Polisiye edebiyat uzun yıllar küçümsenen ve  hızla tüketilen yazın ürünleri olarak değerlendirilirken, tür son yıllarda hak ettiği öneme kavuştu. Yazın sektörü 'çoksatar'lara ek iyi polisiyelerle alana katkı sunarken Türkiye'nin ilk polisiye dergisi 221B geçtiğimiz ay okuyucularla buluşarak süreli yayın alanındaki eksikliği giderdi. İlk sayısında Kara Roman'ı mercek altına alan dergi akademik düzeydeki yazılara ek film çözümlemeleri,kitap eleştirileri ve öykülerle okuyucularını bekliyor.

Ocak ayında Türkiye’nin ilk polisiye dergisi 221B yayın hayatına başladı ve yoğun bir ilgiyle karşılandı. Hatta dağıtılır dağıtılmaz tükenen dergi için ek basıma gittiniz. Peki, böylesi bir ilgiyle karşılaşacağınızı düşünmüş müydünüz?

Doğrusu, tahmin etmiştik ama ülkemizin kültürel durumu göz önüne alınca, ne olacağını tam da kestiremiyorduk. Beklediğimizin üzerinde gerçekleşen ilgiyle, 1 haftada 2.baskıyı yaptık. Gerçi insan, siyasi gündemi düşününce “baskı” derken bile tereddüt ediyor. İkinci basımı yaptık diyelim... Ürettiğimiz her işte, insanüstü bir emek ortaya koyuyoruz. Bu emeğin karşılığını alınca sevinmemek elde değil.

Yazılı basının geleceği üzerine epeydir süren bir tartışmada yakın gelecekte yazılı basının tamamen ortadan kalkacağı iddiası ve bunu da destekleyen epey örnek var. Dünya ve Türkiye örneğinde pek çok gazete basılı alandan internet ortamına taşınıyor. Buna karşın son dönemde arka arkaya pek çok dergi yayımlanıyor. Siz de Mylos Yayın Grubu olarak ikinci derginizi yayın hayatına soktunuz. Siz bu tartışmanın neresinde duruyorsunuz?

Bir taraftan, böyle bir eğilim bir çeşit kirlenmenin gerekliliğiymiş gibi geliyor bana. Ama kirlenmenin önüne geçecek radikal bir değişim olmayacağı da aşikar. Diğer tarafta da teknoloji gereksinimi ve insanların “hap” bilgiye olan ihtiyaçları var, bunu da anlıyorum. Gazeteleri, artık elimi “boyamasınlar” diye internetten okumayı tercih etsem de, kitap okuma kısmında romantik sayılırım. Matbu, basılı eserleri okumayı tercih ediyorum.

Evet, aylık kültür-sanat-hayat dergimiz Pulbiber’den sonra ikinci dergimizi de yayın hayatına soktuk. Kültürel anlamda geleceğe kalıcı, somut bir şeyler bırakmak istiyoruz. Bilgisayarların masaüstlerindeki dosyalarda unutulmaya yüz tutacak bir “pdf” yığınında bulunmayı hak etmiyoruz. Üstelik, e-yayıncılık, özellikle de e-kitap alanında, ülkemizde oturmamış pek çok sorun var. Satışları şeffaf bir şekilde takip edemiyorsunuz, yazar ve çevirmen telifleri şu anki uygulamarla hak kaybına yol açıyor vesaire. Epey yol alınması gereken ciddi sorunlar bunlar. E-kitap olarak kitaplarını okurlara sunan pek çok yayınevinin de bu konuda ne kadar etik davrandığı bir muamma. O yüzden, matbu basımda ısrara devam edeceğiz.

Güçlü bir yayın kurulunuz var. Polisiyenin duayen isimlerinden Erol Üyepazarcı, uzun yıllardır polisiyeyi radyodan ve gazeteden bize aktaran Sevin Okyay, Ahmet Ümit, Celil Oker, Suphi Varım, Algan Sezgintüredi gibi sevilen yazarlar ve polisiye gönül vermiş pek çok uzman isim. Peki, dergiye yazmak isteyen amatör isimler ne yapabilir?

221B’de okurlardan gelecek ve polisiye üzerine emek verilmiş her türlü üretime açığız. İlk sayımızda da bir okur öyküsü yayımladık. Okurlarımız, [email protected] adresi üzerinden bizimle iletişime geçebilir... Genç ve usta yazarlarla bir çeşit usta-çırak ilişkisi kurmayı ve bu alanda kültür dünyamıza yeni isimler katmayı düşünüyoruz. Öykü editörlüğümüzü Algan Sezgintüredi yapıyor. Bize ulaşan diğer yazıları da yayın kurulumuzda değerlendiriyor ve genç arkadaşlara mutlaka olumlu ya da olumsuz dönüş yapıyoruz.

Dergi akademik bir yayın gibi bir yandan. Kitap tanıtımları ve röportajlarla bu hava kırılmaya çalışılmış ama makale tadındaki yazılarla biraz da bu alandaki başvuru kaynağı olmayı mı hedeflediniz? Yani çabuk tüketilen, çıtır bir dergi yerine hazmı daha zor ama arşivlik bir yayın kurgulamışsınız gibi düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Dergiyi yayımlamayı düşündüğümüz andan itibaren, arşivlik sayılar yaratmayı kendimize hedef belirledik. Bunun takdirini okurlar verecektir elbette ama ilk sayımızda aldığımız olumlu eleştiriler doğru yolda olduğumuzu gösteriyor.

Çizgiromandan akademik çalışmalara, dizi ve film eleştirilerinden röportajlara kadar geniş bir yelpazemiz var... Dergi 2 aylık periyodlarla yayımlanacağı için, tadına vara vara okunmasını istedik. Furya haline gelen ve tabiri caizse “aşure” tadında, bütünlük içermeyen bir dergicilik anlayışından uzak duracağız. Hem Pulbiber, hem de 221B’yi hazırlarken bu ilkeleri şiar edindik. Biz, yayıncılık dünyasının “moda” akımlarına eklemlenmek ve tiraj kaygısı yaşamak için değil, hakkını vererek kültür yayıncılığı yapmak için uğraşıyoruz... Başta da söylediğim gibi, günümüzün “hap” bilgi ihtiyacını karşılamak değil hedefimiz. Diğer türlüsü, emek ve birikimimize, okurlarımıza haksızlık olur zaten.

2.sayımızda sayfa sayımızı da arttıracak, bundan sonra 96 sayfa olarak çıkacağız.

Ülkemizde polisiye uzun yıllar küçümsenen ve edebi nitelik taşımayan metinler olarak kabul gördü. Dünya literatüründe böyle bir tartışma olmamasına rağmen yazarlar kendilerine polisiye yazar sıfatı verilmesinden gocundu. Örneğin Kemal Tahir, F.M.Duran müstear ismiyle yazdığı Mayk Hammer serisini para kazanmak amacıyla yazdığını söyler. Aslında iyi polisiye gibi kötü polisiye de var. İyi edebiyat ve kötü edebiyat gibi. Peki, bu tartışmanın kaynağı nedir? Nereden bu önyargı?

Dünya edebiyatı 20.yüzyılın ilk çeyreğinde “polisiye, edebiyatın üvey evladıdır” önyargısını aştı. Bizde bu algının çok uzun yıllar kırılamamasında, edebiyat eleştirmenlerinin de büyük payı var. Değerlendirmelerinde polisiye edebiyatı genellikle görmezden geldiler. Halbuki, sizin de dediğiniz gibi iyi ve kötü edebiyat vardır, türlerden bağımsız. Polisiyenin iyi yazar ve eserlerini, edebi nitelikten soyutlamak ilginç ve çok da iyi niyetli olmayan bir seçim. Toplumsal konulara değinen, çağının tanıklığını yapan o kadar çok iyi polisiye yazarı ve eser var ki, saymaya kalksak sayfalar yetmez. Dediğim gibi, bu tartışma sanırım bizim ülkemizde bu kadar uzun yıllar sürdü. Kaynağında da, derinlemesine incelemeden, polisiyeyi sadece “kaçış edebiyatı”na indirgeyen bir üstten bakış var ve bunun yanlışlığı çoktan kanıtlandı. Nâzım Hikmet’ten Kemal Tahir’e, Sait Faik’ten Eyüboğlu’na uzanan uzun bir liste, polisiye eser ve çevirileriyle edebiyatımıza katkıda bulundu. Bu bile yeterli bir referans noktası sayılamadı uzun yıllar boyunca.

soL yazarı Özgür Şen de 'polisiyenin ideolojisi' üzerine iki ayda bir dergide yazacak isimler arasında bulunuyor.

Kitapçı vitrinlerine baktığımızda gördüğümüz tablo pek iç açıcı değil.  Rafların ön kısmında sergilenmeye imkan bulan kitaplar olarak ya bestseller etiketiyle sunulanları ya da yayıncılık sektörünün kanaat önderlerinin listesine girmeye haiz olmuşları görüyoruz. Siz böylesi bir ortamda sadece polisiye kitaplar basan Labirent Yayınları’nı da ayakta tutmaya çalışıyorsunuz. Biraz bundan söz edebilir miyiz? Bunu nasıl başarıyorsunuz?

İlk günden beri polisiye okurlarına, onların iyi edebiyat algılarına güvendik. Bunun oturması zaman alsa da artık polisiye deyince insanların aklına gelen bir yayınevi var. Zor bir iş yapmaya çalıştığımız, söylediğiniz gibi bir sürü dış etkenle de mücadele ediyoruz. Bugüne kadar, tüccar yayınevleriyle mücadele edebildiysek, bunda en büyük pay okurlarımızdır.

Labirent Yayınları’nda eskilerin  ‘Geceleri Okumayınız’ uyarılarına kulap tıkayıp ‘Geceleri de Okuyun’ diyerek yola çıktınız. 3 senedir inatla, yayın dünyasının ekonomik baskılarına rağmen polisiye basmaya devam ediyorsunuz. "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türkçede Polisiye” serinizde de eski  harflerle basılmış polisyeleri çeviriyorsunuz. Bilmeyen okuyucular için bu diziden biraz söz eder misiniz?

Bu diziyi yayına hazırlayan üç editörümüz var: Banu Öztürk, Didem Ardalı Büyükarman ve Seval Şahin. Onların vakti zamanında Tübitak’a sundukları bir projenin sonuç aşamasında, işin yayıncılık boyutunu üstlenmiş durumdayız. Emeğin büyük kısmı editörlerimizdedir. Özetle, 1884-1928 arasında yazılmış (Latin alfabesinin kabulüne kadar) polisiye eserleri ilk defa Latinize ediyoruz. Bu, bugüne kadar benzeri yapılmamış bir çalışma. Şu ana kadar 8 kitap yayımladık bu diziden, devamı da gelecek.

Son olarak sıkı bir polisiye okuru olarak dedektifinizi/kahramanınızı da sormak isterim?

Sorduğunuz en zor soru bu. Birden fazla isim saymam gerekiyor ancak şunu da ekleyeyim: Kişisel olarak politik, anti-kahramanlı polisiye romanları okumaktan daha fazla zevk alıyorum. Sayacağım isimler de bu minvalde...

Maigret, Sam Spade, Philip Marlowe, Duca Lamberti ve Aurelio Zen en sevdiğim dedektifler diyebilirim.

 

 

 

Kaynak: Haber.sol.org.tr