Tepebaşı’nda bulunan ve yıllar önce bir yangında yok olan Dram Tiyatrosu, şimdi yıkılmış Emek Sineması’nda bulunan Komedi Tiyatrosu, Atlas Sineması Pasajı’nın üst katındaki Küçük Sahne ve de “klasik” sinema salonları, sayısı artmakta olan sanatseverlerin durağıydı.

Liseli ve üniversiteli gençler haftalık harçlığın yarısını cumartesi öğleden sonraları Beyoğlu’nda ezerlerdi. Atlas Sineması’nda veya onun tam arkasında, İstiklal’e paralel sokaktaki Yeni Melek Sineması’nda film seyredilir, sonra da sandviç yenip “Arjantin” denen kallavi bardaklar ile bira içilirdi.

1960’lı yılların ortalarında İstiklal Caddesi’nin tadı kaçmaya başladı. Beyoğlu’na rengini veren azınlıklar, 6-7 Eylül 1955 ve 1963 olayları yüzünden kaçırılmıştı. Ortalık lumpen takımından geçilmez olmuştu. Sinemalar açık saçık ve düzeysiz filmler oynatıyordu. Olumsuz değişim hissedilir düzeydeydi ve de bizim çevreler artık o taraflara hiç uğramamayı yeğliyordu. Beyoğlu, 1960’lı ve 1970’li yılların önemli bölümünü böylece pas geçmiş oldu.

İstanbul burjuvası, Beyoğlu’na, 1980’li yıllar yarılanmaktayken bile, hala pek rağbet etmiyordu. Ancak bir kıpırdanma, düzelme başlamıştı; yaşlı ve gururlu Pera yavaştan silkiniyor gibiydi. Beyoğlu lokantacılık ve eğlence sektörü, biraz da “aydın” kesimin akşamdan akşama enjekte ettiği parasal güç sayesinde kalkınmaya başlamıştı. AKM’deki haftalık klasik müzik dinleti müdavimlerinin dinleti sonrası dolaştıkları İstiklal’de karşılaştıkları insan tipi, yine de “eskilerin” alıştığı türden değildi. Anadolu’dan İstanbul’a göç, o yıllarda hızla devam ediyordu.

1980’lerin sonlarına doğru 12 Eylül’ün kısa dönemli etkileri tasfiyeye uğramıştı. Özal’ın verdiği gazla insanlar köşe dönme yarışına girmişlerdi. İletişimde de bir tür patlama yaşanıyordu. İnsanların bir şeyler içip birbirleriyle söyleştikleri mekanlar hızla çoğaldı. Her gün birkaç yerde sergi açılmaya, konferans verilmeye, söyleşi yapılmaya başladı. Nevizade açılıp saçıldı, İçkili mekanlara çeki düzen verme fikri belirdi. Sinemalarda doğru dürüst filmler oynatılır oldu. Ne var ki bizde hiçbir olumlu gidiş arızaya uğramadan olmaz; nitekim 1994’teki yerel seçimle birlikte Beyoğlu da bir felakete uğradı.

AKP’nin içkiyle kavgası

Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Refah Partili Beyoğlu Belediyesi aklını içkili mekanlara taktı. Nevizade’de sokağa masa koymak ve açık havada içki içmek yasaklandı. Yayaların geçişi engellenmemeliymiş. Sanki oradan her gün elinde torbasıyla evine ekmek götürmekte olan yaşlı teyzeler geçermiş; o sokağa meyhanelerde yeme içme derdinde olanlardan başka bir tek vatandaş uğrarmış gibi! Ayrıca lokanta ve meyhanelerin pencereleri de, içerisi dışarıdan geçenler tarafından görülmeyecek biçimde perdelerle kapatılacaktı. Sokaktan aç karnına geçen vatandaşın nefsiyle oynanmamalıymış! Malum; siyasal İslam’ın daima “rasyonel” bir gerekçesi vardır. İçkiyi poşete sokma eylemi de böyle bahanelerle yürütülecekti.

Yapamadılar; daha doğrusu yaptırtmadık. Bir akşam, aramızda tanınmış sanatçı, akademisyen, aktif siyasetçi ve milletvekillerinin de bulunduğu koca bir grup gittik ve masaları dışarı çıkartıp içkilerimizi koyduk. Gelen zabıta bir şeycik yapamadı. Şimdilerde kamunun kaba gücü pervasızlaştı; ama o dönemde koca koca adamları tutuklayıp götürecek halleri yoktu. Yasak delindi ve bir daha uygulanamadı.

Aslında İslamcıların içki düşmanlığı hep sürüyor. Kadın-erkek bir arada oturup içki içilen yerler siyasal İslam’ın büyük sorunudur, çünkü iki duyarlı noktasını da içeriyor: kadın/cinsellik ve alkol. “Kimsenin yaşam tarzına karışmayız” deniyor ya! Haydi oradan! Siyasal İslam’ın yaşam tarzı tam da başkalarının yaşamına karışma eğilimi içerir. Birkaç yıl önce de, Beyoğlu’nda vergisini ödeyerek dışarı masa koyan içkili mekanları -zor kullanarak- içeri tıktılar; güzel havalarda sokaklara taşan yaşama sevincini yok ettiler. Rivayet odur ki, egemen kişi bir gün oralardan arabasıyla geçerken mevcut “rezaleti” görüp “tez bu işe son verilsin” buyurmuş.

İçkiyi ve içki içip söyleşilen, eğlenilen mekanları direkt olarak yasaklayamıyorlar; ama yapacaklarını başka türlü de yapıyorlar. İçki tüketimini mali açıdan caydırıcı kılmaya çabalıyorlar. Alkole bu oranda vergi, ciddi alkolizm sorunları olan İskandinav ülkeleri dışında hiçbir ülkede yok. Ayrıca bir de “eğlence vergisi” adlı mali yükü öyle olağanüstü boyutlara taşıdılar ki, Beyoğlu’nda tüm müzikli küçük ve orta boy içkili mekanların beli büküldü.

Oysa Beyoğlu, 2000’lere, kendini bekleyen güzel günlerin heyecanıyla girmişti. Eğer arkadan bir “görevli” arabası dırt dırt edip rahatınızı kaçırmaz, ya da yağmur suları oynak parke taşlarının arasından paçanıza sıçramazsa İstiklal Caddesi’nin ortasından Taksim-Tünel arası salına salına yürürdünüz ve kentin dinamizmine tanık olurdunuz. Böylesine yirmi dört saat yoğun biçimde yaşayan bir semt ve içinden her tür insanın, ama en çok da genç insanın aktığı renkli bir cadde dünyada az bulunurdu.

Yeni Türkiye’ye yeni Beyoğlu

Bu gidişte İslamcı yönetime batan bir şeyler kuşkusuz ki olacaktı. Nitekim Gezi Direnişi’nin buralarda uç vermesi, iktidarı bütünüyle Beyoğlu’na düşman etti. Siyasal güç sınamaları semboller aracılığıyla yapılır; bunun da en belirgin örneği Beyoğlu’nda. İktidar, Beyoğlu’nu alkolsüzleştirip kimlik farklılaşmasına tabi tutma ve Taksim Meydanı’nı Cumhuriyet’in elinden alıp siyasal İslam’ın simgesi haline getirme çabasında. AKM’yi yıkmak, Gezi’ye topçu kışlası ve meydana cami yapmak için fırsat kollanıyor. O arada Taksim bir beton denizi halinde, İstiklal Caddesi ise bakımsızlıktan perişan.

Siyasal erk ile inatlaşamayan insanlar buralardan kaçmaya başladılar bile. Cadde üzerindeki “marka”lar, kültür üretim alanları ve nezih içkili mekanlar, belediyenin etkin yardımlarıyla(!) birer birer kaçıyor. Bildiğim örneklerden Bi Buçuk adlı içkili lokanta, içinde bulunduğu binanın üst katlarındaki bir sorun yüzünden geçenlerde kapatılıp içki ruhsatı iptal edildi. Kusur başka yerde, ama sekiz katlı binada faaliyetten men edilen tek işyeri, binanın tek içkili mekanı olan ve zabıtanın da gide gele bezdirdiği, giriş katındaki Bi Buçuk. Böylece bir içki ruhsatı daha, yenilenmemek üzere iptal edilmiş oldu. Yerine artık bir tatlıcı açılır.

Vaktiyle bir mekana içki ruhsatı vermek için 100 metre yakınında bir ibadethane veya eğitim kurumu olmaması koşulu geçerliydi. Bu zorunlu mesafeyi 200 metreye çıkardılar. Beyoğlu gibi yoğun iskan edilmiş bir semtte de, ruhsat talep eden mekana 200 metrelik mesafede mutlaka en azından bir dershane bulunuyor. Ayrıca her türlü bahaneyi kullanarak içkili mekanların ruhsatlarını iptal etmeye uğraşıyorlar. Son somut örneklerden biri de, yukarıda sözünü ettiğim Bi Buçuk.

Şimdilerde yerel yönetim sorumluları, Beyoğlu’nda yatak kapasitesini artırmış olmakla övünüyor. Eh, artık Beyoğlu’na gelen Ortadoğulu turistler meyveli gazoz eşliğinde kebap ve tatlı yiyip otellerinde yatar uyur. Bu arada kaçırılan markalar ve kitap evleri, kapanmasına neden olunan işyerleri, sayısı azaltılan içki ruhsatı falan söz konusu edilmiyor.

Şimdilik bu aşamadayız. Meslek odaları, şehir planlamacıları, mimarlar seslerini duyuramıyorlar. Yönetici kadrolar “egemen”in ağzından çıkacak sözlere bakıyor. Onun da çevresi “hikmet buyurdunuz beyefendi”cilerle dolu. Hele bir de yeni anayasamız başkanlık sisteminin yapı taşlarıyla süslenirse, varın görün siz olacakları. Artık ağaların eli hiç tutulmaz; Beyoğlu alkolden büsbütün arındırılıp “helal” ürün satan işyerleriyle bezenir. Haydi biraz daha “hayal” kuralım: “Tarihi yarımada” siluetinin arkasında elan endamını gösteren iki Zeytinburnu gökdeleninin yanına daha niceleri eklenir. Olur a, Kızkulesi camiye dönüştürülüp Üsküdar’a kadar deniz doldurularak kazanılacak araziye de nice AVM’ler yapılır. Malum; Yeni Türkiye, din ve ticareti el ele tutuşturan “Ortadoğu ülkesi!”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr