Komünist Parti İzmir İl Örgütü’nce düzenlenen “Gericiliğe asla boyun eğmeyeceğiz” başlıklı Mustafa Suphi ve yoldaşlarını anma toplantısı Tepekule Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil, 

Enternasyonal Marşı’yla başlayan etkinliğin açılış konuşmasını Komünist Parti İl Komitesi adına Mert Çelikbilek yaptı.

Bundan 3 yıl önce, 2013’te yine aynı salonda düzenlenen kitlesel toplantıda “Türkiye AKP'nin anayasasına sığmaz!” dediklerini anımsatan Mert Çelikbilek, “O dönemde bunu vurgularken iki temel başlıktan hareket ediyorduk. Diyorduk ki, AKP frenleri patlamışçasına dibe sürüklenirken, daha fazla saldırmaktan başka bir seçeneği yok. Daha fazla saldırmak, daha fazla gericileştirmek zorunda. İktidarda kalmak için tek çareleri bu. Aslında tam da bu nedenle AKP için kamusal ve toplumsal hayatın gericileştirilmesi, dinselleştirilmesi bir tercih değil, zorunluluktur. Bunu söylerken, aynı zamanda başka bir şeye de işaret ediyorduk. Diyorduk ki, Türkiye'de küçümsenmemesi gereken bir aydınlanmacı birikim var ve Türkiye halkı mümkün değil bu gerici dayatmaya boyun eğmeyecektir” dedi.

Bugün gelinen noktada değişen bir şey olmadığını vurgulayan Çelikbilek, şunları söyledi:

Üç sene önce vurguladığımız şeyler bugün hala geçerli. Ancak, Türkiye'nin dinselleştirilme süreci ilerlemeye devam ediyor. AKP, toplumsal yaşamı olabildiğince dinselleştiriyor, ama öte yandan herkesin evinde istediğini yapmakta özgür olduğu bir Türkiye pazarlanıyor. Toplumsal yaşantı ve kamusal alan dinselleştirilecek, gericilik tarafından belirlenecek, buna ikna olmayan insanlara ise evlerinde, özel hayatlarında laik kalma özgürlüğü verilecek. Laiklik bireyselleştirilecek, Türkiye'nin gericileşmesine ‘hayır’ diyenler evlerinde yalnızlaştırılacak. Biz, Türkiye'nin komünistleri olarak, bu yaşam biçimine kesinlikle boyun eğmeyeceğimizi ilan ediyoruz! Örgütleneceğiz, sosyalizmi yeniden bir seçenek olarak somutlayacak ve toplumsal hayatı gericilere terk etmeyeceğiz!

Burada şunu sormak gerekiyor: Türkiye'de AKP'ye ya da dinselleşmeye karşı mücadele ederken hareket noktamız ne olmalı? AKP Türkiyesi'ne itiraz ederken, Mustafa Koç'un arkasından ‘Laik bir iş adamıydı. Zaten Gezi Direnişi'nde de insanları oteline alıp polisten korumuştu’ mu diyeceğiz? Ya da  AKP Türkiyesi'ni bazılarının yaptığı gibi Joe Biden'a mı şikayet edeceğiz? Tabi ki hayır dostlar... Bugün, sermaye sınıfına ya da emperyalizme karşı olmadan Türkiye'nin dinselleştirilmesine karşı çıkamazsınız. Çarşafa rozet takarak, Şeyh Said anmalar düzenleyerek, TÜSİAD'la görüşmeler yaparak, ya da cuma namazı genelgelerine sessiz kalarak Türkiye gericiliğine karşı mücadele edemezsiniz. İşte tam da bu nedenle Türkiye'de laiklik mücadelesini, ilericilik mücadelesini komünistlerden başkası veremez!”

KP İl Komitesi adına açılış konuşmasını Mert Çelikbilek yaptı.

Türkiye'nin komünistlerinin dinselleşmeye karşı verilen mücadelenin taşıyıcısı olacağını söyleyen Çelikbilek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Toplumsal yaşamın da çalışma yaşamının da gericileştirilmesine boyun eğmeyeceğiz! Bu gerici dönüşümün bir parçası olan cuma namazı genelgesine karşı olduğunu söylerken, bir yandan da öğle tatilimizin uzamasına sevinip, sessiz sedasız cuma namazının bitip de iş saatinin başlamasını bekleyenlerden olmayacağız. ‘İzmir'in dört büyük üniversitesine cami yapacağız’ diyen İzmir Müftülüğü'ne ‘Aman ne olacak, niye karşı olalım isteyen gider herkesin kendi özgürlüğüdür’ diyenlerden olmayacağız. Türkiye'nin tamamı dinselleştirilirken ‘Biz yaşadığımız şehirde ya da evimizin içinde rahatız, özgürüz’ diyenlerden olmayacağız. Komünist Parti Türkiye'nin dört bir tarafında toplumsal hayatın dinci gericilik tarafından belirlenmesine karşı olacak. Komünist öğretmenler cuma namazı saatinde derslerini vermeye devam edecekler. Ya da komünist doktorlar cuma namazı saatinde hasta bakmaya devam edecekler. Komünistler, sokakta, işyerlerinde, toplumsal hayatın her alanında dinselleşmeyle olan kavganın taşıyıcısı olacaklar.”

Etkinliğin sunumunu KP İzmir İl Komitesi adına Aslı İnanmışık yaptı.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarını anma toplantısını da katledilişlerinden 95 yıl sonra "Gericiliğe Asla Boyun Eğmeyeceğiz" diyerek düzenlediklerini hatırlatan Çelikbilek, “Komünist Parti sadece yoldaşlarını anmak için yapmıyor bu buluşmayı. Bugün Türkiye'nin komünistleri, Mustafa Suphi ve yoldaşlarıyla aynı iddiaları taşıdıkları için toplanıyorlar. 95 yıl önce, yoldaşlarımızın taşıdığı, Anadolu'yu işgalcilerden kurtarma iddiası, bugün Türkiye'nin dinselleştirilmesine boyun eğmeme iddiasıyla aynı iddiadır.  95 yıl önce, yoldaşlarımızın taşıdığı iddia, bugün bu topraklarda sermaye iktidarını devirip başka bir düzeni, sosyalizmi kurma iddiasıyla aynı iddiadır. Bu düzeni değiştirecek olan bu iddiadır. Bu düzeni değiştirecek olan, Türkiye'nin komünist partisidir” dedi.

"SUPHİ'LERİ ÖLDÜREN GERİCİLİKTİR"

Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesiyle "Gericiliğe asla boyun eğmeyeceğiz" sözü arasında hem pratik, hem teorik, hem de tarihsel bir bağlantı olduğunu belirterek şunları söyledi: 

O katliam Türkiye’nin ilk komünist inisiyatifinin, komünistlerin ilk önemli hamlesinin karşı karşıya kaldığı bir saldırıdır. Aynı zamanda uluslararası gericiliğin doğası hakkında da bize fikir verir. O yüzden biz onbeşleri anarken, aslında biraz tarih bilincimizi biliyoruz, biraz sınıf mücadelemizin altını çiziyoruz, biraz da bugün sınıf mücadelemizdeki düşmanımızı tekrar gözden geçiriyoruz ve hatırlıyoruz. Daha geriden başarsak aslında önce komünistlerin, bilimsel sosyalizmin tarih sahnesine çıkışını, meşruiyet kaynağını, tarihsel olarak ortaya çıkışını biraz düşünmemiz lazım. Bununla gericiliğin bağını kesinlikle kurmamız gerekir. Gericilik denildiğinde hep ortaçağdan bahsediliyor. Bugün gericilik aslında modern bir olgudur. Yüzlerce yıl öncesine referans veren bir olgu değildir. Bugün gericilik, ileri gidişin durdurulması için, bugün varolan düzenin bilediği, üzerimize saldığı bir silahtır. Gericiliğin tarihsel olarak anlamı, tarihsel olan gelişmeye engel olan ve geri olanda durmak isteyen bir hatken, bugün üzerinde konuştuğumuz gericilik tastamam, bugün mevcut olan düzenin, kapitalizmin, burjuva egemenliğinin kendi egemenliğini ve varlığını sürdürmek adına kullandığı bir silahtır. Bu aradaki farkı görmek durumundayız.

Bu noktada komünist hareketin nerden çıktığını görmek durumundayız. Tarihsel gelişmenin belirli bir noktasında özgür emekçilerin ve burjuvaların ortaya çıktığı bir noktada, sömürünün çok derin ve köklü biçimler aldığı bir noktada, aynı zamanda insanlığın geleceği ile ilgili bir durum ortaya çıkıyor. Ezilenlerin, sömürülenlerin, işçi sınıfının somut, anlık, gündelik hareketi, sömürüye karşı bir tepki olmanın ötesinde yeni bir dünyanın kurucu iradaesi olarak görülür. Bu nokta önemli bir noktadır. İşçi sınıfı, komünistlerden, bilimsel sosyalizmden önce de, kendi sınıf çıkarları ve talepleri doğrultusunda harekete geçmişti. Komünistler buna farklı bir boyut getirdiler. Ayrı çıkarları olduğu, ayrı talepleri olduğu için değil, ama bu tepkisel hareketlerin bir kurtuluş idealine bağlanabileceğini gördükleri için, bu tepki ve örgütlenmelerin bir yeni toplum için, işçi sınıfının toplumsal kurtuluşu için yeniden ele alınmaması durumunda bu düzen içinde eriyip gideceğini gördükleri için. Buna 20. yüzyılın başında Lenin’in ve Bolşeviklerin katkılarını hatırlatmak durumundayız. Lenin’in çok doğru bir ifadeyle işaret ettiği gibi, ‘İşçi sınıfının kendiliğinden ideolojisi ve kendiliğinden hareketi, yani mevcut düzen içinde var olan bir sınıf olarak, bu düzenden beklenti ve taleplerini dile getirmesi, bu düzen içinde burjuva sınıfıyla hak almak için ya da bir şeyler koparmak için verdiği mücadeleyle sınırlı olan ideolojisi ve hareketi, burjuva ideolojisine bağlanır’ demişti.

Aslında yeni bir şey değil bu. 19. yüzyılda bilimsel sosyalizmin kurucu babalarının, komünistlerin ilk söylediği şey de buydu. Emeğinin hakkının peşinde olan ve sömürüye karşı mücadele eden işçi sınıfının, insanlığın ve emeğin ortak kurtuluş idealine işaret ettiğini vurguluyorlardı. Komünistlerin işçi sınıfıyla ilişkisinin oturduğu yer buydu.

Peki burjuva devrimleriyle bunun ilişkisi neydi? Burjuvazinin tarih sahnesine çıktığı, kapitalist gelişimin sahneye çıktığı dönem, gerçekten aynı zamanda insan uygarlığının vitesi büyüttüğü, hız kazandığı bir dönemdi. Ve komünistler, ilk Marksistler haklı olarak, burjuvazinin gelişiminin insanlık açısından yarattıüı fırsatlara işaret ettiler. Bu fırsatların, bir işçi devrimini de hazırlayan fırsatlar olduğuna işaret ettiler.

Sonra şu oldu: İşçi sınıfının kurtuluş ideolojisi olarak komünizm, marksisizmin kendi kaynakları arasında burjuvazinin rol oynadığı tarihsel gelişimlere çok haklı ve önemli bir yer verirken, burjuvazi tarihte ve kitaplarda olduğu gibi kalmadı. İşçi devrimi tehdidi bu insanlığın kurtuluşu için verilen mücadele, burjuvaziyi olduğundan da gerici bir sınıf haline getirdi. O noktada artık Komünist Manifesto'da işaret edilen burjuva gelişme yolu kapandı. Hem emperyalizmin ortaya çıkmasıyla, hem kapitalizmin dünya ölçeğindeki gelişmesinin belli bir noktaya gelmesiyle, ama en çok da burjuvazinin işçi devrimlerinden duyduğu ölesiye korku nedeniyle, geçmişte  toplum için çok geliştirici olduğunu rahatlıkla söylediğimiz, soyluların  saraylarını topa tutmuş, bunun için işçileri ve köylüleri silahlandırmaktan çekinip gocunmamış olan burjuvazi, artık daha önce yıktırdığı kiliseyi yanına almayı, daha önce silahlandırdığı işçileri işgalci güçlere karşı bile silahsızlandırmayı seçer hale geldi. Yine biliyorsunuz, burjuva devrimi aynı zamanda kendisini bir ulusal devrim olarak ifade eder. Ama 1871 Paris Komünü’nde bizzat Avrupa’nın en devrimci burjuvası olan Paris burjuvazisi işgalci, Almanlara ülkeyi teslim etmeyi, Paris’in işçilerini silahlandırmaya tercih etti. Gericilik bu yüzden, daha o noktadan itibaren, eski gericilik değildir. Bu yüzden artık gericilik, modern gericiliktir. Ve kaynağını emperyalizmde bulur, kaynağını sermaye egemenliğinde bulur, kaynağını sömürünün sürdürülmesinde bulur. Suphiler işte tam bunun ispatıdır. Suphiler Anadolu’ya ulusal kurtuluş mücadelesine katılmaya gelmişlerdi. Ulusal kurtuluş mücadelesinde komünist inisiyatifi  kurmaya gelmişlerdi ve bizzat ulusal kurtuluşçuların hükümetinin onayı ve bilgisi dahilinde sahneden indirildiler. Komünist inisiyatif durduruldu. Tam orada gericilik var işte. Tam orada, Suphileri ulusal kurtuluş mücadelesinden itmeye, ulusal kurtuluş mücadelesi içinde komünistlerin var olmalarına engel olmaya o derece önem verdi ki, genç Türkiye bujuvazisi, kadrolarını büyük ölçüde Osmanlı bürokrasisinden devşiren taze burjuvazimiz, sırtını bir yandan Sovyetler’e de dayamaya çalışırken, bir yandan Sovyetler’in verdiği silahları alırken, diğer yandan Sovyet devrimini Türkiye’ye taşıma olanağı olan komünistleri katletme yolunu uygun gördüler, seçtiler. Ve gericilik bunun için modern bir olgudur bizim için artık. Gericilik bu yüzden sadece ortaçağa ait bir şey değildir. Yeni ortaçağ diyoruz, biçimsel olarak doğrudur ama öz olarak yeni ortaçağ fazlasıyla 21. yüzyıla ait bir şeydir. Suphileri öldüren gericiliktir."

"MUSTAFA KOÇ, TAYYİP ERDOĞAN'A KIYAMADI"

Kuzulugil sözlerini şöyle sürdürdü: 

Biz AKP ve Tayyip Erdoğan diktatörlüğünün biçimsel bir sorun olduğunu, aslında düzenin hep böyle olduğunu, 1980’de ve 1990’da neyse şimdi de öyle olduğunu hiç söylemedik. Hiç böyle düşünmedik. AKP ve Tayyip Erdoğan dkatörlüğü Türkiye gericiliği açısından da, sermaye sınıfı açısından da yeni ve ciddi bir durumdur. Ama şunu görmek durumundayız. AKP diktatörlüğüyle hesaplaşmak için bile onunla itişip kakışmak için bile, bu ülkenin toplumsal düzeninden kopmak ve ona karşı radikal bir mücadelenin içine girmek gerekiyor. Bakın Mustafa Koç Divan Oteli'ni direnenlere açmış, bakın Amerikan Başkan Yardımcısı, Türkiyedeki ilericileri, demokratları, gazetecileri dinlemeye hazırmış, bakın Haziran direnişi sırasında AB ve ABD ayaklanan demokrasi güçlerine desteğini dile getirmiş, bakın TÜSİAD risk almış, bakın son dört beş yıldır çok söylendiği gibi  sermaye sınıfının çeşitli unsurları AKP’nin frenine basmaya çalışıyormuş! Peki filmin devamında ne var? Tayyip Erdoğan’a ve AKP düzenine kıyamayan bir sermaye düzeni var. Mustafa Koç, Tayyip Erdoğan’a kıyamadı. Mustafa Koç, Davos’a gitmeye, Tayyip Erdoğan yerine Davos’a gitmek için ondan talimat almak üzere son görüşmesini yaptı. Emperyalist sınıf, sermaye sınıfı bazı şeylere kolay kıyamıyor. Bu eskiden de böyleydi. SSCB döneminde de diktatörlerine kıyamazdı sermaye sınıfı. Menderes asıldı, çünkü bir siyasi oynadı ama dikkat ediniz burjuvazi hep o attığı adam harcama adımının acısını çektiler. Menderes gibi bir Amerikan uşağını astılar ama bundan pişman oldular. Hala da bu pişmanlığı her fırsatta demokrasi şölenleri yaparak dile getiriyorlar. Niye? Çünkü işçi sınıfına verilmiş bir ödündü. Emperyalizm dünya üzerinde diktatörlerini  harcamıyor. Türkiye gericiliğiyle bu ölçekte bir hesaplaşma yaşanırsa, bu ülkeyi yönetemeyeceklerini düşünüyorlar. Tayyip Erdoğan ve AKP’den vazgeçtiklerinde, yerini hiçbir şeyle dolduramayacaklarını düşünüyorlar. Bunu yaptıklarında Tütkiye halkının kendi gücüne güveneceğini görüyorlar. Bu yüzden Türkiye sermaye sınıfı da, emperyalizm de bu üç kuruşluk çürük diktatörle oyun oynamaya devam ediyor. İtiyorlar, çekiyorlar, tehdit ediyorlar, ayağını denk al diyorlar. Ama hep bir terbiye etme sınırı içindeler. Kıyamıyorlar. Ondan vazgeçtiklerinde başka şeyleri yaptıramayacaklarını görüyorlar. Ve diktatörümüz, kendisine bir türlü kıyamayan, kendisinden bir türlü vazgeçemeyen modern gerici sınıflara oynayan modern bir gerici çünkü. Bunu görmemiz lazım. Biz bunun üzerinden mücadelemizi veriyoruz. Biz bu diktatörü, bu çapsız adamları, bu çeteyi önemsiz ve tali bir sorun olarak görmüyoruz. Tam tersine Türkiye’ye bir yıkıma götürdüğünü görüyoruz.

"BURJUVAZİ KAVGAYA DAVET ETTİ BİZİ, DAVETLERİ KABULÜMÜZDÜR"

Kuzulugil konuşmasını şöyle sona erdirdi:

Sol, Tayyip Erdoğan’la uğraşırken, onun sahibinin, onu yöneten sınıfın bu ülkedeki yerini kendi elleriyle örtüyor. Devlet ile sermayeyi birbirinden ayıramayız bu ülkede. Türkiye’de sosyalist hareketin, solun, devrimci birikimin önemli bir zaafı, bu devlet konusunda ortaya çıkmıştır. Türkiye’de solda sermaye düşmanlığından ayrı bir devlet düşmanlığı şekillenmiştir, bu büyük bir hatadır. Sermaye sınıfı ile devleti birbirinden ayırmak, TÜSİAD raporlarıyla ortaya çıktı bu. 'Devlet var, karanlık bir organ, gerici, kaz kafalı, kalın kafalı, iki yüz yıllık İttihat ve Tarkki’den gelen bir yapıları var. Bir de gözünü seveyim modern bir burjuvazi var, TÜSİAD var, çok güzel raporlar hazırlıyor.' Bu kafayla biz buraya geldik. Komünistler devletle mücadelelerini, sermayeyle mücadelenin bir parçası olarak görürler, kendi başına bir şey olarak görmezler. Komünistler, devlet iktidarını sermayenin iktidarı olarak görürler, başka türlü görmezler. Suphiler meselesine bağlayacak olursak, komünistler, ilk yoldaşlarına yönelik saldırıyı birkaç tane paşa bozuntusunun, üç beş tane gericinin, üç beş tane çürük esnafın kararı olarak değerlendirmezler. 'Burjuvazi kavgaya davet etti bizi, davetleri kabulümüzdür' bu anlama gelir. Hepimize kolay gelsin.

Etkinlik Cevdet Yüceer ve Mustafa Gür'ün Mustafa Suphi ve yoldaşları için yazılan şiir ve parçaları seslendirmesiyle sona erdi. 

 


Kaynak: Haber.sol.org.tr