Ramize Erer’in 9 yıl önce kimi şahsi ve tatsız sebeplerle başlayan Paris macerası önceleri gönülsüz bir sürgünlük gibi olsa da bugün geldiği noktada her şeyin rayına oturduğu, geleceğin eskisinden daha parlak göründüğü bir vaziyet almış. En son geçen hafta 44. Angouleme Çizgi Roman Festivali’nde aldığı ‘Yaratıcı Cesaret’ ödülü yılların emeği için verilen bir armağan olmuş Erer’e. “Dünyanın her yerinden gazeteciler vardı Angouleme’de.

Güney Amerika’dan bir gazete yarım sayfa yer vermiş, ödül konuşmamı tercüme edip biyografimi yayınlamışlar. Çok şaşırdım ve mutlu oldum.” diyor Paris’te sık sık gittiği St. Germain’deki ünlü Les Deux Magots cafesinin önündeki masalarda oturup sigara içerken. Sonra da sigarayla ilgili bir anısını anlatıyor: “İstanbul’a son gidişlerimden birinde Beyoğlu’nda yürürken bir sigara yaktım. Birkaç dakika sonra arkamdan bir erkek sesi geldi. Adamın biri sokakta sigara içtiğim için bağıra bağıra hakaret etmeye başladı bana. Çok korktum doğrusu.

Burada 9 yıl boyunca bir kez bile tacize uğramadım ve sonsuz bir özgürlüğün ne olduğunu anladım. Ama İstanbul’a ayak basar basmaz taciz ve baskıyla karşılaştım. Durum son derece vahim ve gitgide daha da açıkça yaygınlaşan bir muhafazakârlık var Türkiye’de. Ne yazık ki her şey de kadınlar üzerinden yaşanıyor ve en çok da kadınlar acı çekiyor. Kızımı İstanbul’da değil de burada büyüttüğüm için iyi hissediyorum kendimi.’’

‘Paris sanatçılar için bir cennet'

-O zaman Paris size iyi geldi diyebilir miyiz?

Başta zor gibiydi aslında ama sonra iyi geldi dışarıda olmak. Bir kere sanatçılığım açısından iyi geldi, çünkü Paris sanatçılar için bir cennet. Burada mesela resme yeniden başladım. Sizi başlatıyor burası çünkü her yer resim, her yer sanat. İstanbul’da o kadar hatırlamazdım ben resmi. Akademi mezunuyum ben ve yıllarca resim yapmamıştım ama son 6 aydır sürekli resim de yapıyorum. Bu da çok iyi geliyor bana, çok seviyorum resmi. Kendimi daha zenginleşmiş hissettim. Farklı disiplinler birbirini etkiliyor ve sizi zenginleştiriyor. Karikatürüme de iyi geldiğini düşünüyorum. Çizgi romana başladım burada, çizgi, hikâyeler anlatmaya başladım Bayan Yanı’nda. Yani Paris iyi geldi bana.

-Burada sürekli çizdiğiniz bir yayın var mı?

Burada Cartoon For Peace diye bir vakıf var. Dünyanın her yerinde sergiler düzenliyorlar. Fransa’da da çok sergileri oldu, onlara da katıldım hep. Onlar kullanıyorlar işlerimi. Onun dışında benim de çok sevdiğim Rond Point diye bir tiyatro var, onların yayınladığı bir internet gazetesinde “Kötü Kız’’ karikatürlerim çıkıyor. Tabii Fransızcaya tercüme ediliyor önce, benim uğraşmam gerekiyor onlarla da. Bir de Bayan Yanı için çiziyorum tabii.

 

‘Biz kadınlar hep çok azdık’

-Bayan Yanı nasıl gidiyor?

İyi gidiyor. İlk çıkarttığımızda kadın çizerler pek güvenli değillerdi ama sanıyorum mizah dünyasının erkek egemen olmasından kaynaklanan bir şeydi bu. Biz kadınlar hep çok azdık, bunun verdiği bir güvensizlik var. Onun mutfağında hiç yer almamıştık biz, yani erkekler yapardı biz de dahil olurduk. Bize bir köşe verilirdi, kadınlara... Radikal’den atıldıktan sonraki dönem bir süre boşluğa düştüm ama sonra bir dergi fikri oluşmaya başladı kafamda ve neden olmasın dedim. Böyle başladık ve şimdi hiç de fena olmayan bir okur kitlemiz var.

-Yeni kuşak kadın çizerler de geliyor mu?

Tabii, gelmez olur mu... İşin o kısmı çok önemli zaten, yeni çizerler, sanatçılar yetiştirmek, onlara alan açmak.

-Size kim köşe açmıştı ilk olarak?

Oğuz Aral tabii ki? Onunla çalışmak hem güzeldi hem de biraz korkutucu. Duygularını çok keskin yaşayan bir insandı ve onun o şiddetli halinden çekinirdim açıkçası. Ama çok da üreticiydi. Yine de onu kendime eşit görmek için yıllar geçmesi gerekti. Ancak Radikal yıllarımda başarabildim bunu. Biraz da Hıbır için ayrıldığımızdan onunla bağımızın kopması sebep oldu bu duruma. Yani zaten yıllarca hiç görüşmedik, karşılaşmadık.

-Bir de tabii Gırgır çok büyük bir fenomendi o yıllarda değil mi?

Öyle. Burada mesela Türkiye’deki gibi yaygın bir mizah dergisi yok. Daha çok resimli roman denilen Band Dessinnes yaygın burada. Gazetelerde falan karikatürler var ama Gırgır gibi, Leman, Uykusuz gibi çok az dergi var. Bir Charlie Hebdo var mesela, bir iki tane daha o kadar.

-Gırgır’ın 1.5 milyon tiraj yaptığı zamanları hatırlıyorum. Sonra zaten Gırgır’dan bir sürü mizah dergisi doğdu. Tirajları o kadar yüksek değil belki ama...

Ama hepsinin tirajını toplasanız bayağı bir sayı eder yine. Maalesef mizah üzerine de çok baskı var artık. Musa Kart’ın hapiste olması akıl alır gibi değil. Leman’ın 15 Temmuz kapağı da çok hedef gösterilmişti bir ara. Hatta bir ‘çoban’ polemiği olmuştu bir ara. Koyunların TV izlediği ve ‘Seni çoban yaptırmayacağız’ yazan karikatürü resmen Cumhurbaşkanı’na hakaret diye yayınlayan, öncesini yani ‘Kendimi çoban gibi hissediyorum’ dediği konuşmayı görmezden gelerek eksik haber yapan gazeteler oldu. Kabus gibi resmen.

-Şunu soralım son olarak: Türkiye’ye dönmek gibi bir plan var mı gelecekte?

Yakın gelecekte yok. Burada vatandaşlığım da kabul edildi ve üstelik çocukların okulunu değiştirmek onlara haksızlık olur. Bir süre daha buradayım gibi görünüyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr