Kazım Öz’ün daha önce ‘Fotoğraf’, ‘Fırtına’ (Bahoz), ‘Uzak’ (Dur) ve ‘Bir Varmış Bir Yokmuş’ (He Bû Tune Bû) filmlerini izlemiştik. Son filmi ‘Zer’, kapitalizmin zirvesi ABD’den Dersim’in ücra köylerine uzanan bir yolculuk ve kimlik arayışı hikâyesi. Vizyona girmeden sansür haberleriyle adından söz ettiren filmi Kazım Öz’le konuştuk...

-Zer’in olduğu kadar torunu Jan’ın da hikâyesi bu. Bir kimlik ve yol hikâyesini Kürt olduğunu bilmeyen, Türkçeye bile yabancılaşmış, Amerika’da yaşayan Jan’ın üzerinden anlatma tercihi neden?

Kısmen benim hikâyemle bütünleşen bir şey. Üniversite okumak için Dersim’den İstanbul’a geldiğimde, burada belli bir hayat ve dönüşüm yaşadıktan sonra oluşan fikirdi bu. Kendine dışarıdan bakma meselesi aslında. “Zer” şarkısıyla tanışmam da etkili oldu. Burada bir uçtan diğer uca bir yol hikâyesi var. Bu yolculuğun daha güçlü olması için hem köklerinden bayağı kopmuş bir karaktere, hem de filmin görselliği açısından bir yoğun çelişkiye ihtiyaç vardı. O yüzden Amerika’yı seçtim.

-“Zer” şarkısıyla tanışmanız nasıl oldu?

Şarkı gerek kültürel, gerek sınıfsal engellerin, gerek iklim koşullarının yaşanmasını engellediği bir aşkı anlatıyor. Gücü yaşanmamışlığından gelen bir duyguyu... Tabii filmde arka planda Dersim ‘38 de var. 2000’lerin başında yaptığım bir belgeselde kullandığım bir şarkı bu. Orada Almanya’ya göç etmiş bir Kürt köylüsünün çok içten söylediği bir şarkıydı. Sonra o şarkıyla birçok yerde karşılaştım. Bazen bir kişiyle değişik karşılaşmalarınız olur ve buna bir anlam biçersiniz ya, öyle oldu. Farklı versiyonları, farklı sözleri var “Zer” şarkısının. Filmin sonunda gördüğünüz “Zer” şarkısının sözleri de bana ait. Dedim, herkes yazıyorsa biz de yazalım.

‘Filmde babam da oynuyor’

-Jan’ın Dersimlilerle, daha doğrusu onların Jan’la kurduğu diyaloglar öyle doğal ve komik ki... Filmi güçlü kılan da o mizah ve trajedi birlikteliği bence. O diyaloglar senaryoda var mıydı, yoksa hepsi doğaçlama mı?

Yüzde 95’i senaryoda vardı. O sahnelerde izledikleriniz Dersim’in yerlileri. Babam da oynuyor hatta bir sahnede. Ben belgeselden gelen biriyim ya, insanlarla ilişkilerim çok yoğundur. Hayatında o koca ışıkları hiç görmemiş amatör oyuncularla doluydu o sahneler. “Burada bir mücadele var, kendimizi mi oynamamız gerekiyor, oynayalım” dediler. Bayağı da uzun çalıştık aslında, zor oldu. ‘Bahoz’daki mizah da “bunlar siyasi insanlar, böyle bir filmde bu kadar gülmek çok fazla” diye eleştirilmişti. Ben katılmıyordum. Bir toplum ne kadar acı çekiyorsa onu gidermek için o kadar da gülüyor. Bunun da bence sanatta yeri olmalı. Acıyla baş eden insanın var oluşunu göstermek aslında daha iyi bir mücadele yöntemi bence.

-Kürt sineması mesaj verme kaygısının altında eziliyor mu biraz acaba?

Evet, benim de Kürt sinemasıyla ilgili buna benzer fikirlerim var. Türkiye’deki Kürt sorunu ciddi bir sınıf sorunu, aynı zamanda etnik bir sorun. Ama biz sanatta işin bu kısmını şu ana kadar biraz yüzeysel ele aldık. Genel geçer klişeler ve ulusal bilinç meselesiyle ilgili bazı söylemlerde kaldı sanatımız.

Cemal Süreya ve Jan...

-Dersim ‘38’in sizin ailenizde bıraktığı bir iz var mı?

Tabii çok etkisi var. Bizde hep söylenir. Bizim köyün tepesine gelindiğinde Fevzi Çakmak ‘dur’ demiş, yoksa bizim köyü de kırıyorlarmış. ‘Şanslı’ bir köy olarak anlatılır bize hep. Dersim ‘38 sonrası kuşak onu unutmak istedi. Örneğin ben babamın bir Dersim anısı olduğunu çok yeni öğrendim. Meğer babam beş yaşındaymış katliam döneminde. Her gün gelecekler diye köylüler evlerinden çıkıp ormanlık alana gidiyorlarmış, gece tekrar evlerine dönüyor, gözlemesi için köyün girişine gözcü koyuyorlarmış. Bir gün babam köyde yalnız başına uyanmış, herhalde çok küçük olduğu için uyandırmaya kıyamamışlar. Gelirlerse ona bir şey yapmazlar diye mi düşündüler herhalde... (Gülüyor)

-Filmin girişinde “tarihöncesi köpekler havlıyordu” dizeleri var. Cemal Süreya da ailesiyle birlikte Dersim’den gönderilenlerden, değil mi?

Bence Cemal Süreya’nın gücü de bu tarihten geliyor. Jan’ın hikâyesinin bir parçası var belki de Cemal Süreya’da. Gelip sonradan o tarihi tanıma, yüzleşme süreci yaşadı herhalde. Ben de bu filmde olmasının anlam katacağını düşündüm.

'Siyaha karşı alerji oluştu' 

-Sansürü ifşa etme kararı nasıl doğdu? Filmin vizyona girme sürecini zorlaştırdı mı o hareketiniz?

Sansürlenen sahneleri karartarak, bakanlığın o sahnelerin izlenmesini istemediği notuyla göstermemiz üzerine eser işletme belgesi iptal edilmişti. Sahnelerin tamamen çıkması kaydıyla belgeyi geri verdiler. Ama bunun hukuk mücadelesini vereceğiz. Siyaha karşı bir alerji oluştu şu anda (gülüyor). Bir filmde siyah yasaklanamaz. Ben istersem yeni filmimin yarısını siyah yaparım. Burada yeni bir mücadele biçimi başlıyor galiba. Umarım siyah için de mücadele etmemiz gerekmez. Bakanlığın girişimiyle ilk hafta 90 kopya girecekken 12 kopyaya düştük. Salonlara sansürle ilgili bir şey gitmiş herhalde, çekindiler. Şimdi kopya sayısını artırmaya çalışıyoruz. Ama bu hafta salonların bize açılacağını düşünüyoruz. Çünkü gösterildiği salonlarda filme çok yoğun ilgi var.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr