Halen etkin yanardağları, ot bitmeyen, ağaçsız yüksek yaylaları, sıcak su kaynakları barındıran fiyortları, ıssız, madensiz topraklarıyla adeta başka bir gezegeni andıran, kuzey kutbuna yakın İzlanda (Buz Ülkesi) adasının, kökenleri Vikinglere dayanan sakinlerinden, aileden koyun-koç yetiştiricisi, 2 yalnız, yaşlı kardeşin, Gummi’yle Kiddi’nin (Sigurdur Sigurjonsson, Theodor Juliusson) duygusal hikâyesini anlatıyor İzlanda yapımı “Hrutar-İnatçılar”.

Küs kardeşler

Evleri yan yana ama 40 yıldır birbirleriyle konuşmayan, popo kılları ağarmış, küs kardeşlerin katıldığı, yöreye özgü, geleneksel koç güzeli yarışmasıyla başlayan filmde, Kiddi’nin yetiştirdiği koç birinci seçilirken Gummi’ninki ikinci geliyor çok az bir farkla. Ama kardeşinin şampiyon koçunda, salgına dönüşebilecek, bulaşıcı-öldürücü bir hastalık olduğunu keşfeden Gummi, bu durumu yıllanmış kadın veterinere (Charlotte Boving) bildirince hastalığın yayılmaması için bölgedeki bütün koyunların itlaf edilmesi gerekiyor maalesef.

Kendi koyunlarını bizzat kendisi itlaf eden Gummi 8 tanesini saklıyor, yetiştirdikleri özel cinsin soyu kurumaması için. Bunu fark eden, ağılını da gerektiğince temizlemeyen Kiddi, kederinden içip içip karlar arasında sızıyor ve tam donmak üzereyken ağılları dezenfekte eden genç bir veteriner tarafından bulunup Gummi’ye getiriliyor.

Gummi, sorumlu olduğu kardeşini sağlığına kavuştursa da içmeye, sızmaya devam ediyor aksi, nobran Kiddi.

Sakladığı 8 koyunu yetkililere kaptırmamak için küs’lüğü bırakıp mecburen kardeşiyle işbirliğine girişiyor Gummi ve bastıran kara kışta, buz gibi fırtınadan göz gözü görmezken, birlikte dağa kaçırıyorlar koyunları.

Bu kez donmanın eşiğindeki Gummi’yi karda kazdığı bir çukura yatırarak kurtarır Kiddi, artık her şey güzel olacak kardeşim diyip Gummi’ye şefkatle çırılçıplak sarılarak. İnsan-doğa ilişkisini ele alan yönetmen Grimur Hakonarson’un annesine adayarak (ve küskünlüğe de son vererek) gerçekten insanın içine işleyen, dokunaklı, cıscıbıl, iz bırakan bir finale bağladığı “İnatçılar”, son dönemde ilginç filmler üreten İzlanda sinemasından çıkagelen, naif, yalın, insancıl ve kesinlikle görülesi, sıcacık bir ‘esinti’ bence.

Mizahi dokunuş

Zaten Cannes’ın ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde en iyi film seçilip festivallerin gözdesi olması boşuna değil. Mizahi dokunuşlarla duygusallık dozunun ustaca dengelendiği “İnatçılar”ı ve haberleşmelerini sevimli, postacı bir köpeğin sağladığı bu yaşlı kardeşleri canlandıran 2 oyuncusunu bir süre unutamayacaklar bu güzelim filmi Başka Sinema salonlarında görenler.

Haftanın öteki filmleri

“Bin Başlı Canavar”: Son İstanbul film festivalinden, uluslararası yarışmayı kazanarak en iyi film (Altın Lale) ödülüyle dönen, Varşova’da da en iyi yönetmen ve jüri özel ödüllerini alan “Un Monstruo de Mille Cabezas- Bin Başlı Canavar”, kanser olan kocasının ilaç-tedavi giderlerini karşılamayan sigorta şirketiyle mücadeleye giriştiğinde mecburen yasadışı yollara sapan, çaresiz Sonia’nın (Jana Raluy) evrensel hikâyesini perdeye taşıyor. Filmi, İspanyol Rodrigo Pla yönetmiş.

“Senden Önce Ben”: Çok satan bir kitaptan kadın yönetmen Thea Sharrock eliyle sinemaya uyarlanmış “Me Before You-Senden Önce Ben”, emekçi sınıftan, Pollyanna’msı, güleç bir garson kızın, çok zengin ailenin motosiklet kazası sonucu felç olmuş, intihar eğilimli oğluna bakıcılık yaptığı, çok klişe bir romantik komedi. “Game of Thrones-Taht Oyunları” dizisinin ejderha besleyen, çıtıpıtı sarışın kraliçesi rolüyle ünlenen Emilia Clarke’la “Açlık Oyunları” serisinin yakışıklısı Sam Claflin başrollerde.

“Lanetli Çocuk”: Yönetmen William Brent Bell’in imzasını taşıyan film, oyuncak bir bebeğe bakıcılık yapan bir kızın hikâyesi. Film, bir korku denemesi.

“Siyahın Elli Tonu”: E.L.James’in romanından perdeye aktarılıp geçen yılın tartışılan, açık saçık filmlerinden biri olan “Grinin Elli Tonu”nun parodisini yapmaya soyunan, Michael Tiddes imzalı, uyduruk bir komedi.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr