Herhangi bir müthiş sanat eseri zamanı ve mekânı canlandırır ve yeniden uyarlar. Ne kadar başarılı olduğu da sizi ne ölçüde dünyanın yerlisi kıldığına – sizi ne ölçüde içine davet ettiğine ve garip, özel havasını solumanıza ne kadar izin verdiğine – bakar. Leonard Bernstein

2015’te 56. Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil eden Ermeni kökenli kavramsal sanatçı Sarkis’in yerleştirmesinin başlığı Respiro (Nefes). Sanatçı, yapıtını İtalyanca bir kelimeyle isimlendirmesini “Yapıt, Venedik’e bir hediyem. Yoksa neden hep bölgesel sınırlara bağlı kalalım ya da küme düşürülelim? Aslında gizli bir boyuta uzanan, yakınımızdan az ötede, evrenimizin yaratılışına doğrudan işaret eden bir yerleştirme üzerinde çalışıyorum. Tüm ülkelerdeki bütün kültür, din ve mezheplere açık bir çalışma. Nefes al, nefes ver ve ışık tut: sonsuz bir diyalog kuran fikirler üzerinde çalışırken motivasyonlarım bunlar. Onların dönüşümü çalışmalarımın özüne şekil veriyor” diyerek açıklamıştı.

Nefes almak, Yunanlıların aslen ruh olarak yorumladıkları, “hava”, “yaşam nefesi” fikrine geri götürüyor. Fakat aynı zamanda kalıbı kırabilme kabiliyetine, fiziksel ve ahlaki baskının üstesinden gelebilmeye, derin nefes alabilmeye ve bilfiil geleceğe dalabilmeye de bağlı.

Bu bağlamda, Türkiye’deki çağdaş sanata adanmış bu koleksiyonun derin ve kuvvetli bir nefes olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum. Batı ve Doğu, İslamlaşma ve modernite, ilerleme ve yabani büyüme arasında asılı kalmış komplike bir ülkenin sanatsal manzarasını temsil edebilen bir nefes. Uluslararası arenada, yakın zamandaki jeopolitik olayların sonucunda öyle ya da böyle daha da kilit bir rol üstlenen bir millet.

Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yönden karışık bir dönemden geçtiği su götürmez. Kasım 2015’te Rus savaş uçağının vurulmasının ardından Moskova’nın uyguladığı yaptırımlar ekonomiyi turizm, enerji, tarımsal ihracat gibi sektörlerde zayıflattı ve büyümeyi yavaşlattı.

Bunun yanı sıra başka sorunlar da söz konusu: Türkiye’ye komşu Suriye trajedisi, Kürt meselesinin yeniden alevlenmesi ve Türkiye toprakları üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin yaşadığı insanlık krizi. 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Orhan Pamuk, bu son noktaya dair Avrupa’nın göstermiş olduğu dar görüşlü riyakârlığın altını çizmişti: “Türkiye, Avrupa farkına bile varmadan iki milyon Suriyeli’yi karşıladı. Sonra boğulmuş bir çocuğun fotoğrafı ortaya çıktı ve siz bir anda uzun zamandır devam eden bir trajediyi keşfettiniz.”

Günümüzde, gerçekçi olarak bakacak olursak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasını hızlandırabilecek şeylerden biri de göçmenlerin Avrupa’ya girmesini önlemekteki yardımı. Bu, Türkiye’de istikrar sağlamanın, demokrasiye uzanan yolda gecikmeleri ve “Avrupa bizi istemiyorsa biz de Avrupa’yı istemiyoruz” savını yankılayan yaygın milliyetçi duyarlılığın üstesinden gelmenin en iyi yolu olabilir. Türkler, gündelik hayatta olduğu kadar siyasal eylem konusunda da oldukça yaratıcı insanlar. Örneğin, Şubat 2015’te farklı yaş gruplarından erkekler sosyal medyada kadın giysileri giymiş halde çekilmiş fotoğraflarını paylaştılar ya da kadınlara karşı şiddeti kınamak için etek giyerek sokaklara döküldüler. Ve bundan iki yıl önce, Marco Ansaldo’nun La Repubblica’da yazdığı gibi: “Gezi Parkı ayaklanmasında Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Atatürk’ün afişinin önünde ‘Duran Adam’ ve dilsiz ve ağırbaşlı insanların meydanlarda artarak onun yöntemiyle protesto etmeleri de bu anlayışın bir parçasıydı. Bunu, İslam hükümetine karşı gösteri yapan binlerce insan tarafından uygulanan ‘Kitap Okuyan Adam’ takip etmişti.” ‘Atatürk’ün ruhu’na dair Yaratıcılık, kültür ve sanat ülkenin geleceğinde soyutlama taraftarı eğilimlerin üstesinden gelmekte ve iki dünya arasında yer alan Türkiye’nin özelliğine dayalı bir kimliğin tanıtılmasında önemli bir role sahip olabilir. Bu sayede ülke, modern ve çeşitlilik barındıran bir ülke istemiş ve reformlarını Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’daki en iyi siyasi ve ekonomik başarılardan esinlenerek gerçekleştiren Atatürk’ün ruhunu geri kazanabilir.

Sınırları yıkma eylemi

1987’de İstanbul’da ilki düzenlenen Çağdaş Sanat Bienali’nden bu yana Türk sanat ortamı kültürel ve ekonomik bir devrimden geçip, hem yurtiçinde hem de yurtdışında etrafında kuvvetli bir ilgi oluşmasına tanıklık etti. Bu ilgiyi, İstanbul Modern Sanat Müzesi’ne ya da revaçtaki Silahtarağa semtinde yer alan ve Osmanlı Devleti’nin ilk kent ölçekli elektrik santralı olan Santralistanbul’a gidecek olursanız aşikâr bir biçimde görebilirsiniz. Genç yetenek için gerçek birer tapınak olan GaleriNon ve Galerist gibi galeriler de Türk sanat ortamının ne kadar uluslararası ölçekte olduğunu ispatlıyor.

2009’da Sotheby’s Londra’da gerçekleştirilen ve tamamıyla çağdaş Türk sanatına adanmış ilk müzayede Türkiye, Asya, Ortadoğu, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan alıcıların katılımıyla 1.3 milyon İngiliz Sterlin’ini buldu. Ve sonraki yıllarda birçok Avrupalı galeri ile kurum dikkatini Türkiye’ye çevirdi; Londra’daki Saatchi Gallery 2011’de Tehlikeli Akılların İtirafları: Türkiye’den Çağdaş Sanat sergisi; Paris’teki Espace Louis Vuitton ise 2012’de Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde Gezintiye Çıkmak sergisi ile...

2015’te Roma’daki Maxxi, İstanbul: Tutku, Neşe, Öfke başlıklı sergisini sundu. Modernite ve gelenek arasındaki olağanüstü kavşağın öyküsünü anlatmak üzere 45 sanatçı, mimar ve aydının yüzün üzerinde eserini içeren sergi çeşitli dil ve ifadelerle yeni sanatsal projelerle, işitsel ve görsel ifadeye de yer verdi. Eşi benzeri olmayan bir şehrin karmaşıklığını ve gündelik hayatını çağrıştıran sergi, şimdiki Türkiye’nin ve geçirdiği hassas dönüşümün izini sürdü.

Sınırları aşan, kuralları ve kısıtlamaları yıkan, her şeyi pas geçen sanat, aynı zamanda bize sanatsal ifadenin nasıl geleceğe dair bir laboratuvara dönüşebileceğini ve yeni dünyalar için vizyonlar yaratabileceğini gösteren Imago Mundi koleksiyonundaki 227 çalışmanın içinden geçen ve onları birbirine bağlayan bir iplik olarak da görülebilir.

20 Kürt sanatçı da var

Serginin küratörleri Claudio Scorretti ve Irina Ungureanu’nun giriş yazısında okuyacağınız üzere, “Imago Mundi Türkiye farklı nesillerden, özellikle yeni ortaya çıkan genç sanatçıların üzerinde duran, sanatçılara yer veren çokkatmanlı bir koleksiyon.” Keşfedilen temalar arasında “savaş ve direniş vakayinameleri”, kentsel manzara, renkli ve zıtlıklarla dolu bir evren sunan şehrin “çok-yönlü mimarisi” bulunuyor. Koleksiyonda, kolajlar ve fotoğraf yerleştirmeleri ile sabundan hapa, dikenden betona ve kumaşa uzanan çok çeşitli bir malzeme seçkisi de yer alıyor. 20 Kürt sanatçı da “Türkiye’nin en büyük etnik topluluğu olan Kürt azınlığına doğal bir biçimde ve hak ettiği şekilde fırsat sunmak üzere”, koleksiyona dahil edildi.

Bu, sorular soran ve yeni sorular sorduran fikirler sunan yenilikçi ve yürekli bir koleksiyon. Bir taş göle düşmeye görsün, Elif Şafak’ın yazdığı gibi “Taşın suya değdiği yerde bir halka peydah olur, halka tomurcuklanır, tomurcuk şekillenir, açar da açar, tomurcuk katmerlenir.” İyi sanatın, nefes almamızı sağlayan sanatın da rolü tam olarak budur.

Luciano Benetton
(Çeviren: Hande Eagle)

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr