Uzun zamandır büyüklerin dünyasındaki çocukları resmediyor Neş’e Erdok. Aslında bu ilgisi, 70’li yıllardaki “Saltanat” dizisindeki ayakkabı boyacılığı yapan çocuk figürleri gibi, gerçek hayatta saltanatını süremeyenlere adadığı, sokağın umutsuzluğunu gösterdiği resimlerinde de görülür. Sonra “Disiplin ve Ceza” resimlerinde, Paris’te bulunduğu 70’li yıllarda derslerini izlediği Foucault’un aynı isimli, kendine göre yorumladığı eserinden ilham alır Erdok. Ebeveynlerince disipline edilmeye çalışılan, saçları zorla kesilen çocuklar vardır bu resimlerde. 90’lardan beri yaptığı, sahilde sıkılan, oynayan çocukların olduğu Gölköy resimlerine son sergisinde bu kez göç eden aileler ve peştamallı figürler gibi, günümüz Türkiye’sindeki değişim de eklenmiş. Şişme yelekleri içinde ebeveynlerinin arkasından sürüklenen “vatansız” çocukların kurtuluş umutları var resimlerde. Suriye ve farklı coğrafyalardaki savaşlar sebebiyle, anneler, babalar bir yere kaçıyorlar; ama aileleriyle beraber, hayatın yükünü en çok omuzlayan çocuklar, bilmedikleri o yere zorla sürükleniyorlar.

Savaşın korkunç yüzü

Sigmund Freud’un daha sonraki yaşlarda kişiliğin oluşmasında önemli bir dönem olarak gördüğü çocukluk ve bu dönemde yaşanan travmaların, ilerleyen dönemde tüm hayatı belirlediğine yönelik tezlerinin, savaş atmosferi ve cinsel istismarla son dönemde en çok konuştuğumuz konulardan birinin çocuklar olduğu göz önüne alındığında, daha da önemli olduğu görülebilir bu coğrafyada.

Sanatçının savaşa tanıklığı ve kişiliğin oluşmasında önemli olan bu döneme, çocukluğa odaklanmasının izleri kendi çocukluğuna dek uzanır. Erdok, ortaokul eğitiminin bir senesini geçirdiği Almanya’da, II. Dünya Savaşı’nda çocuğunu kaybetmiş yaşlı Alman bir kadının yanında kalır ve onun hüznüne tanık olur.

“Küçük Neş’e’ye” çok erken bir yaşta Alman romantiklerini tanıtan, onu çocuğu yerine koyup, kollayıp, koruyan bu kadının yanında savaşın korkunç yüzünü bir çocuk olarak hisseder o yıllarda sanatçı. Erdok, romantiklerin izindeki her zamanki otoportrelerinde kendisini bu kez tek boynuzlu at “licorne” olarak resmetmiş. Saflığı ve erdemliliği simgeleyen tek boynuzlu atın, ortaçağda hastalıkları iyileştirdiğine inanılır. Şiddeti ve savaş atmosferini soluduğumuz ve sanatın ruhumuzu iyileştirici gücünü aradığımız şu günlerde bir “licorne” olarak Erdok’un resimleri ile resmettiği lanetli şairlerden Mayakovski’nin yazdığı şu dizeler düşünmeye sevk ediyor bizleri:

“Bir çift sözüm var/ insanlar! /Çıkın siperlerinizden/Sonra bitirirsiniz savaşı.”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr