Acımız tarifsiz. Türkiye, 20’nci yüzyılda yetiştirdiği en büyük bilim insanlarından birini yitirdi. Hem dünya 20’nci yüzyılın- Hangi evrensel standardı uygularsanız uygulayın- en değerli âlimlerinden birini yitirdi. Kaç kişi için, ‘abartıyor’ dedirtmeden, bu iki cümleyi arka arkaya koyabiliriz? Halil Bey, çağdaş Türk tarihçiliğindeki en derin damarın, geçen yüzyılda milli tarih yazma çabalarıyla birlikte evrilen, önceleri (Hocası M. Fuad Köprülü üzerinden) Durkheim’cı, sonra Weber’ci ve hatta kısmen Marksgil sosyoloji ile ilintili bir toplumsal tarihçiliğin en özgün, en yetkin ve en derinlikli temsilcisidir. Bir yandan Osmanlı siyaset dünyasını hem sosyal, hem fikri boyutlarıyla irdelemiş, yarım yüzyılı aşkın bir süredir ufuk açıcı niteliğini yitirmeyen orijinal yorumlar getirmiştir. Bir yandan da, en önemli tarih ekollerinden Annales Okulu ile Barkan’ın başlatmış olduğu muhavereyi (Diyalog) ileriye taşımış, bilhassa iktisat tarihi çalışmalarında çığır açmıştır.

‘Kuşatıcı’ bir perspektif

Ancak bunlar bile, onun kuşatıcı perspektifini yeterince yansıtmaz. Bırakın Osmanlı sahasını, hem iktisat, hem düşünce, hem siyaset, hem kültür üzerine yazdığı birbirinden değerli makale ve kitaplarıyla, dünyada herhangi bir sahayı bu denli ihata eden (Kuşatan) ve etkileyen çok az örnek bulabilirsiniz. Kendisini şu veya bu şekilde Halil Bey’in öğrencisi sayanlar, yani doksan yaşının altındaki handiyse bütün Osmanlı ve Türklük tarihçileri bilirler: Onun yazdıklarını ve etkilerini çıkarın, Osmanlı tarihi dediğimiz külliyat çok yoksul kalır. Âlim yanını çok takdir ettiği Paul Wittek’i ziyaret etmiş ilk Londra seyahatinde.

O karşılaşmadan bir anısını birkaç kere anlatmıştır önemsediği için. Genelde kimseleri beğenmeyen, sertliğiyle bilinen Wittek, İnalcık’ın yazdıklarını satır satır okurmuş meğer. Bu genç Türk akademisyene “Bir uçak mühendisi düşünün” demiş, “Uçak sefere hazır mı diye teftişe çıktığında ‘Her şey yolunda ama, üç beş vida sallanıyor, kaç bin vida var, varsın bunlar sallansın, uçak hazırdır’ diyebilir mi? Sizin eserlerinizde böyle savrukluklara yüz vermeyen bir dakiklik görüyorum.”

Halil Bey etkilenmiş, “Bizim işimiz de uçak mühendisliği kadar ihtimam ister” derdi, “Her bir virgül, her bir dipnotu, her bir kelime yerli yerinde olmalı, yoksa ciddiye alınmayız.” Almazdı da. Müşkülpesent değil, titizdi. Çünkü işini- yönteminden imalasına bütün ayrıntılarıyla ciddiye alan, sahici, has, tavizsiz, kendi cevherine sadık bir bilim insanıydı. Takdir edilmeyi severdi, isterdi, ama her kalıcı bilimsel başarının ardında emek ve dürüstlük olduğu gerçeğine uygun yaşayan hoca, sık sık karşılaştığı yağcılıklardan hoşlanmaz, hatta lafını esirgemezdi, bu konuda çok mustarip olduğunda kullandığı ‘mütebasbıs’ (Yaltakçı) kelimesini ben ondan öğrendim.

Kendini tazeleme becerisi

Seksenli ve doksanlı yaşlarında yepyeni konulara ve yaklaşımlara yelken açması, başarılarıyla mesleklerinin zirvesine ulaşmış bilim insanlarında nadiren görülen bir kendini tazeleme becerisidir. Belki de yüz yıllık ömrün sırrı buydu. Onu hem âlim, hem insan yanlarıyla tanıyan her birimizin hocaya ‘ama’ demek istediği anlar olmuştur. Ama yine her birimiz, o ‘ama’ anlarında dahi, Halil Bey’in özel bir gezegende, sitem ve serzenişlerin hükmünün geçmediği bir âlemde, sahalarının kutbu olmuş bilim insanlarının arasında, dünyanın çamurundan münezzeh (Temiz ve uzak) bir mekânda yaşadığını, oradaki malikanesini çalışarak kazandığını bilirdik, biliriz. Osmanlı tarihi dediğimiz okyanusun en usta kılavuzu, en kâşif kaptanını kaybettik. Dünya tarihi dediğimiz uçsuz bucaksız ummana giden yolları da o açmıştır. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr