Adalet Komisyonu günlerdir HSYK Yasasındaki değişikliği tartışıyor. Öncelikle şu söylenmelidir ki bu sorun hukuki bir sorun değildir. Eğer bunu hukuki bir sorun olarak ele alacaksak yani bir yasa yapma meselesi olarak değerlendireceksek, hukuk fakültesi 1’inci sınıf öğrencisi de literatürü tarar, bu yasanın gerçekte Anayasa’ya uygun olup olmadığını çok net bir şekilde ortaya koyar. Bunu niçin söylüyorum? Teşhis önemli de onun için. Aslında teşhisi hiç görmüyoruz. Onun için öngördüğünüz çözüm de hatalı, onu vurgulamak için söylüyorum. Çünkü HSYK’nın yapısı, Anayasa hukukuyla ilişkisi, Türkiye’nin hukuk alanında en çok birikiminin olduğu alandır. Defalarca değişiklikler yapıldı, defalarca sempozyumlar düzenlendi, uluslararası geziler düzenlendi. Dolayısıyla, bir kere, sorunumuz hukuki değil ya da salt hukuki değil. Kuşkusuz, Anayasa’nın maddelerini okuyoruz, Anayasa’ya temas eden yanları var, İç Tüzük’e temas eden yanları var ama biz burada sanki bir oyun oynuyoruz, buna ilişkin bir tartışmaymış gibi yapıyoruz. Bunu sizler de söylediniz.

Tabii, buna gelmeden önce, yaşadığımız tatsız olayla ilgili birtakım şeyler çalındı kulağıma: ‘’Ömer Faruk Eminağaoğlu Yargıçlar Sendikasının Genel Başkanıdır. Yargıçlar Sendikası da hâlen faal bir sendikadır’’.

Hayır, yok, o değil. O YARGI-SEN’di, kapatıldı ve Avrupa Birliğiİlerleme Raporu’nun 60’ıncı sayfasında da o sendika var. Yani şu anda var olan bir sendika. Yürüyen bir dava süreci de yok bildiğim kadarıyla. Kapatılan YARGI-SEN’di. Buradan arkadaşlarımız var. Dolayısıyla, bir mesleki temsiliyeti de var. Gerçi olmasa da arkadaşlarımız herhâlde bu muameleye maruz bırakılamaz.

Buraya gelmişken -ben şiddetten hoşlanmam ama şiddetle karşı karşıya gelince de kaçmam- bana yönelik öyle müdahaleler olacaksa hiç böyle uçan tekmeye, aradan atmaya falan gerek yok. Bu niyetlerini bana bildirirlerse arkadaşlar, beraber, sakince çıkarız bir yere, kozumuzu paylaşırız, Onu da söyleyeyim.

Şimdi, bu noktaya niye geldik? Tabii, aslında benim burada bulunmam bazı şeyleri söylememenizi gerektirirdi ama… Burada çünkü masumiyet karinesinden bahsediyorsunuz, yargı üzerinde yapılan siyasi açıklamalardan bahsediyorsunuz.

Şimdi, birkaç örnek vereceğim size, Sayın Adalet Bakanı burada olduğu için onunla ilgili örnek vereceğim ben, yanlış da anlaşılmasın. Bu tutarsızlıkları vurgulamak için falan değil. Çünkü eğer tutarsızlıklarıvurgulayacaksak çok fazla, belki ciltleri dolduracak şeyleri buluruz. Birincisi, Sayın Bakan ÇHD’li avukatlara yönelik soruşturma sonrası bir açıklama yaptı, “On beş tane çelik kapı var. On beş tane çelik kapı orada makul müymüş? On beş çelik kapı ne geziyormuş orada?” dedi ve yapılanların kanuna uygun olduğunu söyledi. Oysa iddianamede o çelik kapıları göremedik. Acaba aynı şeyi bakanın oğlunun evinde bulunan çelik kasalar için de düşünecek mi? Bakın, nasıl hemen tarih öğretiyor, değil mi insana? Acaba altı çelik kasanın da makul mü diye yorumunu yapacak mı? Birinci örnek buydu.

Bir diğeri benimle ilgili. Yine Sayın Bakan “Burada bulunmayanlarla ilgili, burada olmayan kişilerle ilgili açıklama yapılmasın.” dedi ama Trabzon’da bir açıklamasında, benimle ilgili tasarrufta bulunan bir yargı uygulamasına ilişkin ben orada olmadığım hâlde, cezaevinde olduğum hâlde çok uzun değerlendirmeler yaptı. Pekâlâ, yürüyen işin hukuka uygun olduğunu, üstelik hâlâ hâkimlerin elindeyken iş, savcıların elindeyken, yürüyen işin hukuka uygun olduğunu, üstelik Türkiye’de tüm hukukçular bunun böyle olmadığını söylediği hâlde, böyle bir tespitte bulundu. Tabii, böyle değil. Eğer bu noktaya geldiyseniz ya eskiden yanlıştınız, bunu çok samimi olarak söylüyorum, şimdi de orada kalın diyemeyiz hiç kimseye. Nitekim Sayın Bakan -yine ondan örnek veriyorum- “Yanlış yaptık, dönmesini biliriz.” dedi bir yerde. Bunu gazeteler Balyoz ve Ergenekon soruşturmalarıyla ilgili söylediğini belirttiler ama yine yanlış yapıyorsunuz. Bizim derdimiz bu. Yanlış anlamayın.

Biz HSYK’yı savunmuyoruz, HSYK’nın ne mal olduğunu çok iyi biliyoruz biz. HSYK’nın elinde Didem Yaylalı’nın kanı var. HSYK, giysisinden dolayı, yaşam tarzından dolayı gencecik bir hâkim stajyerini mesleğe kabul etmedi ve o hâkim stajyeri öldü. HSYK’nın elinde Roboski’de öldürülen 34 çocuğun kanı var çünkü o soruşturma yıllarca oyalanırken kılını kıpırdatmadı ve takipsizlikle sonuçlandı. HSYK’nın elinde, sürülen yargıçların, Tuncay Aslan’ın, Şeref Akçay’ın, Oktay Kuban’ın, Köksal Şengün’ün, Zafer Başkurt’un, Yılmaz Alp’in, Kasım İlimoğlu’nun ve birçok yargı derneğinin sürgün kararlarının o iğrenç mürekkebi var, hâlâ var. Biz HSYK’nın ne mal olduğunu biliyoruz, onun için bu altmışaltı sayfalık yazıyı, inanın, okumadım bile çünkü öyle bir HSYK var ki suçla karşı karşıya bıraktığı hâkim, savcılara dosya inceleme iznini bile vermiyor. Bundan daha ağır bir mobbing olabilir mi?

Onun için, bizim savunduğumuz HSYK falan değil. 160 üyeyi Yargıtaya, 51 üyeyi de Danıştaya 5.500 hâkim arasından bir dakika bile zaman ayırmadan seçen bir HSYK’dan bahsediyoruz. Bunlar 160 yargıcı, hepsi ayrı meslekten gelen kişiler olduğu hâlde yedi sekiz gün içerisinde nasıl tanıdılar, nasıl elediler ve oy birliğiyle seçtiler? HSYK böyle bir HSYK.

Tabii, HSYK derken, orada siz de vardınız. Sizin bakanınız başkanlık yapmıştı, sizin müsteşarınız oradaydı. Onun için bizim savunduğumuz HSYK falan değil ama yaptığınız yanlış. Ne yaptığınızı anlıyoruz az çok. Yapmak istediğiniz şey şu: Eğer zaten bunun Anayasa’ya aykırı olmadığını düşünüyorsanız aranızda uzlaşmaz bir çelişki var demektir hukuk anlayışına ilişkin, hatta dile ilişkin bir uzlaşmaz çelişki vardır, onu da burada çözemeyiz biz. Siz de biliyorsunuz bunu ama yapılmak istenen şey şu: Anayasa’ya aykırı olduğu biline biline bu yasa çıkarılacak, Cumhurbaşkanına gidecek, Cumhurbaşkanı bu fraksiyonlar arası kavgada muhtemeldir ki cemaatten yana tavır alacak, tekrar gönderecek, onaylanacak ve birkaç hafta içerisinde de kıyım başlayacak yargıda. Ve iyi tanıyamadığınız için de yine yanlış şeyler yapacaksınız; çünkü bunu daha önceden sizin mirasçısı olduğunuz anlayış yapmıştı. Şu anda Anayasa Mahkemesi’nin başındaki Haşim Kılıç da Anayasa’ya aykırı bir yasayla oraya geldi. Gelmesini sağlayan Sayıştay Kanunu’nun ek maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği hâlde utanmadan hâlâ o koltukta da oturabiliyor. Nasıl bir hukuk anlayışı, onu da anlayamıyorum tabii.

Şimdi, buraya nasıl gelindi? Buraya şöyle gelindi: ilk önce dışarıya bu kavga MİT kriziyle yansıdı. MİT krizi sonrasında Başbakan dâhil herkes, kendisine yönelik, yargıdan bir saldırı olduğunu ve bunun arkasında da cemaatin olduğunu söyledi. Cemaat de Fethullah Gülen cemaati. Ama ondan sonra siz ne yaptınız? O zaman tespit ettiğiniz bu darbeye ilişkin sonra ne yaptınız, niye uzlaştınız? Yargıtay’daki, HSYK’daki bu adımları kimlerle, ne karşılığında anlaşarak attınız? Önce bunlara dair bir şeffaflaşma gerekmez mi? Yanlış yapıyorsunuz. Niye yanlış yapıyorsunuz? Bu 160 üyeyi ve 50 üyeyi seçerken ondan daha birkaç ay öncesine kadar “Yargıtay’da ve Danıştay’da fazla üyeye ihtiyaç yok, istinafları kurmamız gerekir.” dediniz ama bunlar atandıktan sonra bu sefer de “İstisnaflara gerek yok, üyeler yeterli.” dediniz. Yani yargıyı tanımama gibi bir sıkıntınız da var. Nasıl gelindi? MİT Yasası sonrası gerekli önlemler alınmadı, el ele, kol kola bir sürü yurttaşın cezaevine atılmasını, bugün Başbakanın da itiraf ettiği gibi haksız yere cezaevinde yaşamını yitirmesini arkadaşlarımız anlattı. Kuddusi Okkır’dan Yarbay Ali Tatar’dan bahsettiler. Birçok insanın ölümüne birlikte sebep oldunuz. En azından buna dair bir öz eleştiri getirin, buna dair bir itirafta bulunun; nasıl oldu biz de bilelim ve beraberce çözelim bunu. Çünkü getirdiğiniz çözüm değil, inanın bana çözüm değil. Çünkü, birlikte yaptığınız hırsızlıklar, yolsuzluklar bu iddialarla önünüze gelecek, çocuklarınızın önüne gelecek dosyalarda adil yargılanmak istiyorsanız gelin, Türkiye’deki bu konuya etki edebilecek tüm siyasi aktörlerle, yargıya ilişkin tüm aktörlerle bir araya gelin, önce bakalım sorun neymiş, sonra çözüme ilişkin bir ortaklaşma bulalım, ondan sonra çözelim bunu, çünkü bu yaptığınız çözüm değil. Yine aynı şeyle karşı karşıya gelecekseniz, siz bu yasayı çıkarıncaya kadar, istediğiniz yargı düzenini kuruncaya kadar başınıza zaten korktuğunuz şeyler gelecek. Eğer şu ortaya çıkan şeylere, tekrar ediyorum, ayakkabı kutularına, dışarıya sızan bu bilgilere, şunlara, bunlara sahiden inanmıyorsanız, sahiden “bunlar bir komplo” diyorsanız dediğim gibi aramızda uzlaşmaz bir çelişki var demektir. Yok, gerçekten bunun tuzak olduğuna inanıyorsanız da bizi o konuda bilgilendirin, görelim bakalım. Çünkü, anlaşılıyor ki siz ha bire bize bir şeyler söylüyorsunuz bu yolsuzluk meselesi açılınca; ‘’UYAP’ta şöyle, 3 soruşturma nasıl’’ Siz bunları nereden biliyorsunuz? Yani Adalet Bakanı bilebilir, sizler nereden biliyorsunuz bu soruşturmanın detayını? Biz bilmiyoruz, size bu servis nereden yapılıyor? Değil mi? Yani böyle bir sıkıntı da var. UYAP’tan bahsediyorum.

‘’Sen nereden biliyorsun’’ diye soruyorsunuz. Niye bilemeyeceğim, sizinle benim aramda ne fark var? Üstelik ben savcılık da yaptım, sizden daha hızlı da nüfuz edebilirim belki. Yani sizin bildiğiniz şeyi kamuoyu niye bilmiyor? O bildiğiniz her neyse açıklayın. Tuzak mı var? Biz de sizin yanınızda saf tutalım. Biz sizin gibi kindar da davranmayız, hukuk neyse onun peşinde koşarız. Onun için tekrar ediyorum, sorununuz hukuk sorunu değil, bir Anayasaya aykırılık sorunu değil, bir yasa sorunu değil, belki de bir dil sorunu, bir ahlak sorunu ve lütfen elinizi vicdanınıza koyun, ahlakınıza, vicdanınıza göre hareket edin. Türkiye’yi yeni bir maceraya, yeni bir çıkmaza sokmayın. Çünkü baş etmek istediğiniz cemaatle bu yöntemle de baş edemezsiniz.



İlhan Cihaner/adalet.org