“Suçsuzluk asıl, suçluluk” istisna demek olan “suçsuzluk karinesi”nin tersine döndüğünü şimdi “suçluluk asıl, suçsuzluk istisna oldu” diyen Eski Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Türkiye’de yargılama erkine giydirilen giysinin şimdilerde çok dar olduğunu, daha da darlaştırma hesaplarının yapıldığını belirten Selçuk, “Ne var ki, ülkemizde hiçbir adalet bakanı gerekçe gösterilmesinin yasaklandığı izin kurumunu varlık nedeni doğrultusunda kullanmamış; her bakan savcıya müdahale etmiş, soruşturmayı yörüngesinden saptırmıştır. Hatta bir bakan, ‘Ben ülkeme sövdürmem!’ gibilerden siyasal nitelikte saçma demeçler vererek kaş yapayım derken göz çıkarmıştır. Böyle bir demeçten sonra hangi yargıç kolay kolay o kişiyi aklayabilir ki?” diye sordu.

Susanlar var!

Prof. Selçuk, Basın Konseyi’nin AB ile ortaklaşa düzenlediği, İstanbul’da 13 Aralık’ta yapılan “Medya ve Etik Konferansı”nda konuştu. Selçuk, “Takdir edersiniz ki, bu toplantı çok hastalıklı ve çok duyarlı bir dönemde yapılmaktadır.” Dedikten sonra şunları ekledi: “Hukuksal tanı, ileride duruşma yapacak yargıçlar tarafından konacaktır. Duyarlı bir dönemdir. Çünkü konuşanları var: İktidarda olanlar ve iktidara yakın duranlar. Susanları var: Başta hukuk ve bilim insanları olmak üzere yarının belirsizliği kaygısını yaşayan seçkinler, aydınlar ve de sade insanların çoğunluğu. Sağduyulu ve serinkanlı düşünenleri ise ortalıkta görünmemekte. Toplantı işte böyle bir ortamda yapılmaktadır. Böyle dönemlerde yönetenlerin sevimsiz, ama doğru anlatım ve itirafıyla ‘at iziyle it izinin birbirine karışması’ sık sık olasıdır. Bu çarpıklığı aşmanın ve toplumu sağlığına kavuşturabilmenin biricik çaresi, sağduyunun, soğukkanlılığın odağı olan hukuktur” dedi.

‘Sanki herkes yargıç...’

Topluma ‘hukuk bilinci’ aşılandığı ve ‘bir hukuk toplumu yaratıldığı’ ölçüde sağ, esen bir ortama kavuşulacağını vurgulayan Selçuk, şöyle devam etti: “Bugünlerde böyle bir duruşu görememenin derin üzüntüsünü, ezikliğini ve kaygısını yaşamaktayım. Şu anda sanki bütün Türkiye büyük bir salonda toplanmış, herkes orada yargıç olarak yerini almış, Aziz Nesin’in güldüren, ama düşündüren mecazıyla, cinasıyla ‘Türkiye’de üç kişiden beş kişi yargıç’ kesilmiştir. Günümüzde artık yargı bağımsızlığının çiğnendiğinden söz etmenin zamanı geçmiştir. Her açıdan örselenen yargıya, resmi dille konuşanların da itiraf ettikleri üzere, artık güven kalmamıştır. O nedenle bugün artık kahraman yargıçlara gereksinmemiz var. Ama onları da rahat bırakmıyoruz ki! Diyalektik yargılamanın dışında kalan kişiler, yargının sağlıklı yürütülmesine ancak susarak katkıda bulunabilirler. Onlara düşen etik ödev budur. Yargı sokaktaki dedikodulara göre değil, hukuka göre karar verir.”

“Şeref en yüce değerdir”

Basın etiğinin de çiğnendiğini belirten Selçuk, “ Uzun konuşmaya gerek yok. Basın Yasası’nı lütfen inceleyiniz. Orada nelerin çiğnendiğini görürsünüz. Dördüncü olarak, şeref değeri çiğnemektedir. Ben ömrümün üçte ikisini ceza ve ceza yargılama hukuklarının uygulaması ve bilimiyle geçirdim. Anladım ki, ‘‘kendi alınyazısını belirleme ve çevresini biçimlendirme yeteneğini ve kişiliğini kazandıran ruh/güç’’ anlamındaki ‘‘insan şerefi, herkes ve suçlananlar için en yüce değerdir” dedi.

Ceza Yargılama Yasası’nda uyuşmazlığı dolaylı çözen, fakat sanık aleyhine kuşkulu durum yaratan karar verilmesinin yasaklandığına dikkat çeken Selçuk, “Çünkü insanlar yargılanabilirler, ama asla lekelenemezler... Eğer gerçekten bir hukuk toplumu olsaydık bunlara asla izin vermez, tepki gösterirdik. Yargılama tekeli başka güçlere asla aktarılamaz ve bırakılamaz. Hukuk buna izin vermez, veremez. Beşinci olarak, 2003’te Bangalor ve 2005’te Budapeşte’de dile getirilen, Yargıtay

Ceza Genel Kurulu ve HSYK tarafından benimsenen yargı görevi yapanların bağımsızlık, yansızlık, dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, göreve bağlılık, yeterlilik ve yaraşırlık değerlerine vurguda bulunan yargı etiği ilkeleri, ne yazık ki, bizzat kimi yargı mensuplarınca çiğnenmektedir” diye konuştu. ‘‘Şehit olun’’ sözlerine tepki...

Uygarlığın nedensellik ilkesinin açıklanmasıyla başladığını ancak ülkemizde hala animizm döneminde yaşayanların olduğuna dikkat çeken Selçuk, şöyle devam etti: “Aralık 2012’de Siirt’te bir evdeki eşyaların sürekli yanması üzerine sözüm ona bilimle uğraşan bir ilâhiyat profesörü bundan cinleri sorumlu tutmuş; aile bireyleri sürekli namaz kılmaya başlamışlar, Siirt Valiliği de, cinleri kovdurmak için bütçesinden aileye para ayırarak onların İstanbul’da ünlü bir din hocasına gönderileceklerini’’ açıklamıştır.

Haziran 2015’te TÜBİTAK, ‘’hadron çarpıştırmak Allah’a şirk koşmaktır’’ sonucuna ulaşmıştır. ‘’Ve dün. 12 Aralık 2016. Bir bakan, terörden ölen arkadaşlarının acısıyla yanan polisleri sözde teselli ediyor: ‘Şehit olun!’ diye buyuruyor. Şehitlik, Tanrı’nın bileceği, öbür dünyanın işi. Devlet yönetimi ve politika ise bu dünyanın işi ve işlevi de insanları mutlu yaşatmaktır. Onları ölüme özendirmek değil.” Eskatolojik demokraside değil, dünyasal demokraside yaşadığımızı belirten Selçuk, PISA’nın eğitim tablosunda Türkiye için çıkan sonuçlara da değinerek, “Son sözüm şudur: Bunlara karşın umudumuzu yitirmeyelim. Birden çok yabancı dil bilen kuşaklar, inanıyorum ki, bilimsel düşünen bir hukuk toplumunu yaratacaklardır” dedi.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr