Türkiye yaşadığı her 24 saati çok hızlı yaşamaya başladı… Normalde haftalara sığacak gelişmeler ve olaylar 24 saate sığar hale geldi… Patlayan bombalar, her bombayla sarsılan siyasi iktidar, duvara toslamamak için ne yapacağını şaşıran Erdoğan yönetimi, yeniden yapılandırılan düzen siyaseti, “Erdoğan gidiyor mu” soruları… Hepsi aynı anda konuşuluyor ve yaşanıyor…

Tüm bu soruları Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Kemal Okuyan’a, İzmir’de Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Haftaya Bakış" sunumundan hemen önce yönelttik…

Sorular ve yanıtlardan oluşan bu siyasi sohbeti soL okurlarıyla paylaşıyoruz…

- Bu son derece yoğun gündemin ortasında “Haftaya Bakış” adı altında bir sunum yapacaksınız. Söylediklerinizin boşa çıkmasından korkmuyor musunuz? Her gün, her saat yeni bir gelişme yaşanıyor.

- Bu soruya, bütün bu değerlendirmeleri neden yaptığımıza açıklık getirerek yanıt verebilirim. Şu anda Türkiye’de ve Türkiye’yi ilgilendiren konular dahil dünyada tek bir doğrultu yok, olamaz da. Ülke içinde egemen sınıfın değişik hizipleri ve kanatları kavga halinde… Bu kavga dünya ölçeğinde ve tek tek ülkelerde sürmekte olan çekişmelerden bağımsız değil. Böyle bir ortamda “kesin” konuşmak  olmaz. Birbirini çelen girdiler yapılıyor, bunların hangi sonucu doğuracağını bilemezsiniz. Dolayısıyla tahminde bulunmaya, gelecekte yaşanacakları kestirmeye çalışmıyoruz.

- Ama sürekli yazıyorsunuz, toplantılar düzenliyorsunuz ve bazı öngörülerde bulunuyorsunuz…

Gelişmeleri takip etmek her sorumlu insanın görevidir. Ancak biz, siyasi mücadele veren kişiler olarak yazıyor, konuşuyoruz. Dünya görüşümüz, sorumluluklarımız var. Temel yükümlülüğümüz, gelişmeler karşısında en sağlıklı, devrimci tavrı alabilmek; bu tavrı yaygınlaştırmak... Bunun için temel aktörlerin, farklı sınıf güçlerinin davranışlarını okumak ve elbette bazı öngörülerde bulunmak gerekiyor.

- Bu riskli değil mi?

Toto oynayanlar risk almaktan korkarlar... Oysa biz devrimci bir çizginin güçlenmesi için değerlendirme yapıyoruz. Tek tek olayların, kimi örneklerde değerlendirmelerimizle çelişmesinden korkmayız. Çünkü önceden belirlenmiş bir çizgide gelişmeyeceğini biliriz olayların. Birbirini çelen, hatta hiç öngörülemeyecek girdilerle karşılaşılabilir. Olaylara fazla kaptırırsanız, bir oraya bir buraya bakmaktan şaşı olursunuz. Temel eğilimleri yakalamak, onlara odaklanmak gerekir. Bunu yapmazsanız sürüklenir gidersiniz. Çünkü insanı aptallaştıracak miktarda veri var ortalıkta.

- Örneklerden devam edelim isterseniz. Siz bir süredir Türkiye’de patlayan bombaların Erdoğan’ı zayıflatma amacını taşıdığını söylüyorsunuz. Ancak her defasında Erdoğan’ın durumu güçlenmedi mi?

Şu anda güçlü bir Erdoğan mı görüyorsunuz? Bugün 22 Mart… Bugün Tayyip Erdoğan, hükümetiyle, medyasıyla, diplomasisiyle, bürokrasisiyle bayağı dağılmıştır. 2015’in ortalarından itibaren gerçekleşen katliamların bir bölümünü, Erdoğan kendi lehine değerlendirmeyi becermiştir. Ancak sürecin bütününe bakarsanız, Erdoğan bir yönetememe sorunu ile karşılaşmış durumda.

- Bu Erdoğan’a hak vermek anlamına gelmiyor mu?

Erdoğan hiç haklı olamaz! Misyonu, duruşu, konumu itibariyle haklı olamaz… Evet, şu anda Erdoğan’la uğraşıyor emperyalist merkezler. Bu ne Erdoğan’ı, ne de emperyalist merkezleri aklar. Ne de bizim bu iki olguya karşı tavrımızda bir değişiklik olur. Zaten ısrarla bunu vurgulamamızın nedeni de, insanlarımızı uyarmak.

- Biraz açmanız mümkün mü?

2013’ten beri ABD Erdoğan’a yaslanamayacağının farkında. ABD’nin bunu gördüğünü söylüyoruz zaten. Suriye’deki tıkanma ve Haziran direnişi... Ortadoğu’da Yeni Osmanlı’nın tıkanması ve Türkiye’de halkın belli bir kesiminin Erdoğan Türkiye’sini asla kabullenmeyecek olması… Bu var. Ancak hayat bundan ibaret değil. Erdoğan ciddi bir kitle desteğine sahip ve kendini kurtarmak için her türlü işe kalkışacak biri. Yani kullanılmaya açık. ABD ile Rusya arasında Ukrayna’da başlayan ve tırmanan gerilim de kıymete bindi tekrar. Israrla “Erdoğan bitti” dememizin nedeni, yan gelip yatmak değil, emperyalist merkezlerin ve Türkiye sermayesinin bir bölümünün niyetlerine karşı uyanıklık çağrısı yapma ihtiyacı hissetmemiz. Bugün Erdoğan sallanıyor. Ancak yine gitmeyebilir, süresini uzatmak için yeni manevralar yapabilir. Ama bir şey değişmez: Halkımız için daha iyi olmayan seçenekler hazırlanıyor. Komünistler bir yandan Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadeleyi yükseltirken, öte yandan bu seçenekler konusunda uyarmak zorunda. Uyarırken de elbette yaşananların arka planını göstermek zorundayız. Şimdiye kadar bunu yaptık, yapacağız da. Bugün 22 Mart, Rıza Sarraf’ın ABD’de tutuklanmasının Erdoğan açısından nasıl bir anlamı olacağının herhalde farkındayız. “ABD’de demokrasi var, hukuk var” diye mi düşüneceğiz!

- Ne var? Bunu nasıl değerlendirmeliyiz?

ABD aynı anda hem İran, hem Türkiye siyasetine müdahale ediyor. Zaten başka türlüsü mümkün değil. Erdoğan’ın buradan hasar almaması mümkün değil. 2015 başından itibaren Türkiye’de kritik siyasi aktörlere “ABD gerekirse darbenin önünü açacak” bilgisi fısıldandı. Bu bir yandan AKP içindeki bazı unsurları cesaretlendirmek amacını taşıyordu, bir yandan da Türkiye siyasetinin yeniden yapılandırılmasını. Şimdi artık fısıldanmıyor, açık açık yazılıyor.

- Türkiye siyasetinin yeniden yapılandırılması derken kastettiğiniz HDP mi?

Yalnız HDP değil. HDP ve CHP… HDP’nin, genel olarak Kürt siyasetinin AKP destekçiliğini ilk söyleyen ve eleştirenlerdeniz. Ancak HDP’nin aniden AKP karşıtlığının şampiyonluğunu yapacağını da biz söyledik ve bunu bazı güçlerin Erdoğan’sız bir Türkiye’yi tercih etmeye başlamaları ile açıkladık. HDP’nin Haziran seçimleri öncesinde CHP kitlesine nasıl büyük bir hızla yaklaştırıldığı, orada benimsenmesi için uğraşıldığını hep beraber gördük. Erdoğan da gördü ve bu süreci durdurmak için yeni hamleler yaptı. Ne CHP ne HDP bu hamlelere yanıt verebildi ve bu kez Türkiye yeni bir şiddet hatta savaş sarmalına girdi.

- PKK liderlerinden Cemil Bayık Erdoğan, AKP düşünceye kadar mücadele edeceklerini açıkladı, Murat Karayılan ise çözüm sürecine geri dönülmesi çağrısı yaptı. Diyarbakır’daki Newroz mitinginde de mesajlar AKP’yi masaya döndürme doğrultusundaydı...

Bunlar birbiriyle çelişmiyor. Şu anda “barış” söyleminin AKP’de bir karşılığı yok. “Şu anda” vurgusunun altını özellikle çiziyorum. Sıkışan Erdoğan’ın ne yapacağını kestiremeyiz. Kürt siyasetinin de ilkelerle hareket etmediği ortada. Ancak şu andaki veriler Erdoğan’ın işinin çok zorlaştığı yönünde. Çıkış kapısı bulmakta zorlanacak. Bulduğu çıkış kapısı Merkel Avrupası ama orada işler iyi gitmiyor. Merkel güç durumda, dahası Brüksel bombalamaları sonrasında “göçmen anlaşması” askıya alınabilir.

- Brüksel saldırılarının Türkiye ile ilgili boyutu olabilir mi? Tam da Erdoğan “Brüksel’de bombalar patlayabilir” dedikten birkaç gün sonra…

IŞİD’in bütün büyük eylemlerinin bir mantığı var. Komplocu düşünmüyorum; bu kadar “ince iş” eylem yapan pek az örgüt var. Brüksel’deki saldırıların bir “intikam”dan ibaret olduğunu düşünen aldanır. Erdoğan “terör herkesi vuruyor” diyebilir ancak Türkiye IŞİD’in destekçisi olarak görülüyor ve her geçen gün bu daha fazla telaffuz ediliyor. Ben bu saldırının Türkiye-AB ilişkilerine dönük bir boyutu olduğuna inanıyorum. Bundan ibaret değildir ama kesinlikle böyle bir boyutu vardır.

- Türkiye’deki bombalara dönecek olursak… Ankara’daki son patlamadan sonra, kaotik bir sürece girdiğimizi, bombaların bu nedenle patladığını yazdınız, buna bazı eleştiriler geldi…

Buna mı? Türkiye’nin kaotik bir sürece sokulmak istendiği ve patlamaların buraya denk düştüğü tezinde bir özgünlük bile yok; buna itiraz etmek için uzayda yaşıyor olmak gerekir. soL yazarlarının ve benim yazdıklarımızda özgün olan bu değildi. Özgün bir şey varsa, Türkiye’de yaşanan kimi gelişmelerin tutarlılığı ve devrimci bir konumlanışın koordinatlarıydı.

- Türkiye’de darbe tehlikesi var mı?

Yetmez ama evetçilerin çok gürültü çıkardığı sırada Türkiye’de askeri darbe olasılığı yoktu. Bugünkü dengelerde ABD’nin desteklemediği darbe olmaz. Bugün var. TSK’nin Erdoğan’ın emrinde olduğunu söylüyorlar; bu işler öyle olmuyor. Üç gün sonra Erdoğan yalnızlaşırsa kimse şaşırmasın. Evet, darbe seçeneklerden biri. Ancak ben AKP’yi içeriden çözeceklerini düşünüyorum. Darbe söylentileri bu işe yarıyor. Ama bir noktadan sonra söylenti olmaktan çıkabilir.

- Peki Erdoğancı bir darbe mümkün değil mi?

O darbe yapılmadı mı daha!

- Yani asker destekli açık bir İslamcı faşizm?

Bakın, Erdoğan bugünkü haliyle dahi sistemi fazlasıyla zorluyor. Kapitalizmin iç dinamikleri daha fazlasına ancak savaş koşullarında izin verir. Ancak ABD ve Rusya arasındaki gerilimin belli bir noktada kontrol altına alındığını görüyoruz. Putin’den anti-emperyalist bir kahraman çıkarmak isteyenler azıcık üzüldü ama Rusya bugünkü haliyle kendi üzerindeki kuşatmanın hafiflemesinin ötesinde bir iddia taşıyamaz. Şu anda ABD ve Rusya arasındaki “yumuşama” son derece kırılgan, ani dönüşlere gebe ama en azından bundan 3-4 ay öncesine göre daha kontrollü. Erdoğan için kötü haber bu. Elinde Rus kartı da kalmadı. O uçağı düşürmeyecekti!

- Ancak içeride bu kadar güçlü bir desteği varken, neden açık bir kanlı faşist diktatörlük kurmasın?

Bunu denemeyeceğini söyleyemem. Ancak faşizm kişisel ihtirasların ya da tercihlerin ürünü değil. Sermayenin bugün buna ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Altını çizeyim: Bugün. Ayrıca unutulan bir mesele var. Türkiye’de darbeler her zaman kentli nüfusun desteğiyle gerçekleşti. Farklı bir içerikteydi ama 27 Mayıs da bir askeri müdahaleydi ve kent merkezleri Demokrat Parti’yi yalnızlaştırdı. 12 Mart ve 12 Eylül de, “huzur” arayan ve emekçilerden orta sınıflara kadar tüm kentli yığınları aldatarak iktidara geldi. Bugün huzur arayışı artık AKP’ye yaramıyor. Kimi solcuların küçümsediği modernist kentli nüfus bugün AKP faşizminin kurumsallaşmasının önündeki temel engel. Örgütsüz, pusulasız olmasına rağmen. Haziran’da, Gezi’de bunların bir bölümü harekete geçti. Türkiye’de büyük kentleri, kent merkezlerini kontrol etmeden mutlak iktidar kuramazsınız.

- O halde siz bu kesimleri yine aldatmaya dönük bir tezgâhtan söz ediyorsunuz. Yani AKP’ye seçenek oluştururken bir tuzak kurulacak.

Kuşkunuz olmasın. Bu kesimlerin öfkelerini gösterdiler ve sonra çaresizlik hissine kapıldılar. Çaresizlik kabulleniş demektir. Erdoğan’ı değil ama Gül’ü, darbeyi, ne bileyim başka çözümleri kabul edecek haldeler. Buna karşı harekete geçmeyeceksek komünistler ne işe yarayacak? Ve en doğrusu, bu sahte çözümleri boşa çıkaracak bir içerik ve hızda mevcut siyasal iktidara karşı açık, net bir mücadeleyi örgütlemek.

- Az önceki konuya dönmek istiyorum. Kentli modernist bir kesimden söz ettiniz. Peki bu kesimler Türkiye’de sosyalizm mücadelesine omuz verebilirler mi?

Bakın, bu kesimin içinde şu anda açığa çıkmayan ciddi sınıfsal ayrımlar, karşıtlıklar var. Kent merkezlerinde sadece orta sınıfların yaşadığını sanmak bönlüktür. Türkiye işçi sınıfının en gelişkin, en eğitimli, örgütlenmeye en açık kesimi büyük kentlerde, bu kentlerin merkezlerinde yaşıyor. Bunlar orta sınıf reflekslerine açıklar ve bu çok doğal. Ancak bu kesimlerin aklını özgürleştirmek için mücadele etmeden, sosyalizmin Türkiye’de bir geleceği yok.

- Peki Erdoğan gidiyor mu?

Bu soruya yanıt vermemeliyiz. Şunu söylemeliyiz: Hesaplaşmayı halk yapmalı. Emperyalistlerin, tekellerin ne kadar sahtekâr olduğunu bilmemiz yeterli. Onların derdi kendi düzenleri, çıkarları. Buna karşı çıkmaksa bizim görevimiz. Müneccimlik yapmayacağız, uyaracağız. AKP iktidara geldiğinde uyardık, Ergenekon’da uyardık, Arap Baharı’nda uyardık, çözüm sürecinde uyardık, “Selocan” çıkışında uyardık, şimdi de uyarıyoruz. Evet bütün bu süreçlerde öngörülerde bulunduk ancak tahminde bulunmak için değil, doğruda durmak ve doğru yerden müdahale etmek içindi. “Erdoğan’ı götürecekler” bu anlamda bir hava tahmini değil, uyarıdır. Devrimcilerin siyasi analizi başka türlü olamaz. Gider ya da gitmez, bu ayrı. Ancak baskın eğilimi bulmak zorundayız. Ortalamacılıkla, her şeyi söyleyerek devrimci tavır geliştiremezsiniz. Arap Baharı’nda Arap halklarının öfkesi vardı elbette, bunu da söyledik. Ama bunu herkes söyledi; bu işin emperyalist bir tezgâha denk düştüğünü söylemekti önemli olan. İş işten geçtikten sonra değil, başlangıçta. Sağlıklı bir sınıfsal bakışınız varsa, gerçekleri çarpıtmıyorsanız, risk almaktan korkmazsınız. “Erdoğan gidiyor mu” sorusuna yanıt aramayalım. “Gitmeli” diyelim. Bugün Özgür Şen yazdı, Türkiye’de halkın önündeki kilidi açar, açabilir. Devreye girilebilir, emperyalizmin, ılımlı gericilerin, sermayenin oyunu bozulabilirse. Ve herhalde Erdoğan’a sahip çıkacak değiliz.

- Çok teşekkürler...

Ben teşekkür ederim.

Kaynak: Haber.sol.org.tr