“Danıştay Daire Başkanları, yargıçları üyeleri hatta andımızla ilgili kararı veren heyetin üyeleri Danıştay’ın 150. yıldönümü nedeniyle gerçekleştirilen buluşmada Sayın Cumhurbaşkanı’ndan azar işittiler. Bunun hukuk devleti açısından izahı mümkün değil”Türkiye’de yargı bağımsızlığı hiç olmadığı kadar tartışılıyor. 12 Eylül 1980 Darbesi’ni aratmayan yargı kararları alınıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde cübbesini ilikleyeninden onunla çay toplayana kadar birçok alanda yüksek yargı üyeleri faaliyetlerini sürdürüyor. Bu süre zarfında ise bağımsız yargı konusuna ise neredeyse hiç değinilmiyor. Kuvvetler ayrılığı neredeyse hiç konuşulmuyor. Son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) HDP’nin tutuklu eski Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun hak ihlali olduğuna ve serbest bırakılması gerektiğine hükmetti. Kararı duyan AKP’liler ise veciz ifadeler dile getirmekte gecikmedi. Erdoğan’dan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e kadar birçok isim ‘karar bağlayıcı değil’ açıklamalarını peş peşe gerçekleştirdi. Peki gerçekten karar bağlayıcı değil mi? İktidara ve yandaş medyaya bakarsak kararın hükmü yok ancak hukukçular pek öyle düşünmüyor.
Bu hafta Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu Ceza Hukuku Profesörü Metin Günday. Ankara Üniversitesi (AÜ) Hukuk Fakültesi’nde 33 yıl boyunca öğretim üyeliği yaptıktan sonra doktora dersi vermeye devam eden Prof. Dr. Metin Günday’ın dersine geçen yıl son verildi. Prof. Dr. Günday ile son AİHM kararını ve Türkiye’deki yargının halini konuştuk.

► Bu haftanın en çok konuşulan konusuydu. AİHM kararları bizi bağlamıyor mu?
Olay şu kısaca: AİHM’in vermiş olduğu karar bizim de tarafı olduğumuz, iç hukukumuzun bir parçası haline getirdiğimiz, Anayasa’nın 90. Maddesi’nin son fıkrasına göre kanun hükmünde olan bir uluslararası sözleşmeye; yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dayanan bir karardır. Hatta temel haklarla ilgili uluslararası antlaşmalar söz konusu olduğunda mer’i kanun (yürürlükteki kanun) ile çelişkili hükümler içermesi durumunda uygulanması gereken bir sözleşme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. Devletimizin altına imzasını attığı bir sözleşmeden, iç hukukun parçası haline gelen bir sözleşmeden bahsediyoruz. O nedenle tereddütsüz bağlayıcıdır.
‘Bağlamaz, bizi ilgilendirmez’ gibi hükümlerin hepsi hukuk dışıdır. Hukukçu olarak benim üzerinde fikir beyan etmeye dahi değerli bulmadığım düşünceler bunlar. Kim söylerse söylesin bunun bir önemi yok.

► Hukuken bağlayıcı olan bir şey uygulanmadığı zaman ne olur?
Uygulanmamasının anlamı yukarıda saydığım bütün sözleşme kurallarını ve anayasa hükümlerini ayaklar altına almak demektir bu kadar basit aslında. Bunları hiçe saymak demektir. İşin başka boyutu da var aslında.

► Nedir o?
Hukukta ahde vefa prensibi vardır. Basite indirgeyerek söylersek, bir insanın başka birine vermiş olduğu söze bağlı olması demektir. Günlük hayatımızla bağdaştıracaksak böyle diyebiliriz. Bu açıdan da sıkıntılı bir durum var. Bunu uluslararası ilişkiler ekseninde de düşününce devlet olarak bir anlaşmaya katılıyorsunuz, imza ediyorsunuz, taahhüt ediyorsunuz, sonra da uymuyorsunuz. Bu ilkeyi de ortadan kaldırmış olursunuz. Bu en birincil ilkesidir hukukun. Ahde vefa prensibi, durum buna da aykırı.

► Türkiye’deki hukuksal gidişat nasıl? Somut olarak neler söyleyebilirsiniz?
Hukuk devletinden uzaklaşma hatta onun zerresinin kalmaması durumu söz konusu. Hukukun üstünlüğüne dayanan ona bağlı devlet anlayışının ortadan kalkması söz konusu. Kendi koyduğu kurallara uymayı görev addeden devlet hukuk devletidir. Uymazsa onun zerresi kalmaz tablo da onu gösteriyor. Zaten şunu söylemek isterim. Hukuk devleti ilkesi ile ilgili AİHM kararından bağımsız söylüyorum; bugün AİHM kararı yarın başka bir durum çıkar ortaya. Ama mesele daha genel. Yani Türkiye’nin hukuk devleti olmama tablosu söz konusu.

► Niye?
Anayasa’da yazıyor. Türkiye Cumhuriyeti demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir diye. Ama şimdi orada yazmakla hukuk devleti olunmuyor. Bunun bir takım gerekleri var ve onu yerine getirmek zorunlu. Nedir bunlar. Bir kere hukuk devletinin özü yurttaşlarına ya da o ülkede yaşayan herkese hukuki güvence sağlamaktır. Herkes kendini güven içerisinde hissetmek durumunda olmalıdır. Devletin en başta gelen görevi budur. Bunun altını dolduralım: 1-Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması lazım. Anayasada tanımlananlar, düşünce özgürlüğünden basın özgürlüğüne kadar birçok alanda tanınmış olan temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması lazım. Devletin görevi bu. Bunları sınırlandıracaksan da ancak kanunla sınırlandırabilirsin. Kanunu kim yapar; yasama organı yapar. Kimlerden oluşur, halkın seçtiği temsilcilerden oluşur. Dolayısıyla eğer bir temel hak ve özgürlük sınırlandırılacaksa bu şekilde olur. Ama bu yeterli değil. Çünkü sadece bu yetseydi yasama organında çoğunluğu elde edenler istediği gibi temel hak ve özgürlükleri sınırlayabilirlerdi. Hatta temel hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getirebilirlerdi. Buradan da şunu eklemek gerekiyor temel hak ve özgürlükleri yürütme de tek başına sınırlayamaz ancak kanun yetki verdiği ölçüde bunu yapabilir. Yine temel hak ve özgürlükler anayasaya aykırı şekilde sınırlanamaz. Anayasada bununla ilgili tanımlar vardır ona bağlı kalınarak yapılabilir. Son olarak da temel hak ve özgürlükleri imkansız hale getirecek şekilde sınırlayamazsınız. Hukuk devletinde işleyiş böyle olur. Bu nedenle kanun koyucunun yetkisi var. Ama bunun yanında bağımsız mahkemenin olması lazım. Bunun adı Anayasa Mahkemesi’dir.

► Buradan nereye geleceğiz?
Şuraya geleceğiz… Bu Anayasa Mahkemesi kimlerden oluşuyor. Mevcut durumdan bahsediyorum. Tamamını Cumhurbaşkanı atıyor. Buradan nasıl sınırlandırma olacak! Şimdi bizde dünyada eşi benzeri olmayan bir sistem var. Demokratik ülkelerde yok bunun benzeri. Ortada hükümet yok. Bakanlar kurulu yok. Cumhurbaşkanı yok sadece devlet başkanı var. Cumhurbaşkanı tarafsız olması lazım cumhurbaşkanımız bu yeni sistemde taraflıyı geçtim parti yönetiyor. Yani bu açıdan temel hak ve özgürlükler tehdit altında. Yürütmenin ve idarenin tüm işlemleri idari yargı denilen denetime tabi olması gerekir bunlar da idare mahkemelerinden oluşur.

► İdari yargı denetlemiyor mu?
Danıştay’ın tamamen tarafsız olması lazım. Şimdi bize bakalım. Böyle bir şey yok. Danıştay’ın 150. yılı nedeniyle Danıştay tarafından yaklaşık 1 ay önce bir sempozyum yapıldı. Nerede yapıldı, Külliye’de! Bu bir kere zaten sorunlu. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldıran bir durum. Hukuk devleti denen hiçbir yerde olmaz. Örneğin Almanya’da bunu yapalım derseniz ‘deli misiniz’ derler. Merkel Hanımefendi’nin makamında bunu yapalım deseniz ‘durun yahu’ derler. Çelişkinin büyüğü burada. Öte taraftan bir de şu vardı. Külliye’de sempozyumun yapılmasından kısa süre önce Danıştay 8. Daire andımızla ilgili bir karar verdi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda andımızın okutulmasının gerek olmadığını öngören yönetmelik değişikliğini Danıştay iptal etti. Bunun gerekçesi, doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında konuşmuyorum. Bu kararı bu aşamada ne eleştiririm ne överim. Ama karar verilmiş Danıştay tarafından. Ben bunu yanlış bulabilirim ne gereği var diyebilirim. Bu benim şahsi düşüncem olur hukuken de değer ifade etmez.

duayen-hukukcu-metin-gunday-saray-da-azar-isiten-yargi-adalet-saglayamaz-534778-1.
Danıştay Başkanı’nın Erdoğan karşısında
önünü iliklemesi çok konuşulmuştu.

► Cumhurbaşkanı da söylüyor, ne zararı var?
İşte oraya geleceğim... En yetkili ağız derse ki ‘Bu ne biçim karar’ ‘Siz kim oluyorsunuz, yetkilerinizi aştınız’ işte o zaman büyük sorun çıkar. Adalet Bakanı çıkıp benzer şeyler söylüyor. Danıştay Daire Başkanları, yargıçları üyeleri hatta andımızla ilgili kararı veren heyetin üyeleri Danıştay’ın 150. Yıl dönümü nedeniyle gerçekleştirilen buluşmada Sayın Cumhurbaşkanından azar işittiler. Bunun hukuk devleti açısından izahı mümkün değil.

► Yani hukuku zedelersiniz?
Zedelemek ne kelime kuvvetler ayrılığı ilkesinin köküne kibrit suyu dökersiniz. Üstelik bunu da eleştiri boyutunu aşarak sert sözlerle kesin hükümlerle yapamazsınız. Bunun kuvvetler ayrılığının esas olduğu bir hukuk devletinde yeri yok.

► Neden diyemez?
Biri yürütme biri yargı. Yargı yürütmeyi denetler, o yüzden diyemez. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül diyor ki bunlar yanlışlık yaptı yerindelik denetimi yaptı. Abdülhamit Bey hukukçu, Ankara Hukuk mezunuymuş. Muhtemelen öğrencim olmuştur. Karşıma oturtsam Abdülhamit Bey gel kahve içelim, bu yerindelik ne demektir diye sorsam adım kadar eminim ki yerindelik kelimesindeki ‘y’ harfini dahi, açıklayamaz. Adımın Metin Günday olduğundan ne kadar eminsem o kadar eminim. Bu konu çok teknik bir konu ve henüz ‘yerindelik ile hukukilik’ meselesi hakkında bunun ölçütü hususunda kamu hukukçuları tarafından kesin bir ölçüt getirilememiştir.

Güven en büyük sorun

duayen-hukukcu-metin-gunday-saray-da-azar-isiten-yargi-adalet-saglayamaz-534780-1.

► Hukuk devleti diyoruz sürekli; hukuk devleti olmayan bir ülke nasıl olur?
En büyük ve en önemli sorunu şudur: Güven içinde yaşayamamak. Yani yurttaşların ‘yarın ben ne olacağım, sabahleyin 5’te kapıma polisler dayanır mı’ gibi endişeleri her zaman yaşadığı bir ülke anlamına gelir hukuk devletinin ortadan kalkması. Özetle haksız yere tutuklanmama tutuklansa bile uzun tutukluluk sürelerine maruz kalmama gibi temel durumlar söz konusudur hukuk devletinde. Şunu da eklemek isterim somutlamak gerekirse uzunca bir süre iddianamenin hazırlanmaması gibi son dönemlerde ülkemizde sıkça tanık olduğumuz olaylar aslında hukuk devletinin ortadan kalkmasının da temel göstergelerinden bir tanesi.

https://www.birgun.net/haber-detay/duayen-hukukcu-metin-gunday-saray-da-azar-isiten-yargi-adalet-saglayamaz-237999.html