Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen Uluslararası İyilik Ödülleri Töreni'ne konuştu.

Erdoğan'ın konuşmasının satırbaşları şu şekilde:

"Günümüzde çocuklar, gençler ve kadınlar, mutlaka kazanmamız gereken, özel önem vermemiz gereken kesimlerin başında geliyor. Öğrencilerimizin ahlaklı, vatanına milletine bağlı, insanlığa faydalı bireyler olarak yetiştirilmesi hususunda vakıflarımıza ciddi görevler düşüyor. Terör örgütlerinin pusuda beklediği bu dönemde, çocuklarımıza, gençlerimize, genç kızlarımıza daha fazla sahip çıkmalıyız.

Paralel yapıların, hizmet ve adanma kılıfları altında nesillerimizi kendi kirli emellerine alet etmesine seyirci kalamayız. Ümmeti parçalayan, ümmeti birbirine düşürenlerin bu gayretlerine seyirci kalamayız. Anneyi evladına, evladı anne ve babasına düşman kılan bu anlayışa seyirci kalamayız. Yeni nesilleri maddi ve manevi olarak beslerken, bu şer odaklarına karşı azami derecede dikkatli olmalıyız.

Bir şey özellikle dikkat çekiyor. Diyanet Vakfı'mızdan bu anlayışla Milli Eğitim Bakanlığı'mız ve Diyanet İşleri Başkanlığı'mızla birlikte hareket ederek çalışmalarını daha da yaygınlaştırmalarını bekliyoruz. Adalet, ihsan, merhamet, istikamet gibi ilkeler doğrultusunda yürütülen bu hizmetlerin ilelebet devam etmesini temenni ediyorum.

Başkanımız 'Bunların hepsini yapamam' diyor. 'Bir tanesini söyleyin onu gerçekleştirmeye çalışayım'. Bunun üzerine, muhatabı listenin en son sırasındaki talebi işaret ediyor. Bu talep, gerçekten ben de dersimi çalışırken bayağı hüzünlendim, Diyanet İşleri Başkanı'mızın cübbesi ve sarığıyla ülkelerini ziyaret etmesi, oradaki Müslümanlarla kucaklaşması isteğiydi. Biz yıllarca kendi ülkemizde cübbesiyle, sarığıyla dolaşan bir Diyanet İşleri Başkanı göremedik"

'KENDİ ÜLKEMİZDE CÜBBESİYLE, SARIĞIYLA DOLAŞAN BİR DİYANET İŞLERİ BAŞKANI GÖREMEDİK'
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'le yaşadığı bir anısını anlatan Erdoğan, Kamerun'dan gelen din adamlarının Görmez'e 16 maddelik bir talep listesi verdiğini ve bu isteklerin içinde kendisini de hüzünlendiren bir madde olduğunu belirtti.

Erdoğan şöyle devam etti:

Başkanımız 'Bunların hepsini yapamam' diyor. 'Bir tanesini söyleyin onu gerçekleştirmeye çalışayım'. Bunun üzerine, muhatabı listenin en son sırasındaki talebi işaret ediyor. Bu talep, gerçekten ben de dersimi çalışırken bayağı hüzünlendim, Diyanet İşleri Başkanı'mızın cübbesi ve sarığıyla ülkelerini ziyaret etmesi, oradaki Müslümanlarla kucaklaşması isteğiydi. Biz yıllarca kendi ülkemizde cübbesiyle, sarığıyla dolaşan bir Diyanet İşleri Başkanı göremedik.

Herkesin sömürmek için, petrolünü yağmalamak için gittiği Ortadoğu'ya biz demiryollarımızla gittik. Su kanallarımızla, hanlarımızla, çarşılarımızla gittik. En önemlisi, birlikte yaşama kültürümüzle gittik.

Bizim farkımız bu. Geçen Afrika'nın 4 ülkesine gittim. Hepsi de 'Batı bize elmaslarımızı yağlamak için geldi, altınlarımızı yağmalamak için geldi ama Osmanlı bize öyle gelmedi; farklı geldi' dedi. Biz dedik, bunun için varız. Bunun için biz sizinle dayanışma için buradayız ama bizi ne olur çabuk anlayın, dedim.

Eğer çabuk anlamazsanız yine kaybetmeye devam edeceksiniz, dedim. Burada da bir sıkıntı var. Anlayamıyorlar. Bugün huzurun mumla arandığı Kudüs'te biz asırlarca Müslümanıyla, Hıristiyanıyla, Musevisiyle, tüm dinlerin mensuplarını kardeşlik ve barış içinde yaşatmayı başarmıştık. Bugün de insanlığın ihtiyaç duyduğu barış özleminin, bizim medeniyetimizin çağrısına yankısını bulduğunu görüyorum.

'BOMBALARDAN KAÇAN İNSANLARI ALMAYA MAHKUMUZ'
Dünyanın siyasi, sosyal, ekonomik, ahlaki her bakımdan mihengini kaybettiği, büyük savrulmaların yaşandığı günümüzde, biz önce kendi ölçülerimizi, kendi değerlerimizi sağlam tutmalıyız. Biz de bu savrulmaların içinde yuvarlanıp istikametimizi şaşırırsak, inanın kaybeden sadece kendimiz olmayız. Bugün bir büyük dönüşümün sancıları içinde kıvranan tüm kardeş toplumlar gözlerini Türkiye'ye dikmiş durumda. Rehber olarak bizleri görüyorlar.

Ne kendi evlatlarımızı ne de bu insanları hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yoktur. Böyle bir vebali asla üstlenemeyiz. Eğer biz sınırlarımıza dayanan Suriye'deki o mazlumlara, Irak'taki o mazlumlara kapılarımızı açtıysak, iyilik medeniyetinin mensupları olduğumuz için açtık. Kaç kişi gelecek diye sormadık. Batı ne yapıyor? 'Biz' diyor, '300 kişi, 500 kişi alırız.' Sonra dikenli telleri koydular. 'Hayır almayız'. 'Türkiye bize rakam versin'.

Ne rakamı? Şu anda 30 milyon insan var burada. Bundan sonra da yine biz açık kapı politikasıyla bombalardan kaçan insanları almaya mecburuz, mahkumuz, çünkü bu medeniyetin evlatları bunu yapmakla yükümlüdür.

Müessif olaylar dünyanın kalanı nezdinde tüm Müslümanları terörist gibi göstermeye çalışanlara fırsat veriyor ama biz onlara fırsat vermeyeceğiz.

Bu bir proje olabilir. Bu bilinçli olarak altyapısı hazırlanmış bir süreç olabilir. Birileri yaşananları istismar etmek istiyor olabilir. Bize düşen, buna karşı kendi medeniyetimizin tüm insanlığı kucaklayan değerleriyle mukabele etmektir. Müslümanı terörist; İslam dünyasını terörün, cinayetlerin kaynağı olarak göstermeye çalışanlara karşı kendi değerlerimizle mücadele edeceğiz. Hiçbir Müslüman masumlara kötü söz söyleyemez.

Masumların gırtlağını kesemez. Masumlara kurşun sıkamaz. Masumlara bomba atamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde DAİŞ olamaz, Boko Haram olamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu yerde PKK olamaz, PYD olamaz, YPG olamaz. Bizim medeniyetimizin olduğu hiçbir yerde Ku-Klux-Klan da olamaz Holokost da olamaz."

 


Kaynak: Haber.sol.org.tr