Alkol almak suretiyle araç kullanmak yasaktır. 0.50 promil alkol düzeyini aşacak derecede alkol aldığı tespit edilen şoför, 6 ay süre ile araç kullanma ehliyetini kaybedeceği gibi, idari para cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu cezalara rağmen alkol alıp araç kullanmaya devam edildiğinde ise, cezalar ağırlaşacak ve ehliyetin kaybedilmesi gündeme gelebilecektir. Alkol alıp tehlikeli şekilde araç kullanan veya bu vaziyette ölümlü veya yaralamalı trafik kazasına yapan kişi hakkında, Ceza Hukuku kapsamında hapis ve adli para cezaları da tatbik edilecektir. Amaç, bireyin alkol almasını yasaklamak değil, alkol almak suretiyle araç kullanımının önüne geçip, insanların can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Çünkü hukuk, bireyi, toplum düzenini ve kamu barışı ile güvenliğini eşit şekilde korumak zorundadır.

Günümüzde, alkol almak suretiyle trafikte araç kullanımı sorumsuzluğunun devam ettiği ve maalesef ciddi trafik kazalarının meydana geldiği görülmektedir. Birçok insan, bu konuda cezaların yetersiz olduğunu ve artırılması gerektiğini savunmaktadır. Aslında az olan ceza değildir. Kanaatimizce asıl sorun, bilinçsizlik, umursamazlık, sorumsuzluk, aşırı güven, eğitim-öğrenim yetersizliği, başkalarının hak ve hürriyetine saygıda azlık, trafik kazasının ortaya çıkaracağı vahim sonuçları dikkate almama, umursamama ve en önemlisi de mevcut cezaların yeterli şekil ve süratte tatbik edilememesidir. Bu nedenle, sürücü ehliyeti şartlarının daha nitelikli hale getirilmesi, gerek teorik ve gerekse pratik açıdan sürücü adaylarının iyi yetiştirilmesi çok önem taşımaktadır. Çünkü trafik kazasının şakası ve geriye dönüşü yoktur. Özellikle ölümlü ve yaralamalı trafik kazalarında kusurlu olanların bir an önce tespit edilip hak ettikleri ceza ile cezalandırılmaları ve cezalarının infazının da etkin biçimde yapılması caydırıcılık bakımından özel önem taşımaktadır.

Tüm bunlar yapılırken ve ceza sorumluluğu belirlenirken hukukun evrensel ilke ve esaslarından da taviz verilmemelidir. Çünkü hukuk devleti, hiçbir hal ve şartta bu ilke ve esaslardan vazgeçmek suretiyle sorunları çözemez.

Bu ilke ve esaslardan birisi de, masumiyet/suçsuzluk karinesi ve herkesin iddiasını ispatla yükümlü olmasıdır. Dün itibariyle gazetelerde, trafik kazalarının önüne geçmek amacıyla yeni yasa hazırlandığını öğrendik. Buraya kadar bir sorun gözükmüyor. Ancak yasa görüşmeleri sırasında, güvenli sürüş yeteneğinin kaybı ile ilgili bir alkol oranının kabulünde isabet olacağı, alkol almak suretiyle araç kullananların trafik denetimleri sırasında sorun çıkardığı, alkolmetreye üflemedikleri gibi, bu kişilerden sürücü belgelerinin de alınamadığı ifade edilmiştir.
Yasa hazırlığı yapan Meclis Komisyonunun kabul ettiği metne göre; 1.00 promil alkol ve bu sınırın üzerinde alkollü olduğu tespit edilen kişi güvenli şekilde araç kullanma yeteneğini kaybettiği kabul edilecek ve hapis cezası ile cezalandırılacaktır.

Belirtmeliyiz ki, alkol alan sürücünün ehliyetinin geçici süre ile alınması ve para cezası ile cezalandırılması kabul edilebilir. Bunun yanında, aldığı alkolün etkisi ile emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemediği tespit edilen araç sürücüsünün hapis cezası ile cezalandırılmasını anlamakla birlikte, bu halde olduğu belirlenmeyen veya belirlenemeyen araç sürücüsünün, sırf aldığı alkolün miktarından hareketle suçlu sayılıp hapis cezası ile cezalandırılmasını anlamak, Ceza Hukukunda kabul edilen kusur sorumluluğu ve suç işleme kastı ile uyumlu görmek mümkün değildir.

Ceza kanunları, Ceza Hukukunun ilke ve esaslarına uygun çıkarılmak zorundadır. Amaç suçu önlemek olsa da, bunu yapmaya çalışırken sistemi bozup, ileride hatalı kanun ve uygulamalara emsal olabilecek yasal düzenlemeler hazırlanmamalıdır. Güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği net bir şekilde tespit edilmeden, alkollü olduğu anlaşılan araç sürücüsünün güvenli şekilde araç sevk ve idare edemeyeceğini bir kanuni karine ile kabul etmek doğru olmayacaktır. Şüphe sanık aleyhine kabul edilemez. Bu aşamada ihlal edilen, alkol kullanma yasağıdır. Alkol alıp araç kullanan sürücünün güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği, bu yasağın ihlali gerekçe gösterilerek kabul edilemez.

Dahası, alkolmetreyi üflemeyenlerin de yine 1.00 promil alkol gibi kabul edilerek, alkol almak suretiyle araç kullandıklarından bahisle idari cezaların yanında bir de hapis cezası ile cezalandırılmasını öngörmek, tam manası ile masumiyet/suçsuzluk karinesinin yerine suçluluk karinesine yer verip, ispat yükünün iddia edenden suçlanan kişiye geçmesine yol açacaktır. Bu tür bir düzenleme, en basit açıklama ile İnsan hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2 ve Anayasa m.38/4 güvence altına alınan masumiyet/suçsuzluk karinesine, yani bir suçla itham edilen herkesin suçluluğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılacağı ve ispat yükünün de suçlayana ait olacağı ilkesine aykırıdır.

Getirilmesi düşünülen kural, alkolmetreye üflemek istemeyen kişinin sırf bu nedenle 1.00 promil alkollü olduğunun kabul edilmesini öngörmektedir. Sürücünün alkol alıp almadığının tespiti, alkolmetreye direnmesi halinde kan testi ile anlaşılabilir. Ancak alkol alıp almadığı, aldı ise ne kadar aldığı belirlenmeyen araç sürücüsünün, sadece alkolmetreye üflemediğinden bahisle, bu direnci sebebiyle cezalandırılmayıp veya kan testine tabi tutulmayıp, 1.00 promil alkollü olduğunun kabulü ile cezalandırılacak olması, tam manası ile yanlıştır. Bu yanlış, “hukuk devleti” ilkesini zedeler.

Bu noktada akla, “o da alkolmetreye üflese idi, çeksin cezasını” veya “kazalar böyle önlenir, düzen böyle sağlanır” fikirleri gelebilir ki, yüzeysel bir bakışla haklı görülebilecek bu düşüncenin, demokratik hukuk toplumunda yeri olamaz ve bu tür anlayışla sorun çözülemeyeceği gibi, hukukun evrensel ilke ve esasları da kaybedilir.

Bu düzenleme, “içmeden sarhoş olmak” deyimine uygun düşebilir, fakat ceza sorumluluğu açısından kabul edilemez. Hiç kimse, peşinen suçlu görülemez ve suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda bırakılamaz. Tarihte uygulandığı görülen bu anlayış, Orta Çağ sonrasında terk edilmiştir.

Umarım hazırlanan yasa çalışması basına yanlış yansımış veya sehven bu şekilde kamuoyuna aktarılmış olsun. Aksi halde, “trafik kazalarını önlemek” gerekçesi altında toplumun ilk bakışta hoş göreceği, fakat birçok aksaklığa ve haksızlığa sebebiyet verebilecek, en önemlisi de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasaya aykırı bir yasal düzenleme ile karşı karşıya kalınabilir. Kanun koyucunun bu yanlışlığa düşmeyeceğini, yasal düzenlenmeyi hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun şekilde çıkaracağını ümit etmekteyim.
adalet.org