışında her uygulama adaletsizliğe, eşitsizliğe ve kanuni hakim ve mahkeme güvencesinin ihlaline yol açacağı gibi, karar istikrarını ve yeknesaklığı bozacaktır. Bölge adliye mahkemeleri kanunla kurulan olağanüstü mahkemeler olmadığına, bugüne kadar düşünülen istinaf kanun yolunun hayata geçmesine hizmet edeceğine, en önemlisi de yasal dayanağı ilk olarak 1 Haziran 2005 tarihinde Türk Hukuku’na girdiğine göre, daha fazla beklemeye, görev ve yetki kurallarının derhal uygulanma esasını zedelemeye gerek olmadığı gibi, hatta görevin, yani madde itibariyle yetkinin kamu düzeninden olduğu hususu gözardı edilmemelidir. Olumlu ve olumsuz yanları ile sulh ceza hakimliklerinden (kabulüme göre sorgu hakimliklerinden) sonra bölge adliye mahkemelerinin kurulması ile ceza yargısının çatısı tamamlanmış olacak, bundan sonra hedef bu hakimliklerin ve mahkemelerin iyi ve süratli çalışması olmalı, geçici veya daimi dokunulmazlıkların yargının hukukilik denetimine açılması sağlanmalı, en önemlisi de cumhuriyet savcılarının emrinde çalışmak üzere delil toplama ve değerlendirmede uzman Türk Adli Kolluk Teşkilatı kurulmalıdır. Yasal düzenlemelerin eksikliği ise hiç bitmez, umarım bu konuda da bir disiplin ve istikrar kazanabiliriz. Hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalmak suretiyle çıkarılan her kanunun yanında olacağımızı, ancak tatbikatta da aynı ilke ve esaslara bağlı kalmanın şart olduğunu ifade etmek isteriz.


Kaynak : www.adalet.org/