Esenler’in dar sokakları arasına sıkışmış Mehmet Akif Ersoy İlkokulu, kapının dışından bakınca, diger okullardan çok da farklı görünmüyor, ama içeri girdiğinizde burasının sıra dışı bir yer olduğunu daha merdivenleri çıkarken fark ediyorsunuz. 1-E sınıfına giriyoruz. Karşımıza TBMM’nin açılışından Cumhuriyet’in kuruluşuna, tarihimizi kendi yazdıkları rap şarkısıyla öğrenen bir sınıf var. Bu farkların mimarı ise öğretmen Ahmet Naç. Onu belki “boyacı öğretmen” olarak tanıyorsunuz, ama yarattığı eğitim ortamı, başlı başına fark yaratan bir anlayışın izlerini taşıyor.

‘Boyacı öğretmen’

-Basında “boyacı öğretmen” olarak tanındınız ama kendi sınıfınızda başlattığınız ve zaman içinde okulunuza da yayılan eğitim anlayışı bundan daha fazlası sanırım. Siz nasıl tanımlarsınız?

Bunu tamamen pedagojik bir altyapıya dayandırıyorum. Sanki sırf sınıfı boyamışım gibi algılanıyor ama renklerden, duvardaki bütün materyallere kadar çocuklara hitap ediyorum. Zaman içinde hem okula yayıldı, hem de sınıflarında düzenleme yapan Türkiye çapında meslektaşlarım benimle iletişime geçti. Sırf, “sınıf güzel görünsün” düşüncesi yanlış. Sınıftaki duvarlar öğrencilere aittir. Duvardaki materyaller öğrencinin işine yaramayacaksa yaptığınızın bir anlamı yok.

-Ne gibi çalışmalar yaptınız?

Sınıfımda bir kitap köşem, bir de bank var. İnsanlar hep sonuçları soruyor. İlk aldığım sonuçlardan biri şu; Öğrencilere sadece “burası sizin kitaplığınız” dedim. Bankın ne işe yaradığını bile söylemedim. Okuma-yazmaya geçtiğimiz andan itibaren, teneffüslerde oraya oturup kitap okumaya başladılar. O kitaplığı sahiplenmişler. Hedeflerimden birine ulaşmış oldum. Yanında üç boyutlu bir köşe var. Çok uğraştım ama değdi. Önceden öğrenciler hamur çalışmaları yaparlardı, çalışma biterdi, atarlardı çantalarına, evde o bozulurdu. Ertesi hafta baştan başlardık. Hiç gelişme kaydedemezdik. Ben o çalışmaları aldım, o köşeye bıraktım. Dediler ki, “benim çalışmamın bir değeri var galiba, öğretmen oraya koydu.” Böylece hayal güçlerinin sınırlarını zorlamaya başladılar. Şimdi robotlar, uzay gemileri...

-Yaptığınız değişimler nasıl bir anlayışa dayanıyor?

Duvarları tamamen doldurmadım. Stanford Üniversitesi bunu araştırmış. “Yüzde 70’i aşmayın” diyorlar. Çok olursa dikkatlerini dağıtıyor. Aslında bir düşünceyi yerleştirmemiz gerekiyor. Sınıfın içi tamamen öğrencilere aittir. Okulun, öğretmenlerin ya da müdürün sınıfı asla değil. O dört duvar öğrencilerindir. Ben sınıfa girdiğimde “şöyle oturma düzeni olsun dersem” sonuç alamayız.

Başöğretmenin izinde

-Bahsettiğiniz bilimsel yaklaşımı yakalamak için mesleki anlamda kendinizi geliştirmeniz de önemli.

Hep şunu söylerim, ben Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ten ne öğrendiysem onu yaptım. Benim başöğretmenim “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyorsa, o zaman ben o sınıfa sanat köşesini yapacağım. Eğer Atatürk çok kitap okuyan, cebindeki iki kuruştan birini bile kitaba veren biriyse o zaman ben o çocuklara kitap okuma köşesini yapmalıyım. Biz tarihimizi araştırmazsak, o zaman sosyal medyada “Japonlar trende kitap okuyor” diye fotoğraf paylaşıp şaşırırız.

Halbuki onlar bu vizyona yeni gelmişler. Mustafa Kemal onlardan çok önce bu vizyondaymış zaten. Eğer “dersime gireyim, çıkayım” dersem zaten aşama kaydedemem. Siz kendinizi sınıf yönetiminde geliştirmediyseniz, zaten öğretmenlik sizin için çekilmez bir hale gelir.

İkna etmek şart

-Okulu nasıl ikna ettiniz?

Tabii bürokratik engellar çıkabilir. Okul idarelerinin yaklaşımı olumsuz olabiliyor. Okul idarecilerine hak veriyorum. “Çivi çakmamıza dahi izin vermiyorlar” diyorlar. Benim kendi müdürüm de aynısını söyledi. Çünkü 20 sınıf var. İki öğretmen iyi iş yapacak diye kalan 18’i duvarları mahvederse ortaya bir masraf çıkacak. Ben bir şey yapacağım demekle olmaz. İdareye sunumunuzu yapacaksınız, bir planınız olacak. Onları ikna edeceksiniz.

'Benden sonra ne olacak?'

-Öğrencilerinize kattığınız değerlerin, kötü hocalar ve kötü okullar
tarafından heba edileceği korkusu yaşadınız mı?

 Zaten bunu her öğretmen kendisine sormalı. Benden sonra ne olacak? Ne okullarına ne de anne babalarına bağımlı olsunlar. Siz öğrenci merkezli bir eğitim verirseniz, bütün sorumluluk onda olursa, iç motivasyonu sağlarsınız. Çocuk karşısına hangi öğretmen çıkarsa çıksın sorun yaşamaz.

İnsanlar beni dinlemek istedi

-Bir misyon edindiğinizi düşünüyor musunuz?

Sınıf güzel bir haber oldu, orada kalır diye düşünüyordum. Ancak, insanlar beni biraz dinlemek istedi sanırım. Kurumlardan, üniversitelerden davetler alıyorum. “Çocuklar geleceğimiz” diyoruz ama onları dinlemiyoruz. Yaptığımız işleri onlara göre yapmıyoruz. Onlara sorumluluk vermiyoruz. Bir liseye girin ve “bu sizin sınıfınız” deyin. O çocuklar tatilde bile gelip o sınıfı düzenlerler. O duvarları sahiplenirlerse, o sınıftaki matematik dersini de sahiplenirler.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr