Mersin İdmanyurdu'nu 4-1 mağlup ederek lider Beşiktaş'ı takipi sürdüren Fenerbahçe için spor yazarları ne dedi?

Sezon karnesi gibi maç (Uğur Meleke - Hürriyet)

Mersin zaten hem sportif hem ekonomik problemler nedeniyle lige havlu atmış gibi. Üstüne bir de Nakoulma eksik olunca rakibi şaşırtma ihtimalleri de ortadan kalkıyor. Şaşırtamadılar da zaten. Tek gol şansları Güven’in zekasıyla oluşacak bir duran top fırsatı idi, Güven Galatasaray’dan sonra Fenerbahçe’ye de aynı golü attı işte. Hepsi bu kadar.

Savunmanın göbeği de maça çok dağınık ve uyumsuz başlayınca Volkan’ı ziyadesiyle secdeye götürecek boşlukları verdiler. Özat’ın 30’da yaptığı değişikliği anlıyorum, Gökhan demoralize olmuştu ama Ümit Hoca 25 yaşına dönüp stopere kendisi de geçse yapabileceği fazla bir şey yok bu takımla.

‘CRISTIAN BARONI YÖNTEMİ’

Fenerbahçelilerse karışık duygulardaydılar tabii. 5 puanlık fark moralleri düşürmüş ama birey birey sezonu kurtarma çabaları var hepsinin. Souza’da ekstra bir çaba var, Van Persie ve Nani’de de öyle. Ama bu çabaları ben biraz sezonun son 5 maçında performansı artan Cristian’a benzetiyorum. O da yıllarca Fenerbahçe’de kaldı bu yöntemle. Sarı-lacivertli yönetimin gelecek yıl planlarını yaparken havlu atmış Mersin performanslarını değil, kritik maç günlerini dikkate alacağını sanıyorum ben. Özellikle Diego için bu parantezi açmak lazım: Taraftarın net bir protestosu var ona karşı. Son derece haklılar. Bu takımın sezon boyunca en zayıf halkasıydı çünkü.


Düşen ile düşüren (İlker Yasin - Hürriyet)
Hiçbir kurum, şirket, takım yaptıklarını hep yaparak, harfiyen uygulayarak başarılı olamaz. Bir takımı başarıya götüren strateji, sürekli yenilenen bir süreçtir. Strateji oluşturulamadı, bu süreç Pereira yönetiminde hiç yenilenmedi, aynı kaldı. Bir de F.Bahçe gibi takımı; korkusuna itimat eder hale getirip, önce savunma sonra bir at üstüne yat felsefesiyle 99 yıllık cesur, atak, öncü, golcü kimyasından uzaklaştırdı Pereira.

Tepebaşı'nda Kasımpaşa'nın Kayseri'ye 2-1 yenilmesiyle Mersin İY için bitmişti her şey... Düşen bir takımla bu şampiyonluk yarışında '3 haftada nasıl bu kadar geriye düştüm' diye düşünen bir takımın maçıydı. Yunan adası Leros'taki dostum Dimitiri'yi biliyorsunuz. Olympiakos hocası Pereira'nın F.Bahçe'nin başına getirldiğini duyunca, "Olmaz, Portekizli F.Bahçe'yi taşıyamaz" demişti.

Resmi bir futbol topunda 32 parça bulunur. Bu deri yamalar 642 dikişle birbirine tutturulur ve top olur. RVP, Nani, Fernandao, Topal, Gökhan, Caner, V.Demirel takımın yabancı ve yerli ağaları arasındaki 24 dikişi bile tutturamayan, kaynaşmayı sağlayamayan otoritesini ve futbol bilgisini sorgulatan Pereira, bu zengin kadrosuyu yönetememiştir.

Un elenmiş, elek asılmış (Tayfun Bayındır - Milliyet)
Bakmayın siz tabelada yazan 4 gollük galibiyete. Fenerbahçe Futbol Takımı, çoktannn ununu elemiş, eleğini duvara asmış bile. İki-üç tane bireysel becerisi yüksek oyuncunun özel çabası, biraz da alışkanlıklar ama en önemlisi Mersin İdmanyurdu’nun direnecek gücünün olmaması galibiyeti Fenerbahçe’ye getirdi. Yoksa görüntü çok net. Fenerbahçe ligi bırakmış.

Sadece Fenerbahçe mi ligi bırakmış? Taraftarı da bırakmış. Hem de geniş bir kesimi. Matematiksel olarak hala ciddi şansı olmasına rağmen bu takımdan ne köy ne de kasaba olmayacağını onlar da biliyorlar. Evet futbolda var. Beş puan farkı kapatıp şampiyon olan, son haftada şampiyonluklar kaybedip, şampiyonluklar kazananlar var. Uzakta aramaya gerek yok. Fenerbahçe iki kere yaşadı bunu. Bursaspor’u, Galatasaray’ı unutmayalım. Ve hatta geçmişte de tam tersini yaşayıp son anda şampiyonluğu da yakalamıştı... Ama o zaman ruhu vardı takımların. Dünkü takımda o ruh gitmiş, yerini tuz ruhuna bırakmıştı. Yani dokunsan dağılacak bir takım vardı sahada. O koşacak hali olmayan Güney ekibinin attığı tek gol bile bunun kanıtıdır.

 

Büyük resme bakalım (Rıdvan Dilmen - Sabah)
Eskiden tartışanlar, birbirlerine selam vermeyenler dün sarılıyordu. Van Persie ile Pereira'nın sarılması, sevinmesi doğru ama esas ondan önce yapılanlar yanlıştı. Biz de eleştiriyoruz ama sevinmektir doğrusu ama taraftarı da anlıyorum. Taraftar da ıslıkladı ve aslında dedi ki, "Siz bizi sezon boyunca manyak ettiniz, şimdi niye sarılıyorsunuz?" Hangisini tercih ederim, antrenörüne saygı duymasını tabii ki... Bir kızıyor, bir öpüşüyor, garip gözüküyor. Taraftar da bunu anlamadı. Protestoların Diego'ya yoğunlaştığını gördük, hafta içi bir demeci mi oldu bilemiyorum. Genele bakarsak Diego'nun iki yıldır gösterdiği performans kötü, verimsiz...

Fenerbahçe'de büyük resme bakarsak önemli bir başarısı var: Spor kulübü olması. Nisan ayında şampiyonluk yarışında hala var, Aragones dönemi haricinde hep yarışta oldu. Avrupa'da herkesin hedefini Galatasaray yükseltmiştir, şampiyon olarak. Kulüplerin vizyonunu ise sportif açıdan Fenerbahçe büyütmüştür. Erkek basketbol, kadın voleybol... Tabii ki yönetim de düşünmeli ve özeleştiri yapmalı, mesela devre arası iki tane yarım yamalak santrforla gitmeyeceğini görmesi lazımdı. Yine de kulüp olarak baktığımızda yönetim ve başkan en son ıslıklanacak kişiler.

 

Fener Brezilya dizisi gibi (Erman Toroğlu - Sabah)
Fenerbahçe başkanıyla, kulübüyle, teknik direktörüyle, futbolcusuyla ve seyircisiyle aynen Brezilya dizisi gibi... Veya diyelim ki cadı kazanı... Veya diyelim ki arı kovanı... Fenerbahçe takımı dün gece bu kadar gol attı, peki ne oynadı? Futbolunu beğenen var mı? Hayır... Rakip kim peki? Mersin İdman Yurdu... Düşmüş, gelecek sezona hazırlanıyor. Hani rakip dişli bir rakip olur da dersiniz ki "Daha ne yapsınlar?"

Seyirci baktı ki futbolda da bir şey yok, bu sefer sahanın içindeki futbolculara tek tek takılmaya başladı. Van Persie'ye, Diego'ya, Nani'ye ve diğerlerine... Peki Van Persie golü atıyor, sonra gidiyor teknik direktörle kucaklaşıyorlar. Allah muhabbetinizi artırsın da şimdiye kadar aklınız neredeydi? Ama büyük ihtimalle onlar oturup konuşmuşlardır. "Yahu kardeşim Türkiye'de şartlar bu. Biz hala birbirimizi yiyoruz. Ne gereği var ya! Biz Türkiye'deki bu sistemde paramızı alalım, çekip gidelim. Niye birbirimizle kötü olalım. Aptal mıyız?" demişlerdir. Ki haklılar da...Aslında 3-4 aydır Galatasaray seyircisi ile Fenerbahçe seyircisi güzel bir noktaya temas ediyorlar. Neye mi?

İki kulübün de basketbol takımlarının teknik adamlarının futbolun başına gelmesini istiyorlar. Haksızlar mı? Kesinlikle haklılar. İki kulübün de basketbol takımlarının antrenörlerini futbol takımlarının başlarına geçseler, kesinlikle bu durumdan iyi olurlardı. Peki bu neyi gösteriyor? Futbolu herkes biliyor. Yöneticiler de biliyorlar, her şeye burunlarını sokuyorlar. Basketboldan fazla anlamadıkları için o işe fazla karışamıyorlar. O zaman teknik adamlar rahat çalışıyorlar, bildiklerini yapıyorlar ve başarılı oluyorlar.

Utanmazlar! (Ahmet Çakar - Sabah)
Van Persie, penaltıdan golü atmış, koşarak hocası; o çok sevdiği teknik direktörü Pereira'ya gidiyor... Üstelik Pereira da askerden dönmüş oğlunu kucaklarcasına, Van Persie'yi kucaklıyor. Bir dudak dudağa öpüşmedikleri kaldı. Aslında bu tablo, hem Pereira'nın hem de Robin van Persie'nin nasıl adamlar olduğunu çok net ortaya koyuyor... Fenerbahçe'de işler karışmış, şampiyonluk şansı mucizelere kalmışken cilveleşen bu iki adam; sezon başında birbirlerini yedi... Van Persie denen kişi, bakın oyuncu demiyorum...

Artık benim için sadece bir şahıs, sezon başında oyuna girerken tafra, oyundan çıkarken tafra, türlü türlü hareketler ama dün gece iş işten geçmiş, hocasına bağlı, onu kucaklayan bir insan. Pereira; sen de kalıbının adamı değilmişsin... Birkaç ay önce sana Aziz Yıldırım emretti, Van Persie'yi oynatmak zorunda kaldın. İkiniz de Fenerbahçe'den defolun gidin. Hatta mümkünse yanınıza Nani ve birkaç oyuncuyu daha alın gidin. Çin'e mi gidersiniz, Hollanda'ya mı Portekiz'e mi bilmem ama Fenerbahçe'yi sabote ettiniz, küçük düşürdünüz ve en önemlisi çoluk çocuğunuzun boğazına rızık diye soktuğunuz paraya ihanet ettiniz.

 

Düşene tekme kolay!.. (Ercan Güven - Milliyet)
Keşke bu karşılaşma Mersin’de oynansaydı!.. Maçtan önce bir de denize dalıp çıkardı Fenerbahçeli futbolcular. Başlangıca bakınca, lig bitmiş de beş yıldızlı otelin sahasında akşamüstü yapılan futbol maçındakinden pek farkı yoktu rakibin! Belki de Fenerbahçe’yi rahatsız edebilecek tek futbolcusu Nakoulma’dan yoksun çıkan Mersin’in, defansı da 17 yaşındaki Gökhan’la yumuşatılmış, ne savunma ne hücum yapabilen antrenman boksörüne dönmüştü bir numaralı düşme adayı.

Bol keseden boş alan bırakıyor, Fenerbahçe’nin klas ayaklarının açılmasına uğraşıyordu sanki. Başlangıç olarak Mersin’e “mersi” demesi gerekir Fenerbahçe’nin... Volkan ile Hasan adeta uçarken, 2 gol avansla başladı Fenerbahçe. Aslında ilk 30 dakikada hiçbir Fenerbahçe’nin ayağını tutan yoktu ama takım içi sorunların ve uzaklaşan şampiyonluğun etkisi altında olmalıydı Volkan ve Hasan Ali dışındakiler. Nani kötü, Gökhan tutuk, Topal durgundu.

Fenerbahçe fokurduyordu bir yandan... Seyirci 78’de Nani’nin yerine giren Diago’yu durduk yerde, Van Persie’yi iki gol kaçırdıktan sonra, Fernandao’yu canı çektikçe ıslıklıyor, 67’de sakatlanıp yerini Ozan’a bırakan Mehmet Topal’ı ayakta alkışlıyor, Nani rakip futbolcularla kavga edecek aşamaya geliyordu. Anlayana mesajlar boldu maçın satır aralarında.

Ümit Özat, Volkan’ın 9 dakikada attığı iki golden sonra “ayıp oluyor” diye düşünmüş olmalı ki, henüz 29. dakikada çocuk yaştaki stoperi Gökhan’ın yerine Eren’i alarak defansı sertleştirdi. Bu kadar hamle bile frenledi Fenerbahçe’yi... Gol yedirdi.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr