Tarihçi Prof. Dr. Halil Berktay, günlerdir kamuoyu gündemini meşgul eden akademisyenler bildirisine ve Joe Biden ziyaretine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulundu... Berktay, "10-15 kişilik bir grup getirip size imzalatıyor zaten. "Kürtlerin hak ve özgürlükleri, çatışmaların durmasıyla barıştan yana ilgili bir metin var" deniliyor örneğin. Pek çok insan doğru dürüst okumadan, okusa bile doğru dürüst anlamadan, çünkü insanların siyasi tecrübeleri de zayıf veya arkadaşlık vs nedeniyle imzalıyor." dedi.

İŞTE HALİL BERKTAY'IN O ÇARPICI AÇIKLAMALARI

-Türkiye'de cici ya da yaramaz akademisyenler diye bir ayrım mı var?

Çok enteresan bir şey soruyorsunuz. Akademik dünyanın içinde çoksesli olmak var kuşkusuz. Bu bildiri fasılları başladığında açtım baktım, 200 kadar üniversitede 85 bin kadar öğretim elemanı var. Yani ortada kendi içinde değişiklik arz etmesi kaçınılmaz olan bir kitle var. Türkiye'de maalesef, kendimi de dahil ederek söylüyorum, akademikler siyasetle çok içli dışlı, aşırı politize...

-Niye "Maalesef"?

Ben bunun çok kötü bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu derece kendini her siyasi olay ve tavır karşısında tavır almaya mecbur hissetmenin yani bilimsel uğraşılarına göre siyaseti biraz daha geri planda tutamamanın, araya göreli bir özerklik kuramamanın çok ciddi bir hastalık ve sakatlık olduğu kanısındayım. Türkiye geçmişte bundan çok çekti. Siz bana öyle bir soru sordunuz ki yıllardır düşünmekte olduğum pek çok şeyi tetikliyor.

-Neyi tetikliyor?

Türkiye'de modernitenin, aydınlar zümresinin önemli öğrenim kurumlarının ve üniversitelerin vücut buluş tarzıyla ve tarihsel geçmişiyle ilgili. Üniversiteler İngiltere ya da Fransa'da olduğu gibi deyim yerindeyse spontane olarak sivil toplumdan fışkırmadılar. Pek çok şeyde olduğu gibi üniversiteler de devlet eliyle vücut bulmuştur. Bu biraz Prusya- Almanya, Bismark modelidir. Tek parti yönetiminde öğretim üyeleri kendini resmi ideoloji, iktidar ve devletle muazzam özdeşleştirmiştir. CHP iktidarı ve Kemalizmin siyasi ve ideolojik iktidarıyla özdeşleştirdi. Deyim yerindeyse o dönemin ideolojisinin Türk toplumu üzerindeki elit sözcüleri haline geldiler. Ve kendilerinde düzenin ideolojik savunuculuğu gibi bir misyon benimsediler.

-Bir bakıma buna mecbur mu hissettiler yoksa hissettirildiler mi?

İkisi de. İçselleştirilmiş bir misyon söz konusu. Yaşam biçimi haline getirdiler. Ben tipik eski solcu bir aileden geliyorum biliyorsunuz, "gerici comprador, emperyalizme satılmış'' DP'nin devrilmesi için yanıp tutuşmuş ve 27 Mayıs'ı alkışlamış olan bir aileden... 27 Mayıs'a giden olayları düşündüğümüzde, İstanbul Üniversitesi'nde Sıddık Sami Onar'ların, Ankara Siyasal'ın direnişine baktığımızda hep bu güdü var.

-Bu tarz bildirilere imzayı mahalle baskısı yüzünden mi atıyorlar?

Tabii, işte onu söylemeye çalışıyorum. Her üniversitede, her fakültede herkes aynı düzeyde aktivist olmayabiliyor. 10-15 kişilik bir grup getirip size imzalatıyor zaten. "Kürtlerin hak ve özgürlükleri, çatışmaların durmasıyla barıştan yana ilgili bir metin var" deniliyor örneğin. Pek çok insan doğru dürüst okumadan, okusa bile doğru dürüst anlamadan, çünkü insanların siyasi tecrübeleri de zayıf veya arkadaşlık vs nedeniyle imzalıyor. Özetlersek 3 katman var: 1-Cumhuriyet'in kuruluşu, 2- 1960 dönemi sosyalist devrim kavgaları, 3-2002'den, AK Parti'nin iktidara gelmesinden bu yana İslamofobi temelli "İrtica geliyor''.

-Hangi güdü bu?

"Devlete, Kemalizme sahip çıkıyoruz" güdüsü. "Sivil politikanın kirliliğine karşı asıl elit misyonumuza sahip çıkıyoruz" havası. Bu hava bürokrasi, ordu ve yargıyla birlikte "Kemalist Cumhuriyet''in savunucusu sanma hali hep var. 1960'lı yıllardan sonra üniversitelere "kale'' muamelesi yapılmaya başlandı. Kimin kalesisin? Gençlik örgütleri bunların başını çekiyordu ve onların bu aşırı politizasyonuna öğretim üyeleri falan da "Dur" demiyordu.

-Demeli miydi?

Demeliydi.

-Neden?

Türkiye'de "Aydın olmanın sorumluluğu ayaklanmacı olmaktır", tabii ayaklanacağınız tarafı da Kemalizmi, Atatürkçülüğü, Cumhuriyet'i karşısına alan gericilik olarak tarif edebiliyorsanız ne âlâ, "Aydının, akademisyenin görevi ayaklanmacı olmaktır", anlayış bu. Hâlâ da var... Amerika'da 1960'ta üniversitedeydim, müthiş bir siyasi durum vardı. Vietnam karşıtı hareketler için de yürüdük, insan hakları için de ama şunu gördüm, kimse "militan'' değildi. Öğrenciler ve akademisyenlerin arasındaki ilişki birbirlerinin ideolojik tercihleri yönünden biçimlenmedi. Örneğin "solcu öğrencilerin favori solcu hocaları'' gibi bir durum yoktu.

-Joe Biden geldi, çeşitli görüşmelerde bulundu...

Ceyda Karan, Kadri Gürsel, Aslı Aydıntaşbaş, Osman Kavala ile görüştü... Eee yani, aynı olay. Bir "Oral Çalışlar ile görüşeyim" durumu yok örneğin. Etyen Mahçupyan ya da Murat Belge... Hadi bu isimleri geçin, bildirinin imzacıları arasında yer alan Ahmet İnsel ile bile görüşmüyor. Bu durum beni rahatsız ediyor çünkü Türkiye etrafında nasıl bir dezenformasyon çemberi olduğunu görüyorum. Bakın ben o mahalleden çıktım. Osman Kavala'yı çok ayrı tutarım, çok değerli bir aydındır, onun görüşmesini anlarım. Ama diğer üçü, Allah'ınızı severseniz, kimdirler? Bir aydın varlıkları, entelektüellikleri mi vardır? Sadece hiçbir şey ifade etmeyen bu üçlüyle görüşülmüş olması da iyiden iyiye tuhaf kaçıyor.


Kaynak : Sabah

  
Kaynak: Hukukmedeniyeti.org