Independent muhabiri Patrick Cockburn, aslında iki hafta önce ilk işaret fişeğini göndermişti. O zaman daha Cenevre tartışmaları bugünkü kadar hararetli değildi; ancak Cockburn’e göre, Erdoğan Türkiyesi Suriye’de ya marjinalleşecek ya da sıcak çatışmaya girecekti. Türkiye ve dahil olduğu “Sünni blok” elini yükseltmek için bir hamle yapacaktı. Hamle yapacaktı, zira Suriye’nin kuzeyindeki son sınır hattı da cihatçılara kapandığı takdirde, Esad karşıtları için geri dönülemeyecek bir yola girilecekti.

Cockburn’ün son yazısı da, yukarıda özetlenen tezlerinin bir devamıydı aslında. Muhabir bu sefer daha ziyade Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelişine odaklanıyor ve Erdoğan faktörü nedeniyle belirsizliğin sürdüğünü söylüyordu. Türkiye, Suriye sınırının kapatılmasını izlediği durumda küme düşecekti.

BİR KEZ DAHA HALEP
Rusya’nın Ürdün’le anlaşması ve İsrail’i “rahatlatması” ile birlikte, Suriye’deki IŞİD harici silahlı grupların en önemli harekat noktalarından güney cephesi büyük bir gürültüyle çökmüştü. Suriye ordusu’nun Dera’daki başarıları ile birlikte, bu sınır büyük oranda kontrol altına alınacak.

Diğer kritik cephe ise kuzeybatıdan başlayıp doğuya doğru uzanan hat. Lazkiye kırsalında, Rusya’nın büyük desteği ile cihatçıları kısa bir sürede bölgeden çıkartmayı başaran Suriye ordusu, gözünü Cisreşşuğur ve Gab Düzlükleri’ne dikmiş durumda. Cisreşşuğur’un geri alınması büyük bir stratejik kazanım anlamına gelecek.

Ancak hala çözüm bekleyen konu, Halep’e ne olacağı. Hatırlanacağı üzere geçen sene Suriye ordusunun Halep çemberini kapatıp “muhalifleri” kuşatma altına alacağı konuşuluyordu. Ordu buna yeltenmedi. Nedeni askeri olmaktan çok siyasiydi. Bölgesel ve uluslararası durumun nazikliği, Suriye’yi Türkiye ve Suudi Arabistan’la doğrudan bir sıcak çatışmaya girmekten alıkoyuyordu. Halep’in kuzeyi, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın destekledeği cihatçıların son kalesiydi.

Suriye ordusu Zehra ile Nubbul'daki kuşatmayı kırdı!

Bu nedenle, ordu Halep’in doğusundan bir yay çizerek kuzeye doğru ilerlemeye çalışıyordu. Ancak son gelen haberlere bakılırsa, Şam yönetimi Halep’in kuzeyinde hamleye başladı. Halep’in kuzey halkasının en önemli bölümü, kuşatma altındaki Şii beldeleri Zehra ile Nubbul’u kurtarmak. Hardatnin’i ele geçiren ordu, kuşatmayı kırmaya biraz daha yaklaştı.

Bunlar olurken, ilginç bir gelişme, MİT ile doğrudan bağlantılı Nureddin Zengi isimli çetenin, Halep’in kuzeyindeki bazı cephelerden çekildiğini açıklamasıydı. Grup adına yapılan açıklamada, aylardır dışarıdan yardım gelmediği, silah ve mühimmat eksikliği çekildiği bildiriliyordu. Nureddin Zengi’nin çekilme açıklaması yaptığı sıralarda ise, onlarca araçlık bir Nusra Cephesi konvoyu Halep’e takviye olarak gidiyordu.

Buna YPG’nin Menbic’e ilerleyişini ve Cerablus muammasını da eklersek, Türkiye’nin Halep için elinde fazla enstrümanın kalmadığı görülür. Bu durumda Erdoğan ve avanesinin önünde iki seçenek kalıyor: Ya vuruşarak geri çekilmek ya da TSK’yı doğrudan işgal ve savaş pozisyonuna geçirmek.

GERİ ÇEKİLME İHTİMALİ?
Türkiye’nin geri çekilmesi demek, yalnızca dış politikada değil, iç politikada da profilini düşürmesi anlamına gelir. AKP, Halep’in kuzeyinden vazgeçmesi durumunda, Kürt illerinde yürüttüğü savaşı da artık yürütmeyeceğini biliyor. Suriye’de “kırmızı çizgisi” silinmiş bir iktidarın kendi Kürtlerine kafa tutmaya çalışması intihardan farksız olur.

Fakat yine de, soru ve ihtimal ortada duruyor: Türkiye’nin, vuruşarak da olsa, Suriye’den çekilme ihtimali var mı?

Bu soruya kesin cevap ancak spekülatif olabilir, ancak elde bazı veriler bulunuyor. Birincisi, ABD ve Rusya, Suriye’de bir tür “siyasi çözüm” için anlaşmış durumda. Bu “çözüm”in bir master plana bağlandığı elbette söylenemez; ancak niyet beyanlarının “samimiyetsiz” olduğunu düşünmek için bir neden bulunmuyor. Dolayısıyla, Suriye’de bir tür detant, yumuşama arayışı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu genel eğilim karşısında bozgunculuk yapan, sürekli sorun çıkartan iki unsur var: Suudi Arabistan ve Türkiye. Bu iki unsurun ya ikna edilmesi ya da yola getirilmesi gerekiyor.

Suudi Arabistan ve Türkiye karanlık işler peşinde: Yeni hedef Lübnan mı?

Ancak Erdoğan’ın elinde bazı kozlar bulunuyor. Göçmen kozu bunlardan birisi. Angela Merkel’in çaptan düşmesine neden olan malum anlaşmada ABD’nin onayı olduğunu da düşünmek gerekir; çünkü Joe Biden, yaptığı bir açıklamada “nihayet AB’nin de durumu kavradığına” işaret ediyordu. Diğer koz, Irak’ta, İran nüfuzuna karşı Türk ve Kürt ittifakı. Yine de tüm bunlara rağmen, Erdoğan bir arıza olarak durmaya devam ediyor.

Diğer seçeneğin, yani vuruşarak geri çekilmenin bir versiyonu, ABD ile Rusya’nın anlaşarak Erdoğan’ı paketlemeye karar vermesidir. ABD’nin bu versiyonu denemek yerine, Türkiye ile Rusya’nın arasını bulmaya odaklandığı görülüyor. Biden’ın son ziyaretinden önce Stratfor tarafından yayımlanan bir analizde, ABD’li yetkilinin Türkiye ile Rusya’nın arasını bulmaya çalışacağı, bunun Suriye’de çözüm için elzem olduğu belirtiliyordu. Gerçekten de, Suriye’yi Rusya’ya “bırakan” ABD için Rusya ile bu noktada bir savaş ihtimali pek istenmeyen bir durumdu. Ama AKP ısrarla bu tip bir sıcak teması zorluyor.

'SÜREÇ' BAŞLAR MI?
Bu detant arayışının bir diğer uzantısı da elbette “çözüm süreci”ni yeniden başlatma egzersizleri. Erdoğan ve yandaşlarının Kürtlere büyük bir kıyıcılıkla saldırırken dahi bu ihtimalin bir gün gerçek olacağını bilmemeleri mümkün değil. Çünkü “çözüm”ün bir ayağı zaten emperyalizm tarafından çakılmıştı. Az zamanda olabildiğince güçlü bir şekilde Kürtlere vurarak elini yükseltmeyi hedefleyen AKP, PKK’nin iradesini kıramasa da, Kürt halkını siyasetten bir nebze olsun düşürmeyi, ülkenin batısında yeni müttefikler bulmayı ve Kürt siyaseti içerisindeki fay hatlarını patlamaya hazır hale getirmeyi ilk etapta başardı.

Buna rağmen, kuzeydeki savaşın ayrılmaz parçası olan Rojava’daki gelişmeler AKP’nin her istediğini alamadığını gösteriyor. ABD’nin müttefiki YPG, bir de Rusya ile işbirliği yapabilecek duruma gelirken, “kırmızı çizgi”nin bir bölümü Tışrin Barajı operasyonu ile birlikte silindi. YPG’nin öncülüğündeki kuvvetler Menbic’e ilerlerken yalnızca ABD’den değil, Rusya’dan da destek aldı. Dahası, YPG Menbic’e ilerlerken, daha batıda da Suriye ordusu Bab’a ilerliyor. Demek ki doğrudan olmasa bile, dolaylı bir Şam-YPG temasından da söz edilebilir.

Halep kuşatmasının kırılması neden önemli? Erdoğan ve cihatçıları için yolun sonu...

Buradaki tablo, Rimelan’daki ABD üssü ile birlikte tamamlanıyor. Bölgede Şam yönetiminin de bulunduğu hesaba katılırsa, Kürtler, Esad, Rusya ve ABD, birbirleriyle müttefik olmasalar dahi, bir tür “anlayış birliği” geliştirmiş durumdalar. Türkiye’nin bu tabloyu tek başına ve diploması yoluyla bozması zor görünüyor.

Tam da bu noktada, Erdoğan’ın aylardır kendi için kazdığı tuzağın “olgunlaştığını” belirtmek gerekiyor. Kürt savaşı, 1 Kasım öncesi ve sonrasındaki baskı ortamı, Suriye’de burnunun dikine gitme derken, kurtuluşu NATO ile Rusya arasındaki bir sıcak çatışmaya bağlayan Erdoğan hem kendini hem de ülkeyi tuzağın içine çekti. Cumhurbaşkanı, daha fazla Amerikancılık yaparak kendini kurtarabilir ya da kurtaracağını sanabilir; ancak girdiği çıkmazdan kurtulmak için savaş ihtimalini artırması tüm bölge halkları için bir felaketin kapısını da aralayacaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bir savaş durumunun alternatifi, ABD-Rusya anlaşması ya da AKP’nin vuruşarak geri çekilmesi değil. Bütün bu olasılıklar, aynı tuzağın bir parçası...

Not: Boyun Eğme dergisinin 18. sayısı için hazırlanan bu yazı yazıldığı sırada Halep'in kuzeyindeki operasyon başlamamıştı.

 

Kaynak: Haber.sol.org.tr