1998’den günümüze, “Sitcom”, “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”, “Kumun Altında”, “Havuz” gibi amatör şevkiyle karışık canlı, akıcı ilk filmleriyle başlayıp “Angel”, “Ricky”, “Kadın İsterse”, “Evde”, “Genç ve Güzel”, “Yeni Kız Arkadaşım” gibi, farklı karmaşık cinsellik sancılarıyla karışık, sorunlu aile halleri, çatışmalı evlilik hikâyeleri vb. kadın ağırlıklı temaların çevresinde dönen, kimi fantastik öğelere de göz kırpan, sonraki ilginç filmleriyle süregelen verimli bir kariyer sunan, 1967 doğumlu yazaryönetmen François Ozon son dönem Fransız sinemasının öne çıkan isimlerinden biridir kuşkusuz. Çeşitli türleri denemeyi seven, oyuncu yönetimiyle, Catherine Deneuve, Charlotte Rampling, Ludivine Sagnier, Isild le Besco, vb. gibi ünlü-ünsüz kadın oyuncularından hep iyi verim almasını bilmesiyle, özenli, incelikli bir anlatım tutturmasıyla tanınan Ozon, bugün gösterime giren son filmi “Frantz”da başrolü verdiği Paula Beer-Pierre Niney çiftinin yeteneklerini parlatıp yollarını açıyor bu kez.

‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’

Fransız yazar Maurice Rostand’ın 1930’ların başında yazdığı ve tüm dünyada savaş karşıtlığının yayılmasında Erich Maria Remarque’ın ünlü “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanı kadar etkili olmuş “Öldürdüğüm Adam” adlı oyunundan, vaktiyle Hollywood sinemasını derinden etkilemiş, cüretkâr ve alaycı komedileriyle ABD’deki tutucu ahlak anlayışına sert darbeler vurmuş, Alman kökenli usta yönetmen Ernst Lubitsch tarafından 1932’de “Broken Lullaby” (ya da “The Man I Killed”) adıyla perdeye uyarlanmış klasik filmi yeniden yorumlamaya girişmiş Ozon, Venedik’te yarışan son filmi “Frantz”da. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru cephede bombardıman altındaki siperlerde rasgele karşılaştığı Alman askerini (Frantz’ı) elinde olmaksızın vuran ama sonradan son anda tetiği çekmesinden ötürü çok pişman olup acayip vicdan yaparak yoğun bir suçluluk duygusuyla yaşamına devam eden genç Fransız Adrien’in (Pierre Niney), 1919’da katili olduğu Frantz’ın yenik Almanya’nın ezik atmosferini yansıtan kasabasına gelişiyle başlıyor, kimi flash back’imsi anıların renkli aktarıldığı siyah-beyaz görüntülü “Frantz”. Eline silah almaktansa keman çalmayı yeğleyen, sanat tutkunu, Frankofon ve pasifist Frantz’ın yaslı sevgilisi Anna’yla (Paula Beer) mezarlık ziyaretinde tanışıp onun aracılığıyla Frantz’ın anne-babasıyla da sık sık buluşup görüşen Adrien, giderek Frantz’ı savaşta yitirmiş ama onun ebeveynelerinde yeni bir sıcak aile ortamı bulmuş Anna’nın kırık kalbine ilaç gibi geliyor. Katil-yalancı Adrien, Anna’yla yakınlaşıyor, ancak öldürdüğü Frantz’ın Paris’ten yakın arkadaşı olduğu yalanını söyleyerek gerçekleri gizliyor.

Anna-Adrien ilişkisi...

Filmin Anna-Adrien gönül ilişkisinin Paul Verlaine şiiri, Manet’nin Louvre Müzesi’ndeki ‘İntihar’ resmi ve amatör piyanist Anna’yla keman da çalan Adrien’in birlikte yaptıkları müzikler eşliğinde geliştiği ikinci bölümündeyse Anna’nın Adrien’in peşinden Fransaya gidişini izliyoruz. Vatanperverane milli marşlar şakıyan Almanlarla ‘La Marseillaise’i çığıran Fransızların o dönemde gemi azıya alan ürkütücü milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı şamatası fonunda, gitgide Anna- Adrien ilişkisini öne çıkarıyor Ozon, tıpkı ilk bölümde Alman nefret tepkilerini sineye çeken Adrien gibi, Fransızların tedirgin edici o şovenist bağrış çağrışlarına da katlanıyor Anna. Adrien’in ilk bölümde Frantz’ların evinde takılmasının, ikinci yarıda Anna’nın Adrien’lerin konağında vakit geçirmesi olarak yansıdığı ve aslında tekrarlar üstüne kurulu bir yapıya, 2 baş karakter arasındaki paralelliğe dayanan “Frantz”da, Ozon’un Lubitsch klasiğine getirdiği en büyük yenilik, hikâyenin odağını Frantz-Adrien ikilisinden kaydırıp Anna’ya getirmesi. Özetle savaş karşıtı hikâyesi, karakterleri, dozunda tekrarlara dayanan olay örgüsü, siyah beyaz görselliği ve oyuncu performanslarıyla ilgi ve keyifle seyredilen bu “Frantz”ın son dönemdeki en başarılı, olgun ve incelikli Ozon filmi olduğu da söylenebilir. Bence haftanın filmi “Frantz”ın öncelikle François Ozon filmlerine tutkun sinemaseverlerce kaçırılmayacak nitelikte, başarılı ve görülesi bir film olduğunu vurgulayarak bitirelim.

 

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr