Alman Komünist Partisi (DKP), 27 Şubat tarihinde bir gelege toplantısı gerçekleştirecek.

Toplantı öncesinde, uzun süredir partide süregiden "Lenin kanat-Reformist kanat" tartışması, Avrupa Sol Partisi'ne (ASP) bakışa odaklanmış durumda.

DKP'nin yayın organı haftalık Unsere Zeit gazetesinin 19 Şubat sayısında, partinin Uluslararası İlişkiler'den sorumlu yöneticisi Günther Pohl ile bir röportaj yayımlandı.

Röportajda, 2005'ten beri Avrupa Sol Partisi içinde ''gözlemci statüsü'' ile bağlı bulununa DKP yönetiminin, 3 gün sonraki delege toplantısında bu statüyü sonlandırmaya istekli olduğu yönünde bir izlenim var.

DKP içerisindeki reformistlerle uyuşmazlık yaşayan kesimin, ASP'ye tam üyeliği engellediği gibi, gözlemci statüsüne de karşı çıkma eğilimi içerisine girdiği anlaşılıyor.

"Stalinizm" terimini "burjuva propagandası" olarak nitelendiren Bohemya ve Moravya Komünist Partisi'ni olumlayan Pohl'un çıkışı ve delege toplantısı ile birlikte, DKP'deki reformist kanadın kendiliğinden partiden ayrılabileceği konuşuluyor.

Ancak Pohl'un aynı zamanda DKP'nin uluslararası komünist hareketteki konumunu, "Biz, uluslararası komünist hareket içinde ne bir tarafın ne de diğer tarafın etkisi altına giriyoruz. Bu, bana göre doğru bir çizgidir" sözleriyle açıkladığının da altını çizmek gerekiyor. 

Günther Pohl'un mülakatını soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Alman Komünist Partisi'nin (DKP) Avrupa Sol Partisi (ASP) içindeki ''gözlemci statüsü''nün sürüp sürmemesi parti içinde tartışılıyor. Sürmekte olan tartışmadan edinebildiğimiz izlenime göre, gözlemci statüsü konusu partinin yönelmesi gereken ana eksenlerden biri niteliği kazandı. Durum bu şekilde nitelenebilir mi?
Hayır, bu konu pek çok başlıktan yalnızca biri. Bu soruyu olduğundan daha yükseğe yazmamak gerekiyor. Kassel'de gerçekleştirilecek toplantıda kararı kesinleştirecek delegeler, ne olumlu ne de olumsuz manada özel bir gelişmeye etkide bulunmuş olmayacaklardır.

ASP içerisindeki gözlemci statümüze son verme durumunda dahi, zaten kritik olan ilişkimizde daha fazla avantaj sağlamış olmayacağız. Öte yandan, yalnızca gözlemci statümüze son verme durumunda ASP'ye tam üye olan partiler ile olan ilişkimizde daha fazla kötüleşme de olmayacaktır.

Madem öyle, DKP içindeki tartışma niçin bu derece keskinleşti?
Bana kalırsa, bu tartışma da diğer parti için tartışmalar gibi genel nitelikli ve dışarı yansıması da bu eksende oldu. Fikir farklılıkları geçen yıllardan beri keskinleşerek sürdü. Birinci unsur olarak bunu tespit etmek gerekiyor.

Fakat bunun dışında bir başka neden daha var. 2013'de gerçekleştirdiğimiz 20. Kongre'mize dek ASP ile kurduğumuz ilişki parti eski yönetimi tarafından şeffalıktan yoksun bir şekilde ele alındı. 2005 yılında ASP'ye gözlemci statüsüyle üye olduğumuzdan bu tarihe kadar parti medyası içinde ASP'ye ilişkin pek az bilgi verildi.

'GÖZLEMCİ STATÜSÜ ZARAR VERMEZ DENİYORDU, ANCAK VERDİ, ANTİ-LENİNİST TAVIR ALINDI'

Yeni parti yönetimi olarak biz bu durumu 20. Kongre'den beri değiştirdik. ASP'ye ilkesel düzeyde yaklaştık ve üyelerimizi ASP içinde yürütülen her tartışmadan haberdar ettik (merkezi toplantılar, 4. Kongre vb). Bizim başlatığımız bu süreçten önce parti içinde ciddi bir hoşnutsuzluk vardı. Hemen hiçbir bilgilendirilmede bulunulmuyordu. 

Buna karşın parti eski yönetimi, ASP ile ilişkilere olması gerekenden daha fazla anlam biçti. ASP'deki gözlemci statümüze ilişkin karar parti içerisinde oybirliği ile alınmıştı. O dönem parti içindeki muhalefet dahi gözlemci statüsüne onay vermiş ve pozisyonlarını şöyle argümanlaştırmıştı: ''Gözlemciyiz çünkü gözlemciliğin bize verebileceği bir zarar söz konusu değil.''

Oysa sonraki gelişmeler hiç de öyle olmadı. Gözlemci statüsü, gözlemlemekten çok öte anlamlara büründü.

20. Kongre öncesinde parti yönetimini temsilen sekreterlik adına bir metin kaleme alındı. ''Siyasi Tezler'' adı verilen bu metin, ASP'ye ait kimi temel yaklaşımları esas alıyordu. 2010'dan itibaren önem kazanmaya başlayan ve ASP'nin siyasi parametreleri ile uyumlu olan bu metin, anti-Leninist bir tutum içeriyordu ve giderek parti içinde ciddi bir ağırlık kazanmaya başlamıştı. Dönemin parti yönetimi bu tezleri ASP'den almış ve giderek, deyim yerindeyse,  partinin yapıştırıcı unsuru olarak işlevlendirmek istemiştir. Meseleye bu bağlamda bakınca, ASP içerisinde tam üye statüsünde bulunan komünist partilerinin ancak bir elin parmakları kadar yer tutuyorlar ve birkaç  gözlemci üyeden müteşekkiller. Bir başka deyişle, ASP içindeki komünist partiler ASP'nin çoğunluğunu teşkil etmiyorlar.

'GÖZLEMCİLİKTEN TAM ÜYELİĞE GEÇİŞ OLDU'

DKP faaliyetlerinde  ASP'ye ait bayrak ve sembollerin DKP adına kullanılmasına kadar evrilen durum, parti içerisinde ciddi tartışmalara yol açtı. Bu, çok önemli bir sorun değil mi?
Evet, öyle. Benim sözünü etmeye çalıştığım şey de aslında buydu. İşler o kadar ileri gitti ki, ASP'nin logoları bizim pankartlarımızın üzerinde görülmeye başlandı. Hem de 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde. Dönemin parti yönetimi bizim ASP'deki gözlemci statümüzü adım adım ve fiilen tam üyeliğe dönüştürdüler. Kimileri o kadar ileri gittiler ki, ASP logosunu DKP bayrağının üzerine yerleştirdiler.

Avrupa'daki toplumsal değişim mücadelesinde ASP'nin ne gibi payı olmuştur? 
Avrupa Parlamentosu üzerinden koordine edilmek istenen ASP'nin sol yönelimli çalışma konsepti başarısız olmuştur. Avrupa Parlementosu içinde faaliyet yürüten sol grup (GUE/NGL) ASP ile örtüşen bir tutum takınmadı. 2014 Avrupa Parlementosu seçimlerinde milletvekili olarak seçilip, grup oluşturanların yalnızca yarısı ASP partilerindendir.

'ASP'NİN SAVAŞ KONUSUNDAKİ TUTUMU NET DEĞİL'

ASP Avrupa çapında kampanyalar yürütebilirdi. Kimi başlıklarda yürütülmesi için de denendi. Ancak  yurttaşlardan destek bulamadı. Bunu ASP'yi bir şekilde kınamak için söylemiyorum. Zor olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Ancak söz konusu olan, içeriğe dönük sorunlara ilişkin olandır. ''Savaş ya da barış'' soruları en temel sorulardandır örneğin. Ve bizim Avrupa'da savaş var, Ukranya'da olduğu gibi. ASP şimdiye dek hâlâ net bir tutum belirleyemedi. Hangi tarafta yer alıyorlar, kimi kışkırtıcı olarak görüyorlar, kim saldırganlığın kurbanı... Çok açık söylemek gerekiyor ki, bu çok temel konuda birşeyler yapmak için gerekli fırsat kaçırıldı.

Bu arada bir  başka boyuta değinmekte yarar var. Meselenin bir yanı da ASP'nin yapısıyla ilgili sanıyorum. ASP, konsensüs ilkesiyle çalışıyor. Doğası gereği bu tarz çalışma kimi başlıklarada zorluk kaynağıdır. ASP içerisinde yalnızca komünist partiler bulunmuyor. Sosyal demokrat partiler de ASP'nin bileşenleri arasında yer alıyor. Kimi önemli konulara konsensüs ilkesiyle yaklaşmak zordur.

'ÜYELİK İLE İTTİFAK FARKLI ŞEYLER'

DKP'nin gözlemci statüsü hakkında kongrede ve başka platformlarda ifade edildiği gibi, DKP geniş ittifak politikasına kendini uyarlamış bir partidir. Zaten bu ittifak politikasının bir bir ifadesi olarak da ASP'deki gözlemci statüsü yönelimine girilmiştir. Şayet parti yönetimi bu gözlemci ststüsünü sonlandırırsa, şimdiye dek sürdürülegelen geniş ittifak politikası ne olacak? 
Bazıları ittifak politikları ile parti politikalarını birbirine karıştırıyor. İkisinin bir ve aynı şey olmadığı açık. Adından da anlaşılacağı gibi Avrup Sol Partisi bir partidir. ASP'ye üye olanlar belirli bir partiye üye olurlar ve ASP'ye üye olmak da bir ittifağın üyesi olmaktan farklıdır.

Örnek vermek gerekirse: Misal, ben Sol Parti ya da Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile herhangi bir konuda bir müttefiklik içinde olabilirim. Örneğin Nazilere karşı olmak gibi. Ama bunun için Sol Parti ya da SPD ile üyelik ilişkisine girmem gerekmiyor doğal olarak.

Benzer şekilde, ASP bileşenleri ile de böylesi bir ilişki düzeni düşünülmelidir. Biz onlarla sosyal hakların budanmasına karşı bir ittifak oluşturduk. Yani pek çok başlıkta birlikte çalışabiliriz. Ancak böylesi bir güçbirliği için üyelik önkoşulunun olması gerekmiyor.

ASP VE AVRO-KOMÜNİZM

DKP yönetimi ASP'yi komünist ve işçi partilerinin bölünmesinden sorumlu tutuyor. Nasıl yani? ASP, birlik içinde çeşitliliği savunup partilerin birbirleri karşısında bağımsız olduğunu söylemiyor mu zaten? 
2004'de ASP'yi örgütleyen kurucu partiler kimlerdi? Komünist taraftakileri sayarsak: Fransız Komünist Partisi (PCF), İspanya Komünist Partisi (PCE) ve İtalya'dan Rifondazione Comunista. Bu üç partinin üçü de Avrupakomünizmi çizgisinden geliyorlar. Yani bu partiler belirli sorunlar karşısında belirli bir yaklaşıma sahipler. Örneğin, diğer kardeş partilerden farklı olarak değişik bir yapıya sahipler. Ayrıca leninizmin bu üç parti tarafından reddedilmesi de önemli bir etkendir. Her ne karar İspanya Komünist Partisi'nde son dönemde olumlu gelişmeler olsa da, bu böyle.

Bu partilerin diğer güçler ile kurdukları ve ASP'de yansımasını bulan yapı, doğal olarak onların ideolojik yönelimleriyle de uyumludur. ASP kurulmadan öncesine ait bu farklılıklar, ASP'nin örgütlenmesi ile azalmadı, daha da arttı.

ASP komünist partiler arasındaki bölünmüşlükten elbette yalnız başına sorumlu tutulamaz. Ama o bu ayrılığı daha da derinleştirdi.

ASP komünist partiler arasındaki farklılıklar gözetilerek ve buna rağman birlikte çalışma kaygısıyla örgütlenmedi. ASP'nin kuruluşu ta baştan beri pek çok parti için kabul edilemezdi zaten. Bu son söylediğimi somutlaması açısından bir örnek vermek istiyorum. Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSCM) ASP'ye tam üye olmak istedi. Önlerine kuruma ait bir yığın döküman serildi. Orada zikredilen bir paragrafta, Avrupa'nın sosyalist ülkelerinde hatalı gelişim tesbit edilerek ''Stalinizm''e atıfta bulunulmuştu. Bunun üzerin KSCM şunu söyledi: Bu sorun göründüğünden daha karmaşıktır. Burjuva söylemine ait bu tipten propaganda kavramları ile mesele analiz edilemez. Bundan dolayı tam üye olmadılar, gözlemci statüsüyle yetinmeyi tercih ettiler.

Sanıyorum ASP bu tarz farklılıkları daha da keskinleştirerek, Avrupa komünist partileri arasındaki ilişkilerin olumsuz gelişmesine alan açtılar.

DKP VE ULUSLARARASI KOMÜNİST HAREKET

Senin ifadene göre DKP  için önemli olan şey, komünistler arasındaki belirli farklılıkların aşılmasıdır. Bu başlıkta uluslararası durum nedir?
Bu konuda bir dizi inisiyatif içinde bulunduk. Örneğin Birinci Dünya Savaşı konulu bir metin kaleme aldık. Aralarında büyük farklılıklar olan partilerin, Yunanistan Komünist Partisi ve Fransa Komünist Partisi gibi, bu metne imza atması için çaba harcadık. Ve bunu da başardık. 

Sanıyorum, son 25 yıl içerisinde Avrupa ölçeğinde böylesi bir birlikteliğin bir örneği daha yok. Bizim çabamız öz itibariyle ortaya bir metin koyup, tüm faklılıklarına rağmen diğer partilerin onayını almaktı. Biraz da kulis çalışması yoluyla olumlu bir sonuç elde ettik.

Kanımca, komünist partilerin üzerinde anlaşıp, faaliyet yürütmesi mümkündür.  Biz her ne kadar küçük bir parti olsak da, kardeş partiler açısından bizim bu türden inisiyatifler üstlenmemiz olumlu karşılanıyor. 

Biz, uluslararası komünist hareket içinde ne bir tarafın ne de diğer tarafın etkisi altına giriyoruz. Bu, bana göre doğru bir çizgidir.

DKP'nin ASP içerisindeki gözlemci statüsünün son bulması durumunda partinin uluslararası durumu nasıl etkilenir?
ASP'de gözlemci statüsünde bulunmanın avantajlarının olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Örneğin, ASP'nin etkinliklerinde diğer partiler ile iletişim kurma şansına sahip oluyoruz. Yoksa son derece maliyeti yüksek işler bunlar. Bu tip buluşmalarda Doğu Avrupa ya da Baltık ülkelerinden gelenlerle birtakım görüşmeler örgütleyebiliyoruz. Toplantıda yer almadığımız durumda, ilişki geliştirme şansımız da olmuyor. 

Yalnızca bu nedenden dolayı ASP içindeki gözlemci statümüzü sürdürmeliyiz diye bazı kongre delegeleri söylerse, bunu pekala anlayabilirim. Buna karşın, diğer delegeler de idolojik noktaları dillendireceklerdir elbette.

Bizim yönelimimiz, uluslararası planda belirli ağırlık noktalarını odak noktası yaparak, hem Avrupa'daki hem de dünyadaki diğer kardeş komünist partiler ile birlikte çalışabilmektir. Bu çalışma için ASP'deki gözlemci statümüze ilişkin ortaya çıkacak karar pek fazla şeyi etkilemeyecektir. Şahsen ben, her iki versiyonla da yaşayabilirim.

 

Kaynak: Haber.sol.org.tr