Bizim “emperyalist restorasyon” dediğimiz “Arap baharı”nın en fazla dikkat çeken ve takip edilen ülkesi Mısır’da yaşanan isyanın 5. yılı biterken, Ortadoğu’da birçok açıdan 2011 öncesine dönüşün sinyallerinin geldiğini düşünenler çok.

Mısır’ın şu anda 2010’daki haline çok andırdığı söylenirken, ABD’nin “başarı hikayesi” olarak dünyaya servis ettiği Tunus’ta herkesin beklediği isyan yeniden uç verdi. Üstelik başarı hikayesinin içinde yüksek enflasyon, artan işsizlik, rüşvetin tüm devlet kademelerine yayılması, ABD ile üst düzey işbirliği, dinselleşmenin bir siyaset kuralı haline gelmesi de yer alıyor.

‘BAHAR’ VE BATI
“Bahar”ın Batılı liberal destekçileri, özellikle Tunus ve Mısır’a baktıklarında, kapitalizmin özgür gelişiminin önüne engel çıkartan rantiye-otoriter devlet ile özgürlük isteyen orta sınıfların/gençliğin kavgasını görüyorlardı. Bu modele göre Arap isyanı, devletin şeffaflaşmasını, özgürlükler alanının genişlemesini, neoliberal ekonomi modeline uygun küçültülmüş devleti savunuyordu.

Bin Ali ve Mübarek’in devrilmesi, bu iki diktatörün Tunus ve Mısır’da kurduğu aile şirketini dağıtacak, Müslüman Kardeşler tipi İslamcılık aracılığıyla milyonlar serbest piyasa ideolojisine bağlanacak ve Ortadoğu’nun emperyalizme/dünya pazarına eklemlenmesinde önemli bir yol katedilmiş olacaktı. Batı’nın ve kanaat önderlerinin “bahar”dan anladıkları çok kabaca buydu.

BATI GERÇEKTEN BAŞARISIZ MI?
Herhalde kimse, yukarıdaki özetin tamamen kurgu olduğunu, hiçbir maddi temelinin bulunmadığını söyleyemez. Tunus ve Mısır’da toplumun çeşitli bölmelerinin katıldığı isyan, katılımcıların tek tek profilleri ile değil ama, doğrultusu ile Batılı liberallerin canını sıkmadı.

Bu noktada, artık emperyalizmin ya da onunla uyumlu bölge aktörlerinin kısa vadeli politik gündemlerinin başarılı olup olmadığından ötesine bakmak gerekiyor. Kastım şu: Örneğin, Müslüman Kardeşler tasarımının, başta Mısır ve Tunus’ta olmak üzere elde patlaması, ideolojik dönüşümde de aynı sorunla karşılaşıldığı anlamına gelmeyebilir.

TUNUS VE MISIR’A BAKINCA: DİNSELLEŞMENİN SÜREKLİLİĞİ
Kanımca, bu iki ülkede, “bahar” öncesine ve sonrasına baktığımızda iki süreklilik ve bu sürekliliği sağlayan motiflerin normalleşmesini görüyoruz: Birincisi, siyasetin ve toplumun dinselleştirilmesi; ikincisi, piyasacılığın sürekliliği ve önündeki engellerin kaldırılması. İki buçuk olarak da, ABD’nin “görünmez eli” sayılabilir.

Mısır’da siyasetin ve toplumun dinselleştirilmesi elbette Kardeşlik iktidarı ile başlamadı. Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’in her nedense gündeme gelmeyen özelliklerinden birisi de, dinselleşmenin önündeki toplumsal engelleri kaldırmalarıdır. Mübarek’in İhvan’a yönelik politik baskıları, aynı örgütün toplumsal şebekesini dağıtmaktan çok uzak kalmıştır. Bunda en büyük etken, kapitalizmin son 40 yıllık serüveninin yarattığı dağılma ve restorasyon halinin Kardeşlik tipi siyasî İslam örgütlerinin yeşerebileceği mümbit bir toprak sunmasıdır. Aynı eğilim, bugün Sisi iktidarında da devam etmektedir.

Tunus için de benzer bir şey söylenmelidir. “Dinci” Ennahda ile “laik” Nida Tunus arasındaki farklar, neredeyse yalnızca isimleri ile sınırlıdır. Topluma din yoluyla seslenme, dinden kaynaklanan “ahlak” vasıtasıyla halka yön verme iki partinin paylaştığı ortak zemindir.

Tam da bu nedenle, geçen sene sıklıkla basında yer alan ve Sisi yönetiminin şiddetli protestolarına neden olan “Beyaz Saray, Müslüman Kardeşler temsilcilerini ağırladı” haberlerinin yalan olmadığını hatırlamak gerekir. İhvan projesi, üzerine yatırım yapılan bir projedir; dahası, emperyalist tasarımla da birçok açıdan uyumlu görünmektedir. ABD’nin Kardeşlik’ten politik olarak faydalanmaktan tamamen vazgeçmesi mümkün görünmediği gibi, kapitalizmin, yeni bir birikim modeli denemediği müddetçe dinselleşmeden çark etmesi de pek olası değil. Türkiye’de olduğu gibi, Ortadoğu’da da İslam bir “doğal ideoloji” olarak kurgulanmış, siyaset zemini din üzerinden tarif edilmiş ve “iktidar” ile “muhalefet” partileri kendilerini bu zeminde var etmeye başlamıştır. “Bahar”ın 5. yılından geriye bakılınca görünenlerden birisi budur.

EKONOMİDE AYNI TAS AYNI HAMAM
Kanımca “Arap baharı”nın emperyalizm açısından en önemli başarılarından birisi, zaten onyıllardır zayıf olan kapitalizmi devrimci bir şekilde aşma fikrini, Arap coğrafyasında neredeyse gözden düşürmesidir.

Dileyen Tunus’a bakabilir. 70’li yıllardan itibaren başlayan “dışa açılma” siyaseti ile birlikte türeyen “Altın Oğlanlar” ismi verilen sermayedar grubu, “bahar” ile küçük bir sarsıntı geçirmesine rağmen yoluna daha büyük bir iştahla devam ediyor. İsyanın yıldönümünde, El Cezire’nin Muhammed Buazizi’nin ailesiyle yaptığı röportaja güvenecek olursak, rüşvet ve yolsuzluk her tarafa yayılmış durumda. Tunuslular, “Bin Ali kendi ailesini beslerken, şimdi herkes rüşvet alıyor” diyor.

Mısır’da da durum farklı değil. Sisi yönetimi, bir süreliğine durmak zorunda kalan özelleştirme dalgasını geçen sene yeniden rayına oturtmaya söz vermişti. Bunun ilk önemli karşılığı, elektrik üretimini ve dağıtımını özelleştiren kararı meclisten geçirmek oldu. Elektrik özelleştirmesinden önce, 2014 yılında, elektrikteki devlet sübvansiyonları da ortadan kaldırılmıştı. Mısır yönetimi, artan bütçe açığı ve borçlar için bunun gerekli olduğunu savunsa da, liberalizmin “iktidarlardan bağımsız” sürekliliği karşımıza çıkıyor. Rüşvet ve adam kayırmacılığın Mısır’da durumunu saymıyoruz bile.

Mübarek devrildiğinde de, Mursi gittiğinde de “devrim” olduğunu düşünenler için biraz karanlık bir tablo olduğu açık.

GÖSTERE GÖSTERE GELENLER
Bu tabloya eklenebilecek başka karanlık unsurlar da var: Mezhep ayrımlarının tüm bölgede derinleşmesi ve bir çatışma başlığı haline gelmesi, yukarıdaki “buçuk” ABD etkisinin bölgede yeniden “onsuz olmuyor” temasıyla yayılması vs.

Bununla birlikte, eğer “bahar”ın nedenleri arasında bir de eşitlik, özgürlük ve adalet isteiği yatıyorsa. Bu taleplere neden olan koşulların değişmeden, hatta daha da katmerlenerek yerinde durduğunu akılda tutmak gerekiyor.

Nitekim, Tunus’ta bir süredir kulaktan kulağa yayılan “yeni bir isyan” söylentisi, işsiz bir gencin protesto sırasında elektrik akımına kapılıp ölmesiyle gerçeğe dönüşür gibi oldu. Mısır’da da bazı etkili tekelci medya kuruluşları, yeni bir “isyan” başlayabileceği uyarısında bulunuyor.

Anlaşılacağı üzere, görünüşte bir başa dönüş yaşanıyor gibi görünse de (Suriye’de “siyasi çözüm” sürecinin de bu görünüşte payı var) gözlerimizin önünde olan biten, çemberden ziyade bir helezondur. Bazı başlıklarda kaybedilmiş, bazı başlıklarda kazanışmış; ancak kümülatif olarak sonuç, sıfır noktasından daha geride olduğumuzdur.

“Arap baharı”nın yaydığı sahte umutlardan kapitalizme enerji devşirildiği bir beş yılı geride bıraktık böylece. Geniş yığınların sözümona “laik” ve “dinci” partiler arasında salındığı, ancak dinselleşme ve piyasacılığın ortak zemin olduğu, daha da geniş yığınların siyasetten düştüğü bu dönemin ara uğrağında, sarkacın ucunun nereye döneceğine yönelik fal bakmak yerine, sarkacı tutan ipin nasıl kopartılacağı üzerine kafa yormakta büyük fayda var.

 

Kaynak: Haber.sol.org.tr