HEPİMİZ VASATLIĞA MAHKUM EDİLDİK

AHMET ŞIK TUTUKLUYKEN NASIL HUZURLU OLABİLİRİM?

Umudunuz var mı?

60 yaşındayım. Genç insanlara baktığımda umutlanıyorum. Bazı gençler ise umudumu yok ediyor. Negatif bir enerji bombardımanı var. Bu bombardıman bizim enerjimizi de söndürüyor. Ben mücadeleci bir insanım ama sürekli negatif enerji altında olmak depresif bir ruh hali yaratıyor. Bu en temel sorunlarımızdan biri aslında. İnsanlar taraflara ayrılmış ve bu taraflar karşılıklı bir depresyon etkileşimi halinde. Bu kadar depresif bir ortam hepimizin enerjisini yok ediyor…

Bu negatiflik aynı zamanda bir vasatlığı doğurarak sanatçıların kendi kabuklarına çekilmesine mi sebep oldu?

Hepimiz o vasatlığa mahkum edildik. Onlarca gazetecinin içeride olduğu bir dönemde sabahları nasıl mutlu kalkabilirim? Fethullah Gülen’in ipliğini pazara çıkaran Ahmet Şık bile tutuklanıyorsa nasıl huzurlu olabilirim? Siyasetteki kıran döken zihniyet yüzünden toplumca depresyona sürükleniyoruz. Sokakta gülen insan yok! Sosyal hayattan kopmuyorum. Metroya, otobüse biniyorum. İnsanların yüzünden düşen bin parça! Herkesin içi karardı. Ben kadın hakları ve özgürlükleri için 85 film yaptım. Ocak ayından bu yana 45 kadın öldürüldü. Bu gri renk nasıl açılacak? Siyaha gitmekten nasıl geri dönebiliriz?

VAHŞİ KAPİTALİZM İNSANLARI MAHVETTİ

Sizce ideal bir hayat var mı?

İdeal hayatın olmazsa olmazı özgürlüklerdir. Özgürlükler de gerçek anlamda demokrasiyle olur. İnsanlar birbirlerinin öksürüğünden korkar hale geldi. Herkes şüphe ve kaygı içinde yaşıyor. Bunun karşısına koyabileceğimiz tek şey özgürlüklerdir. Cumhuriyetin değerleri, insani değerler, eşitlik ve özgürlükler olmadan neyin üzerine tartışırsak tartışalım, çuvallarız.

Günümüz insanına dair gözlemleriniz neler?

Ben çok gezerim. Geçen ay 3-4 ülke gezdim. Vahşi kapitalizm insanları mahvetti. Globalleşmeden ümidim vardı. Daha eşit paylaşım hayallerim vardı. Bu tartışılan şeyleri kim nerelere attı da yok oldu? Zengin daha zengin, fakir daha fakir... Paylaşım nerede? Yine de belli başlı ülkelerde insanların yüzlerinin güldüğünü görüyorum.

Türkiyedeki insanlara baktığınızda neler görüyorsunuz?

Son derece endişeli, kaygılı ve mutsuzlar. Kaderciliğin getirdiği meçhul bir beklenti içindeler. Godot’u beklemek gibi bir nevi. Oysa Godot’u beklemek ölümü beklemektir. “Godot’u Beklerken”in ana fikri budur. Herkes meçhulü bekliyor…


UMUDUMU KAYBETMEK İSTEMİYORUM

İnsanları yaşama bağlayacak şey ne olabilir?

Umut. Açıkçası gençler için çok endişeleniyorum. Gençlerin hayatlarının vasatın da altına itildiğini gördükçe üzülüyorum ama umudumu kaybetmek istemiyorum. Halk olarak gülmüyoruz. Kaygılıyız. Endişeliyiz. Vasatlığa mahkum edildik. Özgürlükler konusunda bırakın tartışmayı ağzımızı bile açamıyoruz. Her şeyin düzelmesini istiyorum ama bu kısa vadede kolay gözükmüyor. Öyle ya da böyle; tüm bu yaşadıklarımızın bedelini ödeyeceğiz. Sonra da her şeyin yeniden yeşereceğini düşünüyorum.

Hiç Türkiyeden gitmeyi düşündünüz mü?

Dünyanın her yerinde eşim dostum var. İstersem giderim ama hiç düşünmedim. Neden gideyim ki? Ben bu topraklarda 85 film yaptım, 85 ayrı kadının ruhunu içime aldım. Bir cumhuriyet kadınının, Aysel Gürel’in kızıyım.

ANNEM YAŞASAYDI
MUHALİF TUTUMUNDAN ÖTÜRÜ İÇERDE OLURDU


Annenizi özlüyor musunuz?

Özlem çok hafif bir kelime kalır. Annemin kızıyım ama onun kadar cesur olmadığım için utanıyorum. Hedefim Aysel’in tırnağı kadar bile olsa, direnebilmek. Ona da razıyım. Annem çok ilginç bir kadındı. Bir taraftan da iyi ki de bugünleri görmedi. Özgürlük annem için her şeyin ötesindeydi. Zaten şu an yaşasaydı, büyük ihtimalle muhalif tutumundan ötürü içerde olurdu. Çenesini tutamayıp “Eyyy!” diye başlardı…

Gündemi nasıl takip ediyorsunuz? Televizyon izliyor musunuz? Gazete okuyor musunuz?

Havuz medyası hariç bütün gazeteleri ve makaleleri okuyorum. Türkiye hakkında çıkan İngilizce ve Almanca tüm yazıları okuyorum. Sürekli okuyorum. Dizilerde de oynamadığım için zamanımın çoğunu okuyarak geçiriyorum.




BENİ CANLI YAYINA ÇIKARACAK BİR PROGRAM YOK

Sizi de neden eskisi gibi televizyonlarda göremiyoruz?

Artık programlara pazarlıkla çağırıyorlar. Beni şu an canlı yayına çıkaracak bir televizyon programı yok. Çağıranlar da “Siz bizi biliyorsunuz” diyorlar. Ben de onlara “Siz de beni biliyorsunuz” diyorum. Bu saatten sonra lafımı esirgemem. Açıkçası kimseden de korkum yok. Bu ülkeden gitmemizi istiyorlar ama gitmeyeceğiz. Geçtiğimiz günlerde Nişantaşı’ndaydım. Eskiden beri tanıdığım iki magazinci çocukla karşılaştım. Nişantaşı’nda ne yaptığımı sordular. “Hayır” için gezdiğimi söyledim. “Bizim gazeteler bunu yazmaz” dediler. “Hayır” dediğimi bir tek Cumhuriyet Gazetesi yazdı. Öyle bilinçli bir politika yürütülüyor ki; toplumda etkisi olan insanlar her taraftan koparılıyor. Böyle bir dönemde bana program yaptıracak bir televizyon kanalı düşünebiliyor musunuz? Bir iki tanesi çağırdı ama kuralları baştan koydular. Ben de kabul etmedim. Siyasetin toplum üzerindeki baskısı büyük bir korkuya dönüştü. Buradan ne çıkar bilmiyorum.

Sizi resmi devlet organizasyonlarına çağırıyorlar mı?

Çağırmıyorlar. İyi ki de çağırmıyorlar. Eğilip bükülmeye dayanamam. Ağzımı tutamam, hır çıkarırım. Abdullah Gül zamanında Çankaya Köşkü’nden çok davet almıştım ama gitmedim.Zaten beni yemeğe çağıracaklarına tutuklu gazetecileri dışarı çıkarsınlar…


FAZLALIKLAR İNSANA MUTLULUK GETİRMEZ

Peki kişisel olarak mutluluğu nerelerde arıyorsunuz?

Sevdiklerimle beraber olmak, istediklerimi yapabilmek mutlu olmam için yeterli. Bu durumu yaşadığım genel koşullardan ayıramıyorum. Etrafta bir sürü şey bizi tırmalarsa mutluluk içinde geceye karışmak mümkün olmaz. Savaşın ortasındaki çocuklara, Afrika’daki aç insanlara baktığımda, yarım saatliğine mutlu olduğum anlar 15 günlüğüne yok oluyor. Dünyanın acımasız tablosu beni çok mutsuz ediyor. Her şey biraz iyi olduğunda, 20 dakika Boğaz’da yürüsem bile çok mutlu oluyorum. Eşimle, dostumla, torunlarımla beraber olmak, annemin yazdıklarını defalarca okumak beni çok mutlu ediyor. Nefes almak da büyük bir mutluluk ama boğazınızda bir şeylerin düğümlenmemesi gerekiyor. Benim hayatımda “Daha” kelimesine hiç yer olmadı. Daha çok aşk, daha çok beğenilme arzusu, daha çok para hiçbir zaman umurumda olmadı. Şimdi maddi bir rahatlığım var ama istesem bunun 10 katını da elde edebilirdim. Özel kanalların yeni kurulduğu yıllarda bana akıl almayacak paralar teklif edildi. Hepsini elimin tersiyle ittim. Anlamı olmayan, insan hayatına dokunmayan hiçbir iş yapmadım. Bugün politikacılara ve iktidara baktığımda da her şeyin dahasının olduğunu görüyorum. Daha fazla baskı, daha fazla zenginlik, daha fazla kutuplaşma, daha fazla aidiyet
Bu fazlalıklar insana mutluluk getirmez, aksine kim olduğumuzu da unutur hale geliriz. Dünyanın en büyük adalet sarayı İstanbul’da ama içindeki adalet tartışmalı…

Son zamanlarda sizi mutlu eden ve umutlandıran şeyler neler?

Sizin çıkardığınız gibi dergiler ve gazeteler çoğalmaya başladı. Her şeye rağmen medyada direnen birileri var. Bunlar beni tekrardan hayata bağlıyor. Geçen gün Beşiktaş’ta bir dükkana girdim. Dükkandakilerle sohbet ettik. “Evet” diyeceklerini söylediler. Konuşabildik ve tartışabildik. Birbirimizi anlamaya çalıştık. Bu beni çok mutlu etti. Ama yaşadığımız her günün sonunda, bir şekilde 150 gazetecinin tutuklu olduğu konusuna geliyoruz. “Bu insanlar neden içeride?” sorusunun cevabını bulamadığım sohbetler; keyifle başlayıp, acıyla bitiyor.

Donald Trump hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bütün dünyada ırkçı hareketler giderek güçleniyor. Açıkçası Trump’ın seçilmesine çok şaşırdım. İnsanlar siyasetten o kadar sıkıldı ki Trump’ı tiyatro seyreder gibi seyrediyorlar. Ama Amerika toplumu özgürlüğüne düşkündür. Trump Mrump fazla işlemez.

SON DÖNEMDE ÇEKİLEN FİLMLERİN ÇOĞU GELİP GEÇİCİ İŞLER


Sinemaya dönmeyi düşünüyor musunuz?

Bir senaryo yazdım. Bir arkadaşımın da desteği oldu. O senaryoda kız kardeşimi ve kendi çocukluğumu değiştirerek bir erkek ve bir kız çocuğuna dönüştürdüm. Annemi de olduğundan daha tahsilsiz biri gibi yazarak senaryonun baş karakteri yaptım. Çok da çarpıcı şeyler çıktı.
Hayatım boyunca para kazanmak için iş yapmayı düşünmedim. Para hep yaptığım işlerin arkasından geldi. Yazdığım senaryo için yapımcılarla görüştüm. Çok sevindiler ama hesap kitap yapılınca, filmin maliyetini kurtarmayacağını gördük.

Ülkemizde son dönemde çekilen filmleri takip ediyor musunuz?

Ediyorum. Birçoğuna da klip sineması diyorum. Çoğu gelip geçici işler. Birkaç filme gittim ama sonuna kadar dayanamadım. Espriler son derece basit, senaryolar düşünülmeden yazılmış. Demek ki yapılan işlerin ticari bir karşılığı var. O da beni çok fazla ilgilendirmiyor. Uğur Vardan bir yazı dizisi hazırlayacakmış. Benim için en iyi 10 Türk filmini sordu. Buldum ama son beş seneden bir şey çıkaramadım. Nuri Bilge Ceylan filmleri hariç ortada film yok. Birkaç yıl geriye gittiğimizde de Zeki Demirkubuz’un filmlerini çok seviyorum, Zeki zaten arkadaşımdır, senelerce de birlikte çalıştık. Ama maalesef bu gibi filmler de kendilerine alan bulamıyorlar. Uzun bir süre de bulamayacalar. Çünkü vasatlığa mahkumiyet sinemada da karşımıza çıkıyor.

Asghar Farhadinin yabancı dalda Oscar kazanan son filmi Satıcı” İranda milyonlarca kişi tarafından izlenmiş.

İran filmlerini bayılarak seyrediyorum. İran’da sinemaya ilgi var. İyi film yaptıklarının da farkındalar. Geçen sene Tahran’daydım. Randevuyla gidilen gizli galeriler var. Çok iyi resim yapıyorlar. Kültürleri çok zengin. İran sineması insana işleyiş açısından Amerika’dan çok daha ileride. Dünya bunun yeni yeni farkına varıyor.

Sizin sinematografinizde en unutulmaz filmleriniz hangileri?

Atıf Yılmaz’la, Ertem Eğilmez’le, Ömer Kavur’la, Şerif Gören’le yaptığım filmlerin bende ayrı yeri vardır. Özellikle Atıf Ağabey’le yaptığımız filmleri çok özlüyorum. Biz sadece filmleri değil hayatları da paylaştık.


TARIK AKAN ÇOK SEVDİĞİM BİR ARKADAŞIMDI

Dostlarınızın gidişi hayatınızı nasıl etkiledi?

Geçen sene Atilla Özdemiroğlu’nun gidişi beni çok üzdü. Ertem Eğilmez’i, Adile Naşit’i, Tarık Akan’ı o kadar çok özlüyorum ki... Tarık çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Sanki ölmeyip de uzak bir yere gitmişler gibi. Hiçbirine ölümü yakıştırmıyorum.

Sizce geçen yıllar hayatımızdan neleri eksiltiyor?

Bir kereinsan ilişkileri çok zayıfladı. Çocukluğumun mahallesini ve insanlarını çok özlüyorum. O zamanlar ayrımcılık yoktu. Onun dışında bilinen bir dünya var. Teknolojiye çok hayranım. İnsanın modern dünyaya ayak uydurma çabası çok ilgimi çekiyor. Geçtiğimiz günlerde telefonumu yaptırmak için Apple mağazasına gittim. Dükkanda, oldukça zor şartlarda yaşadıkları ilk bakışta belli olan iki küçük çocuk, tanıtım amacıyla dükkanda sergilenen en pahalı aletlerle oyun oynuyorlardı ve çok eğleniyorlardı. O görüntüden çok etkilendim. Hatta mağazanın müdürünü çağırıp, çocuklara bu imkanı sağladığı için teşekkür ettim.

Çocuklar sizi tanıdılar mı?

Bir tanesi “Teyze ben seni daha önce gördüm mü?” dedi. “Çok gördün. Televizyondan sana bakıyordum” dedim. “Teyze kafa mı buluyorsun” dedi. Çok tatlıydı… (Röportaj: Nurhak Kaya)

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr