Cumhuriyet tarihçiliğinin en önemli isimlerinden, Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen Atatürk uzmanlarından Prof. Dr. Sina Akşin, BirGün'den Meltem Yılmaz'ın bu haftaki Pazartesi Söyleşisi’nin konuğu oldu.

Atatürk’e yapılan hakaretlerin karşı devrim sürecinin doğal bir parçası olduğuna dikkat çeken Prof. Akşin, Türkiye’nin bugün iç siyaset, dış politika, ekonomi, eğitim, sağlık gibi her alanda içine girmiş olduğu çıkmazın, Cumhuriyet’e karşı girişilen hesaplaşmaya bağlı olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:

“Bu 15 yıllık bir süreç değil, 1950’den itibaren gelinen sürecin sonucu. Karşıdevrimcilerin 4 alanda attığı adımlar, Türkiye’yi bugünkü duruma sürükledi: Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Halkevleri’nin kapatılması, öğretmenliğin ikinci sınıf meslek haline getirilmesi ve imam hatip okullarının açılması. Şimdi bu sürecin sonunda, görecekseniz, yeni bir Sevr’e doğru gidiyoruz.”

Türkiye’nin bugün, Osmanlı’nın en karanlık tarafını da yaşadığına dikkat çeken Akşin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Osmanlı’ya Ortaçağ olduğu için sarılıyorlar ve şimdi zaten Osmanlı’nın en karanlık tarafını yaşıyoruz. Osmanlı’ya matbaa nasıl 300 yıl sonra geldiyse, Türkiye’de de bugün Wikipedia yasaklanıyor. Dünya’nın en geri ülkesinde Wikipedia varken bile bizde kapatılmış durumda. Öte yandan, Osmanlı’da nasıl mahalle mektepleri dökülüyorduysa, o mektepler Kuran okutmaktan başka bir işe yaramıyorduysa, bugün Türkiye’de de imam hatipleri önceleyen eğitim sistemi aynı işlevi görüyor. Biz zaten bugün Osmanlı’nın en karanlık tarafıyız.”

Bugünlerde birtakım sözde tarihçilerin Atatürk’e yönelik hakaretlerinin dozajı iyice artmış durumda. Her ne kadar yaşanan son olay için cezai işlem uygulandıysa da, AKP’nin 15 yıllık iktidarı boyunca Atatürk’e yapılan hakaretler neredeyse hep görmezden gelindi. Ne var ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en ufak bir hakaret, bunu yapan bir ilkokul öğrencisi dahi olsa, suç unsuru sayılıyor. Bu durumu, tarihin yeniden yazılma çabası içerisinde, Atatürk’ü hafızalardan silip, Tayyip Erdoğan’dan yeni bir Atatürk yaratma gayretinin ne kadar tezahürü olarak yorumluyorsunuz?

Türkiye’de temel bir tek çelişki var, o da Atatürk devrimi ile karşı devrim. Karşıdevrim dediğimiz ortaçağ, feodalizm, şeyhlik, ağalık düzenidir ki bunların hepsi aynı şeyler. Biricik hedefleri de Atatürk ve devrimleri. Bu nedenle Atatürk’e edilen hakaretleri ve bu hakaretlere göz yumulmasını doğal karşılamak lazım. Tabii karşı devrimcilere bu cesareti veren de emperyalizm. Bu kendi başına gerçekleşen bir süreç değil. Emperyalizm Türkiye’deki emellerini gerçekleştirmek için Ortaçağ düzenini kullanıyor. Zaten karşı devrimciler ile emperyalizmin birlikteliğini en güzel anlatan tablo, Fettullah Gülen’in ABD’de oturuyor oluşu. Bu adam güya İslamcı ve sanırsınız kiTürkiye’de barınamazsa barınacağı yer bir Müslüman ülkesi olur. Zira dünyada 60 kadar Müslüman ülke var Endonezya’dan Fas’a kadar. Ama hayır, gidiyor ABD’ye yerleşiyor. Bir başka örnek, bir bakıyorsunuz halifeliği getirmek isteyen adam, Cemalettin Kaplan domuz yenen bir ülkede Almanya’da yaşıyor. Çünkü bunların aralarında semiyotik bir ilişki var birbirlerinin besliyorlar. Emperyalizmin tercihi her zaman ilkel insandan yanadır, hatta soylu vahşi diye bir kavram vardır, onu tercih ediyor. Türkiye’de bugün tam olarak o “soylu vahşi” kavramına uyuyor.

Türkiye’de karşı devrimin başarılı olduğunu düşünüyor musunuz? Başkanlık seçimlerinden çıkan sonuç, bunun bir anlamda göstergesi midir?

Çok başarılı olmuştur tabii ki, 1950’den beri her seçimi onlar kazanıyor. Evet, son Başkanlık seçimleri de öyle oldu. Ben Başkanlık seçimlerinde hayır cephesinin aldığı oyu bir başarı olarak görmüyorum. Çünkü sonuç ortada, kıl payıyla da olsa karşıdevrimciler kazandı. Neden biliyor musunuz? Çünkü İsmet İnönü, 1945’te çok yanlış bir kararla çok partili bir sisteme geçiyoruz dedi. Halbuki halk daha yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı.

Çok partili sisteme geçmek için erken miydi, o anlamda mı yanlış bir karar?

Tabii ki çok erkendi. Eğer çok partili sisteme 15- 20 yıl sonra geçilseydi sistem çok daha sağlıklı bir şekilde işlerdi. Ama sistem erken ve hazırlıksız getirildiği için şimdi saçma sapan bir durum oldu, bu nedenle de her seçimi onlar kazanıyor. İsmet İnönü’nün son derece yanlış kararının sonuçlarını yaşıyoruz bunun.

Cumhurbaşkanı, Başkanlık propagandası boyunca, Atatürk’ün de tek parti devletinden yana olduğunu savundu. Gerçekten öyle miydi?

Hayır, Atatürk çok partili sistemden yanaydı. Hatta çok partili sisteme büyük heves etmişti, yakın arkadaşı Fethi Beyi görevlendirip birtakım kurallar da koydu. Ama yürümedi, tek partili sisteme geri dönüldü. Atatürk çok akıllı bir adam olduğu için hemen uyum sağladı. Zaten tek partili sistem olmasaydı Atatürk devrimleri diye bir şey asla olmayacaktı, olamazdı. Ancak burada temel yanılgı demokrasiyle çok partili sistemi özdeş tutmak.

Neden?

Hiç alakası yok çünkü. Çok partili sistemin demokrasiye hizmet etmesi için o seçimlerde demokratların seçilmesi lazım. Peki ya demokratlar seçilmiyorsa? Örneğin Almanya’da Hitler çok partili sistem sayesinde iktidara geldi ve tabii demokrasinin canını okudu. Türkiye’de her seçimde Ortaçağ’a açılıyor kapı. Bunun neresi demokrasi? Demokrasi çok içerikli bir sistem, böyle bir şey değil. Bir kere demokrasi dediğinizde, eşitlik ve özgürlük olacak.

Bugün Türkiye’deki demokrasi sorunu, seçimlerin sonunda demokrat bir partinin seçilmiyor olması mı yoksa seçilen partinin yönetme sürecinde denetlenebilir, kontrol edilebilir olmaması mı?

Demokratlar iktidara gelmiyorsa o zaman demek ki bu iş yürümüyor. Eşitlik ve özgürlük yoksa istediğiniz kadar çok partili sistem olsun, İran’da da var, peki orda demokrasi var mı? Karşıdevrimciler seçildiğinde demokrasinin olma olasılığı var mı? Yok.

 “Atatürk anlaşılamadı”

Türkiye’nin ve hatta dünyanın önde gelen Atatürk uzmanlarından birisiniz. 2017 Türkiyesi’nde ortalama bir yurttaşın, siyasi görüşünden bağımsız olarak, Atatürk’e ilişkin temelde neyi yanlış anladığını veya hala anlamadığını düşünüyorsunuz?

Atatürk devrimlerinin hayata geçiriliş nedenleri ne ortalama ne de ortalama üstü, kimse tarafından anlaşılmıyor. Kimileri sanıyor ki Atatürk devrimleri şıklık olsun diye yapıldı, kimileri de, özellikle karşıdevrimciler, züppelik olsun diye yapıldı sanıyor. Oysa hiçbiri değil. Atatürk devrimleri bir zorunluluktu. Çünkü Batı emperyalizminin Türkiye’deki niyetleri çok bozuk. Bunlar Anadolu ve Rumeli’yi Hıristiyan ülkeleri olarak, Türkler’i de Orta Asya’dan gelip buraları işgal etmiş barbarlar olarak görüyorlar. Rumeli’de büyük ölçüde başarılı oldular, Türkleri büyük ölçüde buradan kovdular. Halbuki Rumeli de, Anadolu kadar Türk yurduydu. Az daha Anadolu’da da başarıyorlardı Türkleri çıkarmayı Sevr antlaşmasıyla. Ama Atatürk tabii bir dahi. İlerde neler olabileceğini tahmin ediyordu. Batılılar’ın dünya egemeni, en zengin, en güçlü ülkeler olduğunu, Sevr’i başaramadıklarından dönüp dolaşıp oraya geleceklerini biliyordu. Ve bunun olmaması için, Türkler’in Ortaçağ’dan çıkıp modern bir toplum haline gelmesi lazımdı. İşte Atatürk devrimlerinin amacı bu: Yeni bir Sevr karşısında kalınca direnebilmek, Türkler’e direnme gücünü verebilmek…

 Türkiye’nin dış politikadan ekonomiye, eğitimden sağlığa girdiği çıkmazlarda, iktidarın Cumhuriyet’le olan hesaplaşmasının payı tam olarak nedir?

Türkiye’nin bugün her alanda yaşadığı çıkmaz tamamıyla, Cumhuriyet’e karşı girişilen hesaplaşmanın sonucudur. Bu 15 yıllık bir süreç değil… 1950’den itibaren karşıdevrimcilerin 4 alanda attığı adımlar, Türkiye’yi bugünkü duruma sürükledi: Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Halkevlerinin kapatılması, öğretmenliğin ikinci sınıf meslek haline getirilmesi ve imam hatip okullarının açılması. Şimdi bu sürecin sonunda, görecekseniz, yeni bir Sevr’e doğru gidiyoruz. Türkiye parçalanıyor derken bazıları inanmıyor, ülkenin sermayesi bir yanıyla parça parça satılıyor, bir yanıyla da bu topraklarda yeni devletler kuruluyor, bunu göremiyor musunuz? Oysa bu çıkmazdan çıkmanın tek formülü Atatürk devrimlerine, Aydınlanma siyasetine geri dönmek, devletçiliği ve milli politikaları uygulamak. Reçete hazır. Ama reçetelerin uygulandığı değil, rövanşın alındığı günlerdeyiz.

 Dış politika son yılların en hassas ve giderek daha hassas hale gelen konusu. Dış politikada temel hataların başlangıcı olan ve karşılığı “Stratejik Derinlik” olarak formüle edilen Neo Osmanlıcılık arayışları, tüm başarısızlığına karşın, pek çoklarının düşlerini süslemeye devam ediyor. Siz, bir Cumhuriyet tarihçisi olarak, bu arayışlarla birlikte 15 yıllık sürecin kendisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Osmanlı’ya Ortaçağ olduğu için sarılıyorlar ve şimdi zaten Osmanlı’nın en karanlık tarafını, en karanlık günlerini yaşıyoruz. Osmanlı’ya matbaa nasıl 300 yıl sonra geldiyse, Türkiye’de de bugün Wikipedia yasaklanıyor. Dünya’nın en geri ülkesinde Wikipedia varken bile bizde kapatılmış durumda. Öte yandan, Osmanlı’da nasıl mahalle mektepleri dökülüyorduysa, o mektepler Kuran okutmaktan başka bir işe yaramıyorduysa, bugün Türkiye’de de imam hatipleri önceleyen eğitim sistemi aynı işlevi görüyor. Biz zaten bugün Osmanlı’nın en karanlık tarafıyız. Zaten halihazırda Osmanlı’yı yaşadığımız için bu çıkmazları yaşıyor değil miyiz?

Seçimlerden alınan yüzde 50- 50 sonuçları da mı böyle okuyorsunuz? Yani bu sonuçlar Türkiye’de iki kutbun, ideolojilerden bağımsız olarak, karşıtlığı mıdır size göre? CHP bunları bir blok olarak görüp çözümü o yönde mi aramalıdır?

Elbette, aynen bunu söylüyorum. İşte, az önce “CHP ‘Hayır’ı nasıl örgütler” şeklindeki sorunuzun cevabına da buradan geliyorum, CHP’nin Atatürkçü bir parti haline gelmesi lazım, “Hayır”ı ancak öyle örgütler. Ben bir şeyi hiç anlayamıyorum: Modernleşmenin, halktan kopmak olarak yorumlanması ne anlama geliyor? Kadın erkek eşitliği eşitliklerin en temelidir, kadın erkek eşitliği yoksa demokrasinin d’si yoktur. Kadın erkek eşitliğini savunmanın, halkı anlayamamak olarak yorumlanması ne anlama geliyor? CHP özüne geri dönmeli, bir an önce ilkelerini ve değerlerini özümsemeli. Türkiye ideolojilere varacak aşamaya gelemedi, hala kadın erkek eşitliğini dahi çözemedi çünkü.

Dahası, “Hayır” cephesindeki muhafazakar oyları, yoksul semtlerde başka çaresi olmadığı için AKP’ye oy veren yurttaşları görmezden gelelim diyorsunuz, öyle mi?

Bu mantık 1950’den beri var, “gericilere yaranırsak oylarını alırız” düşüncesi… Ama gericiler bunu yemiyorlar. Çünkü gericilerin yegane amacı cennete gitmek. Adama kandırıldığını, kazıklandığını anlatıyorsunuz ama o bunun zaten farkında ve dahası, bunu önemsemiyor çünkü onun için önemli olan bu dünya değil, ahiret. AKP’ye oy veren adam yediği kazığın bal gibi farkında ama cennete gidecek olması onun için çok daha üstün bir menfaat. Onun için sevap kime oy vermekse o partiye oy verecek cennete gidebilmek için. Bakın yakın tarihte Ruslar’ın uçaklarını düşürdük ve pilotlarını öldürdük. Onlar da bunun karşılığında Antalya’ya turist göndermediler, Türkiye’den domates alamdılar. Antalya yerle bir oldu, süründü, hala da sürünüyor. Buna rağmen Başkanlık seçiminde “hayır” oyu yüzde 60 civarında çıktı. Sanırsın ki inim inim inleyen Antalya’dan yüzde 95 hayır çıkacak. Soma’da da aynı şey oldu. o nedenle gerçekçi olmakta fayda var, CHP ne yaparsa yapsın muhafazakarların oylarını almayacak.

 CHP altı oka geri dönmeli

 Başkanlık seçimlerinin sonucunda, CHP’nin hayır cephesindeki yerini ve rolünü nasıl okuyorsunuz?

Bakın Türkiye’de Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurulması büyük bir olaydır. Çünkü daha önce yavşak bir Atatürkçülük vardı. Herkes Atatürkçü’ydü. Erbakan bile “ah rahmetli sağ olsaydı bizim partiye gelirdi” diye sözler sarf ederdi. Oysa öyle kolay Atatürkçü olunur mu? Atatürkçülük demek altı oku özümsemek ve benimsemek demektir. CHP güya Atatürk’ün kurduğu parti ama neresi Atatürkçü? Sosyal demokrasi diyor ama sosyal demokrasi Avrupa’da sanayileşmiş toplumda ortaya çıkmış bir ideoloji. Türkiye ile ne ilgisi var? Türkiye’de tek çelişki, dediğim gibi devrim ve karşıdevrimdir. İleri toplumların, sanayii toplumlarının ürettikleri ideolojilerin bugünün Türkiyesi’nde karşılığı yoktur.

Aydınlanmacı diktatör kavramını bile karşılamıyor

Bugün, Cumhuriyet kazanımlarını kaybetme sürecinde, Atatürk’ü, öyle veya böyle tabu olmaktan çıkararak daha normal bir zeminde tartışabildiğimiz gerçeği ortada. Bu nedenle, nasıl ki diktatoryal eğilimleri olan yöneticilerin diktatörlüğe doğru koşar adım gittiğini görebiliyorsak, Atatürk’ü de tekrar soralım: Siyasi çevrelerin dediği gibi Atatürk diktatör müdür?

Atatürk aydınlanmacı diktatör kavramını bile karşılamıyor. Çünkü o hep danışarak çalışırdı. Her akşam sofrası toplanır, o sofraya görüş alacağı kişiler gelirdi. Davetliler listesine baktığınızda, 12 kişilik masada bir akşam sadece tarihçiler, bir başka akşam generaller olurdu ve bunlar gündemli toplantılardı. Herkes sanıyor ki keyif ediyorlardı. Hayır, akşam 8’de başlayıp, Atatürk’ün yatağa girmesi sabahın 5’ini buluyordu kimi zaman. Atatürk hep danışıyordu işin uzmanına, o nedenle diktatör değildi. Ama müthiş bir kişiliği vardı ve hemen hakim ve egemen oluyordu. Dahası, kararlarını sonuna kadar uyguluyordu.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr