İş dünyasından birçok ismin ve kurumun avukatlığını üstlenen Gönenç Gürkaynak, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin de (TÜSİAD) aktif bir üyesi. Küresel Rekabet araştırmasında dünyada 40 yaşın altındaki en iyi 40 rekabet hukukçusundan biri seçilen Gürkaynak ile Türkiye'de bağımsız yargının ve hukuk devleti ilkelerinin ne kadar işlediğini; bunun iş dünyasını nasıl etkilediğini konuştuk. Gürkaynak'a göre 2012'den itibaren temel hak ve hürriyetlerde gerileme var.

Hukuk ve büyüme arasındaki ilişkiyi nasıl kurgulayabiliriz?

Olumlu senaryoyu tarif edecek olursak, öngörülebilirliğin artmasına bağlı olarak yatırım ortamının iyileşmesi yönünden, bireysel özgürlüklerin genişlemesine bağlı olarak yenilikçi düşüncenin yeşererek inovasyon katma değerini artırması yönünden yakından ilişkili. Ayrıca artan şeffaflık ortamındaki hesap verilebilirlik sayesinde refah kanamalarının dindirilebilmesi yönünden ve toplumu günlük olarak idareye ortak ederek kamu menfaatini her an birincil öncelik haline getirmek yönünden, kaliteli bir hukuk rejiminin iktisadi büyümeyle doğrudan ilişkisi vardır.

Türkiye'deki büyüme oranlarına baktığımızda 2001 krizinden sonra yapılan reformlarla birlikte 2010'da 9,2 büyümeyi yakalarken, 2012 yılından sonra 2,2'lik dilimlere doğru geriliyor. Büyümenin 2012'den sonra aşağı doğru seyretmesinde ülkenin içinde bulunduğu hukuk ortamının etkisi nedir?

İnsanların kendi varoluşlarını hür ve korkusuz biçimde idrak edebilmelerine el verecek düzeydeki bireysel özgürlükler, etkin işleyen bağımsız ve tarafsız bir yargı, herkese denk davranan ve maddi gerçeği haber vermenin peşinde koşup bunu da yayabilen bir özgür basın şart. Güçlü ve içerikli biçimde faal olabilen sivil toplum örgütleri, kamu idaresinde merkezi yetkinin gereğince dağıtılması, iktisadi faaliyet için gerekli şartları da sağlar. Özellikle 2012'den sonra Türkiye'de bu cephelerin tamamında geriye gidilmiş, temel insan sevgisi yönünden dahi, alarm veren bir hasat başlamıştır. Bu yönden, toplumun ivedilikle ve her kesimiyle özgürleşmesi, birbiriyle kucaklaşabileceği kanalların sonuna kadar açılması, insan sevgisi çekirdeği etrafında toplumun ruhundaki yaralanmaların da tedavi edilmesi lazımdır. Ne yazık ki, bu yaralar hızlı açılabilmekle beraber güç kapanırlar. O sebeple, telaşlı olunması lazımdır. Şimdi derhal el birliği, samimiyet ve iyi niyetle yola çıksak bile, çocuklarımıza değil ancak torunlarımıza borcumuzu ödeyebileceğimiz bir noktaya gelmiş olduğumuzun idrak edilmesi gerekir.

İş dünyası özellikle 2013 sonrasında hukuk ile ilgili vurgularını artırdı. İş dünyası kendini hukuki olarak güvende hissetmiyor mu?

Kanımca iş dünyası kendisini güvende hissetmediği için bunu iletmekte değildir. Tohumun niye yeşermediğini de, belli bir tohumu ekerse bunun kötü hasat vereceğini de çiftçi bilir. İş dünyası, özgürlüklerdeki kasılmalara baktığında, toplumun çeşitli kesimleri arasında oluşmaya başlayan duvarları gördüğünde, yargıya güvenin yerle bir olduğunu teşhis ve tecrübe ettiğinde, elbette bunun herkesin masasındaki ekmekle ilgisini beyan etmeye başlamıştır.

Eski TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz ‘şirketler üzerine baskı kurulan bir ülkeye yabancı yatırımcı gelmez' dediği için ‘vatan haini' ilan edildi. Bu atmosferde biz konuşmak istediklerimizi de konuşamaz mı oluyoruz?

İfade özgürlüğü konusunda gidecek çok yolumuz olduğu meydanda. Sakıncalı olabilecek alanlar listemiz hukuk konularıyla sınırlı değil. Bitmez tükenmez “hassasiyet” alanlarımız son derece uzun ve ifade özgürlüğüne bakışımız da ne yazık ki yalnız o hassasiyet alanlarımızın dışında kalan alakasız alanla sınırlı. Oysa ifade özgürlüğü en çok sarsıcı bilgi verene, şoke edene, tepki çekene lazım. TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz'ın beyanı öyle bir beyan dahi değildi. Sadece birkaç ay sonra başbakan yardımcısı da dahil her kademeden herkesin her an söylediği tamamen doğru bir objektif durumu dile getirdiği için, kendisinde her an iğreti duracak bir sıfatla gündeme getirildi. O gün ortaya atılan, gerçek bir itham dahi değildi. Kutuplaştırmanın özellikle seçim dönemlerinde bir stratejik yaklaşım olabildiğini kalben bildiğiniz zaman, bu türden beyanlara gerçek bir kanaat beyanı ağırlığı verilmemesi gerektiğini görebiliyorsunuz.

İş dünyası yatırım yaparken ya da mevcut hukuk zemininde zorlanıyor mu?

Hukukun yatırımcıyı en başta ilgilendireceği yer, öngörülebilir, istikrarlı ve adil sonuçların makul hızda elde edilip edilemediğidir. Hatta yüksek kalitedeki hukuk uygulamasının çok yavaş ve zaman zaman sürprizlerle yürütülmesi ile orta kalitedeki bir hukuk uygulamasının makul hızda, öngörülebilir ve istikrarlı yürütülmesi arasında, ikincisi yatırıma ve iktisat hayatına daha fazla can suyu verir. Türkiye'de ise şu anda, öngörülmesi güç, şeffaflığı az, fevkalade yavaş ve istikrarsız bir hukuk uygulaması, içerik kalitesi de düşük biçimde ilerliyor.

Bu yatırımcıyı olumsuz etkiliyor.

Belli bir hukuki rejimin geçerli olduğuna itimatla özelleştirmeye girseniz, bir gecede bütün yatırım ortamını değiştiren bir mevzuat değişikliğiyle mağdur olabilirsiniz. Belli bir maliyet analizi yapmış olarak bir yatırıma talip olsanız, o maliyet fonksiyonunu temelinden sarsan yepyeni maliyet unsurları getiren düzenlemelerle rahatsız olabilirsiniz. Hukuka tam uyum için debelenip, bunun için ciddi kaynak seferber etseniz, o kurallara hiç uymadığı ve dolayısıyla bunun maliyetlerine göğüs de germediği halde mutlu mutlu faaliyet gösteren rakiplerin mevcudiyeti sebebiyle, onunla yarışta zor durumda kalabilirsiniz. Atardamarınızı kontrol eden en kritik izninizin yenilenip yenilenmeyeceği konusunda uygulanacak kriterlere dair karanlıkta kalabilirsiniz. Örnekleri uzatabilirim.

Toplumda yolsuzluk için çaresizliğe bağlı bir kabulleniş var

Bir konuşmanızda ‘mevzuatımız yeterli ama yolsuzlukla mücadelede iştah yok' dediniz. Bizim iştahımızı yolsuzlukla mücadelede ne kapatıyor?

Toplum günlük hayatında tecrübe etmediği, aklını başından alan rakamların telaffuz edildiği projelerle ilgili hususlarda, bunun “iş yapma bedeli” olduğunu, mağdurunun da olsa olsa o işi yapan olduğunu düşünmeye meylediyor. Böyle bakmadığında da, yolsuzlukla mücadelenin siyasi güç savaşıyla ilgili pozisyon almak anlamına geleceğinden endişe ediyor. Ayrıca bunun siyasi partiler üstü ve genel olarak bu düzene ilişkin sürekliliği olan bir sorun olduğunu doğru olarak gördüğü için, çaresizliğe bağlı bir kabullenişle, günlük hayatında bunu mesele olarak önceliklendirmiyor.

Basının baskı altında olduğu bir ortamda sosyal medya özgürce düşüncelerin ifade edildiği mecra mı oldu?

Sosyal medya, özellikle de basının kamplara bölünüp her kamptakinin farklı belirlenmiş amaçlara hizmet etmeye başladığı dönemlerde, vatandaşın bilgi için birbirine kenetlenmesinin önemli bir platformu.

Rant yüzünden adil rekabet ortamı sunulmuyor

18 yıldır avukat olarak çalıştığım ana alanlardan biri “hukuk ve ekonomi” disiplini ve bana göre bunun alt kırılım alanlarından biri de “rekabet hukuku”. Türkiye'de, Rekabet Kurumu'nun da üstün gayretleriyle, adil, içerikli ve kıran kırana rekabet kültürü bazı sektörlerde oturdu. O sektörlerdeki hassasiyet düzeyi, gelişmiş ülkelerdekini aratmıyor. Bazı başka sektörlerde ise rekabet dengeleri yapay olarak bozuk. Özellikle de devletin piyasaya ciddi müdahalesinin olduğu sektörlerde, örneğin yüksek hacimde kentsel rantlar oluşturan inşaat sektöründe, sağlıklı bir rekabet ortamı tesis etmek güç.

Yolsuzlukla ilgili çalışmak cesaret olarak algılanıyor

Özel sektörde yolsuzluklarla ve usulsüzlüklerle mücadele teknikleri, benim hem uluslararası alanda hem de Türkiye'de derin çalışmalar ve yayınlar yürüttüğüm alanlardan biri. Onlarca uluslararası yayınımın olduğu ve Paris'ten Tokyo'ya yayılan bir coğrafyada durmadan konuşmacı olarak akademik tarafında da emek verdiğim bir konuda Türkiye'yi çalışmamam düşünülemez. Bu doğal ve gerekli çalışmaların Türkiye'de cesaret olarak algılandığını çok sık tecrübe ediyorum. Bu da Türkiye'de insanlardaki gündelik özgürlük algısının ve gündelik güvenlik yoksunluğu duygusunun ne durumda olduğunu göstermesi bakımından beni üzüyor.

Zaman