Whiplash’le tanınıp büyük bir başarı kazanan Damien Chazelle, Hollywood’un Altın Çağı’ndaki müzikallerine La La Land (Aşıklar Şehri/ 2016) ile saygıda bulunuyor. Müzikal türünde genellikle bir erkek ve bir kadının kötü serüvenleri, farklılıklarından ötürü büyük aşklarının sona ermesi, sanat, politika, yaşam biçiminden kaynaklanan birliktelikleri, kahramanların ortak ya da kişisel düşleri anlatılır. Türün kurgusu genelde basit, yalın ve uçucudur. Anlatımsal akış zaman zaman müzikal aralarla kesilir. Müzikalde dikkat çeken başlıca unsurlar danslar ve şarkılardır.

 

Chazelle, La La Land’i çekerken ana düşüncesinin “Klasik müzikallerin ruhunu gerçek yaşamla birleştirmek” olduğunu açıklıyor. Mia (Emma Stone) bir yandan garson olarak çalışırken bir yandan da oyuncu seçimlerine katılır, tiyatro oyununu yazmaya çalışır. Caz piyanisti Sebastian (Ryan Gosling) yaşamını kazanmak için ucuz barlarda çalışmak zorundadır. Mia yaşadığı çağın bilincinde olan bir genç kadındır, toplumdaki yerini arar durur. Los Angeles’taki çevre yolunda başlayan etkili açılış sekansında (Federico Fellini’nin Sekiz Buçuk filminden) Mia ile Sebastian’ın yolları tatsız biçimde kesişir. Yeniden karşılaşırlar, uzaklaşırlar, yakınlaşırlar, birbirlerine aşık olurlar, düşleri ve başarıları arasında ilişkilerini oluştururlar. Yaşamları yükseliş ve iniş, zafer ve yenilgi arasında gidip gelir. Hollywood’un Altın Çağı’nın (1930-1950) müzikallerine gönderme yapan La La Land yazgıları, yaşamsal soruları, yaşamı, ölümü, aşkı betimler.

 

Mia ve Sebastian, Los Angeles’ın efsanevi tarihi sineması Rialto’da Rebel Without a Cause’u (Asi Gençlik/1955) izlerler, ardından Griffith Gözlemevi’ne giderler. Bu sahnelerle Chazelle dönemin teknolojisi Technicolor’a da gönderme yapar. Melekler Kenti’ne olan aşkını Chazelle caz müziğiyle, klasik müzikallerle, oyuncularla ilan eder. Capcanlı renklerle bezeli dekorlar, kostümler izleyiciye düşler ile gerçeğin gücü arasında seçim yapmayı anımsatır. La La Land’in karalama defteri olan Guy and Madeline on a Park Bench’te (2009) Chazelle, cazı, tap dansı, bunalıma girmiş sevgilileri gerçekçi bir anlatım kullanarak betimler.

 

Deneyimsiz genç oyuncu Mia onu aşağılayan oyuncu seçimlerine katılır. Sebastian’ın en büyük düşü bir caz kulübü açmaktır. Mia ile Sebastian aşklarını yaşarken bir yandan da düşlerini gerçekleştirmeye çabalarlar, birlikte zorlu bir yolculuğa çıkarlar.

Sinema tarihinde 1920’lerden başlayarak müzikal türü yerel, güncel bir  anlatım dili, basit, yalın melodilerle yerini edindi. Kimi sinema tarihçileri Jazz Singer’ı (Caz Şarkıcısı/ 1927) kimi de The Broadway Melody’yi (1929) ilk müzikal olarak tanımladılar. 1930’larda koreografisini Busby Berkeley’in yaptığı müzikaller öne çıktı. Ünlü Broadway müzikalleri sinemaya uyarlandı. Fred Astaire ile Ginger Rogers ilk ünlü müzikal yıldızlarıdır. 1930’ların sonuna doğru filmler renklendi, Technicolor dönemi başladı. The Wizard of Oz (Oz Büyücüsü/ 1939) yediden yetmişe herkesi büyüledi.

 

1940’larda en iyi şarkı sözü yazarları, besteciler, dansçılar, şarkıcılar, dekoratörler, yönetmenler müzikallerde çalışıtılar. Broadway’den Hollywood’a iki genç yetenek katıldı: Gene Kelly ile Stanley Donen. On the Town (1949) müzikallerin kurgusal dünyasını gerçek yaşamla harmanladı. 1952’de Donen ile Kelly Singing in the Rain’de (1952) türün olanaklarını sentez yaptılar. Müzikal, özünde hafif, doğasında duyarlı bir türdür. An American in Paris (Paris’te Bir Amerikalı/ 1951), Brigadoon (1954) binbir renkteki düş sahneleriyle izleyiciyi bilinç altında yolculuğa çıkartıp serüvenler yaşattılar. Beyaz perde uykuda görülen bir düşün izdüşümü gibiydi. Kahramanlar düşleri ve gündelik yaşamları arasında gezindiler.

Müzikallerin Altın Çağı’nda partisyonlar caz ve klasik müzikten beslendiler, George Gershwin, Leonard Bernstein gibi besteciler sektörde yer aldılar. 1930, 1940 ve 1950’lerde izleyici hayran olduğu yıldızların dans edip şarkı söylemelerini ancak filmlerde görebilirdi. Oyuncuları, yapımcıları, yönetmenleriyle birlikte gerçek bir star sistemi vardı. Daha sonra müzikaller dramatik konuları işlemeye başladılar: West Side Story (Batı Yakasının Hikayesi/1961), All That Jazz (1979), Hair (1979). Televizyon, klipler, internet gündelik yaşama girdikten, yayın sitelerinin çoğalmasından sonra müzikal türde değişime uğradı. Moulin Rouge (2001), Chicago (2002), Across the Universe (2007), Les misérables (Sefiller/ 2012) gibi başarılı çalışmalar gerçekleştirildi. Eski tarz müzikaller geçmişe duyulan özlemi sürdürdü. Woody Allen’ın Everyone Says I Love You’su (Herkes Seni Seviyorum Der/ 1996) eski müzikal türü herkese yeniden anımsattı.

 

Damien Chazelle, Stanley Donen’den Jacques Demy’ye (Cherbourg Şemsiyeleri/ 1964) uzanan ustalardan, Edward Hopper’in tablolarından, Fellini’nin Sekiz Buçuk’undan (1963) etkilenerek La La Land’i (Aşıklar Şehri/ 2016) gerçekleştirdi.

La La Land (Aşıklar Şehri) Yönetmen: Damien Chazelle, Oyuncular: Ryan Gosling, Emma Stone, John Legend, Rosemarie Dewitt, Finn Wittrock, Callie Hernandez, Sonoya Mizuno, Jessica Rothe / 2016, 122 dakika, BirFilm. Format: Dvd.

 

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr