Ekranların sert yüzü olarak bilinen Payzın, "Ekranda politikayla uğraştığım için daha sert görünüyorum. Fiziksel özelliklerim de farklı görünüyor. Dışarıda görenler bana hep daha ince ve güler yüzlü olduğumu söylüyorlar." dedi.

İşte XoXo dergisinenden Bahar Türkay'ın soruları ve Şirin Payzın'ın verdiği yanıtlar:

Orijinal olmak insanın kendisiyle mi ilgili yoksa yaptığı işle mi?

Ne yapmak istediğini ve yaptığın işi ne şekilde yaptığını kendi duruşun belirliyor. Dolayısıyla, orijinal olmak insanın hayata nasıl baktığıyla ilgili.

Kadın olmak bu denklemin neresinde duruyor?

Güçlü tarafında duruyor. Bana hep ‘kadın gazeteci olmak daha mı farklı, bu sektörde kadın olarak size ayrımcılık uygulandı mı?’ gibi sorular sorulur. Bu sektörü erkek dünyası gibi görmek bizim kafamızın içinde uydurduğumuz bir şey. Aslında, çok kadın gazeteci var ve çok iyi gazeteciler arasında en iyilerin kadınlar olduğunu düşünüyorum. Kadın olmayı seviyorum. Bu, olaylara farklı bakabilmeyi sağlıyor. Duyguları ve mantığı işin içine birlikte katabilme, güçlü tarafları ön plana çıkarabilme, dayanma, sabır, hırs, bunların hepsini içinde barındırıyor. Benim mesleğimde insanın yaratıcılığını da körüklüyor. Kadınların maraton koşucusu olduğunu düşünüyorum. Daha yavaş, sindirerek ve uzun mesafe koşarak hedeflere ulaşma amacındayız.    

Hayatınızda şu anda olduğunuz yer size kendinizi nasıl hissettiriyor?

Hem memnun, hem memnuniyetsiz... Memnunum, çünkü geriye dönüp baktığımda gazeteci olarak hiç düşünmediğim bir yerdeyim. Hiçbir zaman ‘çıkış noktam burası, varış noktam da bu’ demedim. Televizyonda yaptığım işi bulana kadar çok savruldum. Farklı alanlardaki zevklerimi ve yapmak istediklerimi bir potada harmanladım ve aslında şu anda yaptığım işin temelini bu oluşturdu. Dolayısıyla, geriye dönüp baktığımda çok keyifli zamanlarım olduğunu düşünüyorum. Hiç tahmin etmediğim olaylara şahit oldum. Yapmayı hayal ettiğim ama yapamayacağımı sandığım şeyleri başardım. Ama bugün geldiğim noktada, ülkenin içinde bulunduğu durum, siyasi konjonktür ve zorunluluklarla birlikte kendimi yaptığı işin karşılığı olmayan biri gibi hissettiğim zamanlar oluyor. Diğer taraftan, bazı sabahlar kalkıp kendimi çimdikliyorum ve ‘biz bunlardan çok gördük, yola devam’ diyorum.

Alternatif bir gelecek senaryosu çizmenizi istesek...

Kendi kendime çok çiziyorum. Geçtiğimiz günlerde New York’ta yürürken, acaba şöyle bir şey yapabilir miyim hayatta diye düşünürken, sanki sıfırdan başlıyormuşum gibi, kendimi yapabileceğim farklı işler ve amaçlar ararken buldum. Oysa hayat beni bambaşka birikimlerle doldurdu ve her şeye sıfırdan başlayacak değilim. Farklı bir gelecek senaryosunda, belki biraz daha sanat, özellikle tiyatro ağırlıklı ilerlemek isteyebilirim. İşin içine yeme-içmeyi de katabilirim. Yemek yapmaya çok meraklıyım ve sahneyi, performansı seviyorum. Bazen her şeyi bırakıp, sahne oyunlarında kendime mütevazı ve son derece iddiasız, küçük küçük yer mi edinsem diyorum.

Zaten üniversite eğitiminizde Sanat Tarihi var, değil mi? 

Kazandım ama daha sonra vazgeçtim. Aslında çok istedim ama o zamanki şartlar beni daha başka kararlar almaya yöneltti, keşke okusaydım.

Zamanla ilişkinizi de konuşalım. Bu kadar temposu ve gerilimi yüksek bir iş yaparken zamanın durduğu anlar oluyor mu?

Zamanla bir yarışım olduğu kesin. Öncelikle, Başak burcuyum ve çok dakik bir insanım. Saniyeler benim için önemli, onları hesaplayarak iş yaparım. Mesleğim de bunu gerektiriyor. Bir dakika başkaları için çok önemli olmayabilir, ama yayıncı olarak o bir dakikaya, iki konuğa iki kere daha söz hakkı gibi pek çok şey sığdırabilirim. Saniyeleri sayarak yaşamak benim hayatımın bir parçası. Ama bazen de ‘salla gitsin’ dediğim zamanlar oluyor. Bunu daha çok yıllarla ve aylarla hissedebiliyorum. Hep çok telaşım var ve bir yere yetişmek zorundayım. Bir yandan da hiçbir şeyin önemi olmadığı, günlerce aynı şekilde durabileceğim bir zaman dilimini hayal ediyorum. Bu ikisinin çelişkisini yaşıyorum, evet, ama daha çok zamanın, saniyelerin peşinde koşan bir insanım.   

Ekranda gördüğümüz Şirin’le, gerçek hayattaki haliniz arasında nasıl bir fark var?

Ekranda politikayla uğraştığım için daha sert görünüyorum. Fiziksel özelliklerim de farklı görünüyor. Dışarıda görenler bana hep daha ince ve güler yüzlü olduğumu söylüyorlar. Ekran biraz çatık kaşlı yapıyor insanı ama artık bunu kırmak için özellikle biraz daha gülümsemeye çalışıyorum. Siyaset o kadar asık suratlı ki... Halbuki arkadaşlarımın gördüğü başka bir Şirin Payzın var. Misafir ağırlayan, eğlenmeyi seven, bazen içine kapanık, bazen fazla dışarı dönük... Ekranda duygularımı belli etmeden işi götürmeye çalışıyorum. Özel hayatımda daha duygusal tepkiler veren ve değişken ruh halleri olan biriyim.  

Meslek hayatınızda karşılaştığınız, duyduğunuz en çarpıcı şey neydi?

O kadar çok şey var ki... Soma, yakın zamanda beni çok ağlatan ve üzen meselelerden biriydi ve habercilik hayatımdaki çok önemli dönüm noktalarından oldu. Yaşanmadan bilinmez. Röportajlar garip bir şekilde bu kadar etkilemiyor, bir süre sonra alışıyorsunuz. Bana ait değil ama Oriana Fallaci’nin bir sözünden çok etkilenmişimdir; diyor ki, “Bana kiminle röportaj yapmak istiyorsun diye sorsalar, Tanrı’yla derdim ve ona tek bir soru sorardım: Neden?”. Bu benim gazeteciliğe başlamamın sebeplerinden biridir. Gençlik hayatımı Fallaci’ye hayran olarak geçirdim ve hep onun yaptığı gibi röportajlar yapmak, onun konuştuğu büyük isimlerle ve anti kahramanlarla konuşmak istedim. Ama aslında bu o kadar etkileyici değil.

Neden?

Çünkü gerçek anlamda o insanların içine giremiyorsun ve insani röportajlar yapamıyorsun. Keşke yapılabilse ama hep siyaset bağlamında kalıyorsun. O nedenle, röportajlardan ziyade olaylar insanı daha fazla çarpıyor. Soma’daki maden işçilerinin giyinme odasındaki şikayet ve dilek kutusu ve oraya bıraktıkları çok basit istekler ve küçük dilekler beni derinden etkilemişti. Bunun dışında, kadın politikacılarla yaptığım röportajlar aklıma geliyor. Hillary Clinton ile röportaja başlamadan önce üzerimizdeki ipek gömleklerin muhabbetini yapmak mesela... Kadın her yerde kadın. Bunlar da güzel anılar. Bir de şahane işler yapan kadınlar tanıyorum, onlardan çok etkileniyorum.

Otobiyografinizi yazmaya karar verseniz ilk cümlesi ne olur?

“Her şey hayal etmekle başladı”... Küçükken anneme ve babama hafta sonu dergisi hazırlayıp, Pazar günleri onlara satardım. Defter ortasını çıkarıp, Tipitip’in içinde çıkan karikatürleri, dergilerden çıkan fotoğrafları yapıştırırdım. Kendim hikayeler uydururdum, şiirler yazardım ve o hafta sonu Pazar kahvaltısında okunurdu. Bir de hep egzotik ülkelere seyahatler yapıp, orada gazetecilik yapan ya da yardım kuruluşlarında çalışan kadınlara çok özenirdim. İkisi de bir şekilde gerçekleşmiş oldu.

Kolunuzdaki saat sizi nerelere götürüyor?

Pilot saati olduğu için martılara götürüyor. Martı çok severim, dövmemde de var. Onlar gibi uçmak isterim. Uçakla uçmaya çok özenmem ama martılara çok özeniyorum. İstanbul’un üzerinde sürekli uçabilen, denizle iç içe, damlara konan bir kuş... Özgürlük simgesi...

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr