Çerkeslerin Çarlık Rusyası'ndan sürgün edilişlerinin 153. yılı. Tarihler 21 Mayıs 1864'ü gösterdiğinde Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya arasında Soçi yakınlarında yapılan savaşta Çarlık Rusyası'nın galip gelmesi sonucunda, yüzbinlerce Çerkes zorunlu göçe maruz kaldı. Osmanlı topraklarına sürülen Çerkeslerin bir bölümü yol şartları, hastalıklar ve açlık gibi nedenlerden dolayı hayatını kaybetti.

Kendisini ‘Türkiye’yi anlamaya ve anlatmaya adayan’, İtalya La Sapienze Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fabio L. Grassi, “Yeni Bir Vatan – Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu’na Zorunlu Göçü (1864)” (Tarihçi Kitabevi) adlı yeni kitabında Çarlık Rusyası'nın Çerkesleri neden, nasıl ve ne zaman katlettiği, ait olduğu topraklardan büyük kayıplarla sürdüğünü anlatıyor. Grassi, hayatta kalan Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nun Müslüman toplumuyla nasıl bütünleştiğini ve Türk ulusunun bir parçası haline geldiğini de bütün yönleriyle aktarıyor.

Şenol Çarıkçı, Odatv için kitabını "Çerkeslerin trajik tarihinin neden Türkiye'de gündemi oluşturan tartışmalarda yer almadığı ve yurtdışında büyük ölçüde göz ardı edildiği hakkında ciddi bir anlatım olduğunu düşünüyorum" sözleriyle ifade eden ünlü İtalyan tarihçi Fabio L. Grassi ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

-Kitabınıza ilişkin sorulara başlamadan önce başka bir soru sormak istiyorum. Türk tarihi alanında büyük uzmanlardansınız. Kendinizi ‘Türkiye’yi anlamaya ve anlatmaya adadığınızı biliyoruz. Bu tercihinizin nedeni nedir, neden Türkiye?

Beni büyük uzman saydığınız için teşekkürler, ben hep kendimi kalfa olarak görüyorum. Üniversite öğrencisi olduğum yıllarda saygıdeğer bir modern tarih profesörü vardı, adı Franco Gaeta, o “şarkiyatçı” değildi ama Osmanlı İmparatorluğu’nun önemini hissettirirdi. Kültürel ufuklarımı genişletme hevesim vardı. Ardından Mustafa Kemal’in eserlerini öğrendim, Türkçe okumaya başladım, burslu olarak Türkiye’ye gittim, Türkleri sevdim.

 -“Zorunlu göç”, “sürgün”ün 153. yılı. Bu olaya “soykırım” diyenler de var…

 Öncelikle "soykırım" sözcüğü üzerinde duralım. Kullanmaktan çekinmem, davasını benimsediğim, derin empati duyduğum Çerkesleri, Çerkes asıllı Türkleri üzebilir. Biliyorum.

 'Soykırım' sözcüğünü kullanmaktan çekinmemin başlıca iki sebebi var. Birincisi, soykırım sözcüğünün hukuksal bir terim olması, tarihçilikte faydalı olmayan bir terim olmasıdır.

 İkincisi, soykırım sözcüğünün artan ciddiyetsiz kullanılışıdır. Seneler önce korktuğum oldu, yani soykırım kelimesi herhangi bir katliam için kullanıp artık kim tarihin acı bir sayfasını bildirmek / hatırlatmak isterse “soykırım kelimesini kullanmazsam bildirmek / hatırlatmak istediğim olayı kimse yeterince önemsemeyecek” zihniyetine şuurlu veya şuursuz kapılıyor.

 Parada olduğu gibi, bir enflasyon/devalüasyon oldu. Ben bu mekanizmaya asla esir düşmek istemem. Amacım, bir tarih olayının ya da sürecinin özünü anlayıp anlatmak, gerekirse başka olaylarla ya da süreçlerle mukayese yapmak. Bu hususta, mukayese yaparak bir yandan 1864 ile 1915 arasında ne önemli nicel ne önemli nitel farklar olduğunu, öte yandan ne 1864’ün ne de 1915’in holokostla bir tutulamaz olduğu sonucuna vardım. Önceden anlattığım nedenler doğrultusunda, bence tarih yazımında 'soykırım' sözcüğünü kullanmak istersek, ancak kökleri esasen ideolojik olan olaylar hakkında kullansak çok daha iyi olur. Holokostun arkasında deli bir ideoloji var. 1864 ve 1915’in arkasında rasyonel çıkarlar vardı.

-Kitabınızı incelediğimizde büyük emek verdiğiniz görülüyor. Bu çalışmayı hazırlama sürecinize değinebilir misiniz?

Kitabımın öyküsü ise, eski bir projemin gerçekleşmesi oldu. Yaklaşık yirmi yıl önce, bir Rusya tarihi kitabı okuyordum, bu kitap Rusya’nın tarihinin bir takım yönlerini ayrıntılı olarak anlatırken bir dipnotta Kafkasya fethine ve bazı kavimlerden yüzbinlerce insanın ya öldükleri ya göç ettiklerine birkaç sayfa ayırıyordu. Ben o anı çok iyi hatırlıyorum. Üç-beş defa daha okudum. “Yüzbinlerce mi? Böyle bir facia bir dipnottan fazlasına layık değil mi?” diye düşündüm. Ardından, Türkiye’de kaç tane Türk vatandaşının Kafkasya asıllı olduğunu algılamaya başladım. Daha iyi bilgilenmeye başladım. Bu süreçte Çerkeslerin çilesi haksızca unutulduğu için infialım arttı. Araştırdım. İşte…

-Kafkasya’nın Çarlık Rusya tarafından işgali ve sonrasında gerçekleşen Çerkes sürgününün temel nedeni neydi sizce? Ve çalışmanızda bu olaya yeterince ilgi gösterilmediğini belirtmişsiniz. Bunun sebebi nedir?

Kafkasların güneyini ele geçirdikten sonra, Ruslar Kafkasların kuzeyinin kontrolleri dışında kalmasını katlanamazdı. Bir doğal yayılmacılık söz konusu. Kuzey Amerika’da Yankeelerin zihniyet ve uygulamalarıyla büyük benzerlik var.

Çerkeslerin trajedisinin az bilinmesinin çeşitli sebepleri var. Gerçekten, bir olayın nesnel özellik ve boyutları ile olayın sezilmesi arasında çok karmaşık bir ilişki var. Tarihte hiç bir otomatizm yok. Bir olayın nesnel önemi veya vehameti başka, onun algılanması ve dünyaya seslendirilebilmesi başka. Çerkesler arasında, gerçek bir aydın kesim yoktu, dolayısıyla “kültürel işletme” imkanları yoktu.

Bundan başka, mültecilerin yerli Müslümanlarla kaynaşması gayet normal ve çabuk oldu, uygun görüldü. Bundan başka, 1876’dan beri Batıda Çerkesler, Balkanlarda Osmanlı baskısının aracı olarak görüldü, Batının sempatisini kaybettiler. En sonunda, malum, 1923-1938 döneminde Atatürk Türk ulusunun oluşması uğruna bütün ayrı aidiyetlerinin açığa getirilmesini yasakladı. Şimdi bu tutumu eleştirmek kolay, ama Atatürk’ün tutumu arkasında ciddi gerekçeler vardı. O da sonunda bir mülteciydi, doğduğu şehir yabancı elindeydi ve o şehirden bütün Türkler ayrılmak zorunda kalmıştı. Kendisi kurduğu yeni devletin ve vatandaşlarının doğal eğilimi geçmişe ve dışarıya bakmak idi, bu büyük bir risk idi. Tam aksine, Atatürk kendisinin ve vatandaşlarının geçmişi unutmalarını, devamlı geleceğe ve içeriye bakmalarını istedi.

-Kitabınızda zorunlu göçe ilişkin Fransız, İngiliz, İtalyan askeri belgelerine de yer vermişsiniz. Burada dikkatinizi en çok çeken şeyler neler oldu?

Mesela İngiliz diplomat, gazeteci ve gözlemcilerinin yüzbinlerce mültecinin sel gibi akımının Ermeniler için bir tehlike olacağını hiç bir zaman öngörmemeleri. Halbuki 14 yıl sonra Berlin kongresinde Avrupa güçleri Çerkesler ve Kürtlerin Ermeniler için bir tehlike olduklarını resmi olarak ifade edeceklerdi. Bana göre bu, Ermeni meselesinin, kökü özellikle Osmanlının dışarısında olan besbelli gelişmelerden kaynaklandığını düşünmeye yönlendirmektedir.

Madem kitabımın içerdiği belgelerden söz ettiniz, bir şey söyleyeyim. Kitabımın içeriği her çeşit yoruma tabi tutulabilir. Binbir kusurları olabilir. Fakat, kitabımın nesnel bir özelliği var, bazı önemli Fransızca belgelerin tam transkripsiyonu ve uluslararası bilimsel camianın bilmediği bazı İtalyan askeri belgelerin paylaşması (eski bir kitapta bu İtalyan askeri belgelerin transkripsyonu vardı, ama söz konusu kitap Çerkes sürgünü ile ilgili olmadığı için bu belgeler yayımlanmamış gibi duruyordu). Bu açıdan kitabımın faydasız olarak sayılmayacağını ümit ederim…

-Son olarak neler eklemek, neler belirtmek istersiniz hocam?

Çok sevdiğim bir şiir var. Yazarı İtalyan şair Vittorio Sereni. 1960'larda yazıldı. Amsterdam’da gezerken Anna Frank’ın evine rastladığını anlatıyor. Daha sonra şiirde bir rehber “Anna Frank’ın ayrıcalıklı anılması olmaz, olmamalı. / Kaç insan yazma vakti olmadan sade açlıktan öldü. / Gerçi o yazdı” diye onu uyarıyor. Ben, Anna Frank’ı olamayan, sesi olamayan ezilenlere ses vermek istedim sonuçta.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr