OHAL’de kapatılan İMC TV’de “Gündem Müzakere” programını sunan Ayşegül Doğan, habercilik yapmak için şahane ışıklara, dekorlara ihtiyaç duymayan bir televizyoncu. Aynı zamanda Türkiye’deki barış için en ağır bedelleri ödeyen Orhan Doğan’ın kızı. Orhan Doğan barışı göremeden dünyaya veda etti. Ama Meclis’ten polis otosuyla alınırkenki fotoğrafı hafızalarda kazılı. Böyle bir aileden gelen Ayşegül Doğan da 2011’den, yani kurulduğundan beri İMC’deydi. Bütün ekiple birlikte, ağlaya ağlaya ekranlara veda ettiler. Şimdilik... “Sanıyorum hep birlikte şu duyguyu hissettik: Emeklerimizle oluşturulmuş, sermayeye dayanmayan, patronsuz, kendi öz gücüyle ortaya çıkan ve büyütmek için çok emek sarf ettiğimiz, gözümüz gibi koruyup kolladığımız, pamuklara sarıp sarmaladığımız canımızdan bir şeyimizi kaybettik” diyor. Doğan ile İMC TV’nin son yayınlarını konuştuk.

-İMC TV son ana kadar yayınını sürdürdü. O anlarda neler hissettiniz?

sancılı, endişeli, kaygılı bir süreçti. Ben öfke duydum açıkçası... Çünkü ne olacağına dair hiçbir fikriniz yok. Kapatılma kararını öğrenmemiz bile mevzu oldu. Uzun süre öğrenemedik. Kendi kurumunuzla ilgili haberin peşine düşüyorsunuz... Neredeyse hiç uyumadık. Hiç durmadan yayın yapmaya çalıştık. Özel yayına geçtik. Motivasyonumuz azalmadı. Bu süreç bir kez daha gösterdi ki, nerede olursa olsun, hangi olanaklarla olursa olsun habercilik istenildiği an yapılabilen bir iş. Çok şahane ışıkların, süper dekorların olmasına gerek yok. Yeter ki bedel ödemeyi, işsiz kalmayı göze alabilin. Hepimiz ağladık. Ağlamayan yoktu. Eski bir Anadolu geleneğidir ya hani, imece usulü bir araya gelmek... Herkes kendinden bir şeyler katarak İMC’yi var etti. Sanıyorum hepimiz, ayrı ayrı ve hep birlikte şu duyguyu hissettik: Bizim emeklerimizle oluşturulmuş, hiçbir patrona, sermayeye dayanmayan, kendi öz gücüyle ortaya çıkan ve büyütmek için çok emek sarf ettiğimiz, gözümüz gibi koruyup kolladığımız, pamuklara sarıp sarmaladığımız canımızdan bir şeyimizi kaybettik.

-İMC TV’yi anlatır mısınız? Kapatılma kararı bekliyor muydunuz?

İMC TV, Türkiye televizyonculuğu tarihinde bence bir ilkti. Yayın ilkeleri açısından BBC’yi esas alıyordu. Ağır çatışmaların olduğu 2011 yılında kuruldu. Çatışmalara rağmen barış gazeteciliğini esas aldı. Biz hakiki bir gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Geçen yıl, hiçbir mahkeme kararı olmaksızın TÜRKSAT’tan kaldırıldık. Karartma da bekliyorduk. Neden mi? Kötü habercilik, yanlı habercilik, herhangi bir siyasi partiye veya siyasal organizasyona dayanan bir habercilik yaptığımız için mi? Hayır. Tam tersini yaptığımız için kapatılma endişesi yaşıyorduk.

-Halkın haber alma hakkının engellenmesi bir yana işsiz gazeteciler ordusu da giderek büyüyor. Bu konuda neler söylersiniz?

katılmak, Türkiye’de, geldiğimiz noktayı düşündüğümüzde gurur duyulası bir hal aldı. Türkiye’de işsiz bir gazeteciyseniz demek ki işinizi layıkıyla yapmaya çalışan bir gazetecisiniz. Türkiye’de işsiz gazeteci olgusu, düne uzanıyor. Sansür, karartma daha da ileri giden uygulamalar hep vardı. Son yıllarda artarak, biraz da boyut değiştirerek devam ediyor. Hepimiz birer Kadri Bağdu ya da Metin Göktepe olabilirdik. İnsanın zoruna giden şey, işsiz kalmak değil. Gazetecilerin yalnızca kendi mesleklerini yapabilmek için ödedikleri bedeller, yaşadıkları baskılar esas mesele. Ayrıca henüz işsiz kaldığımı kabullenebilmiş değilim. İMC TV’nin mühürlenmesi, İMC’nin kapandığı anlamına gelmiyor benim için.

-Milletvekiliyken tutuklanan bir babanın, Orhan Doğan’ın kızı olarak, HDP milletvekillerine yönelik tehditleri nasıl yorumluyorsunuz?

HDP milletvekilleri tutuklanırsa, şimdi yalnızca ana akım medyada iktidar partisinin istediği kadar görülebilir. Kanalların kapatılması neyin hazırlığı? Babamın zamanından bugüne değişen bir şeyler de var. Daha güçlü bir Kürt toplumu, daha örgütlü bir Türkiye toplumundan bahsediyoruz. Önceden, Cizre’de, Diyarbakır’da ne yaşandığını Edirne’de, İstanbul’da, Yozgat’ta, Konya’da anlatmak daha zordu. Babam 2 Mart 1994’te gözaltına alındı. Birileri ensesine bastırıyor, yaka paça götürülüyordu. Şimdi, o fotoğraf Orhan Doğan’ın gözaltına alınmasından çok daha fazla şeyler söylüyor. O fotoğraf, yüzlerce köyün boşaltılması, yüzlerce insanın sürgüne gitmesi demek. Bir o kadarının hapsedilmesi demek. Bir o kadarının toprağın altında olması demek. Öfkenin artması demek. Bir arada yaşam duygusunun zayıflaması demek. Kürtler ve diğer halklar o fotoğraftan sonra kendilerini parlamentoda ne zaman gördüler? 2 Mart 1994 ve Temmuz 2007. 13 sene geçmiş. Milletvekillerinin bir kez daha tutuklandığı sahnelerin yaşanmamasını ümit ediyorum. O dönem sonuçları ağır olmuştu, bugün de ağır olur.

-Babanız barış isteyen bir isimdi. Barışı haykıran insanların azaldığını düşünüyor musunuz?

Bölgede şimdi çok büyük bir öfke var. En büyük yıkımı yaşayan bir yer de benim memleketim Cizre. Beraber gidip insanlara soralım. Ne istiyorsunuz? İnsanlar, ‘Adalet duygusu korunmuş, kalıcı bir barış istiyoruz’ diyecek. Ne yazık ki, Türkiye’de ‘ah şimdi olsaydı’ dediğimiz insanları kaybediyoruz. Onları koruyamamak, yaşamalarının halklar açısından ne kadar kıymetli olduğunu fark edememek ve bu gerçekle onları kaybettikten sonra yüzleşmek çok zor. Tahir Elçi böyle bir örnek değil mi? Babamı da çok özlüyorum. ‘Keşke olsaydı’ dediğim çok anlar oldu. Bize veda edeli on yıl olmak üzere...

10 Ekim’de yayındaki tek kanaldık

 

10 Ekim’in yıldönümü... Patlama sırasındaki yayınınız da etkileyiciydi... Muhabirlerimiz tüm Türkiye’de canları pahasına sahadaydılar. 10 Ekim katliam anında yayında olan tek televizyon kanalıydık. Ankara’daki muhabir ve kameramanlarımız ölümden döndüler. Canlı yayın sırasında patlama oldu. Muhabir arkadaşımız şoka girmişti. Rejideki arkadaşlar, ‘Haberi vermek zorundasın, şu an bu haberi senden başka verebilecek kimse yok’ diyerek, yayını sürdürdü. Karartılmasaydık, elbette, katliamın yıldönümünde de canlı bağlantılarla özel yayın yapacaktık

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr