Gece yarısına doğru sandıklar açılıp sonuçlar açıklandığında bir “evet”çi ailenin evindeydim. Bütün gece referandumun konuşulduğu akşam yemeğinin ardından sonuçlar bomba gibi ortama düştü. Yüzler asıldı. Konuşmalar bıçak gibi kesildi... Vakit geçirmeden kameralar karşısına geçerek istifa ettiğini açıklayan İtalya’nın merkez sol hükümet başkanı Matteo Renzi’nin TV’deki sesi, artık fezadan geliyor gibiydi... İnsanları birden korkular sarmıştı: Borsa ve Avro acaba ne olacaktı? Yeni hükümeti kim kuracaktı? Başbakanlığının yanı sıra Renzi sosyal demokratların liderliğini de bırakacak mıydı? Sosyal demokratlar lider kavgasına düşerse bu durum, güçlenen sağın ve popülistlerin ekmeğine büsbütün yağ sürmez miydi?

“Popülizm” denince akla hemen kamuoyu yoklamalarında destek oranı yüzde 30’lara varan komedyen Beppe Grillo’nun 5 Yıldız Partisi geliyordu. İtalya’nın geleceğine bundan böyle bu parti mi hükmedecekti? Sağı arkadan kim durduracaktı? Akıllara ilk elde üşüşen sorular bunlar olmuştu.

Faşistlerin coşkusu

Keyfi tamamen kaçan ev sahiplerini bırakıp da sokağa çıktığımızda; ellerinde bayraklarla kutlama yapıp marşlar söyleyen faşist “Fratelli d’Italia/ İtalya’nın Biraderleri” partisi taraftarlarıyla kaşılaştık. Oyları-şimdilik- yüzde 4 civarında olan “faşistler”, Renzi’yi koltuğundan eden “yüzde 60”lık “Hayır zaferini” büyük bir taşkınlıkla kutluyor ve “Sizlerin dünyası yıkılıyor, bizimki kuruluyor” diyen Fransa aşırı sağı Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’in çıkışıyla etrafa “Geç olmadan bize katılın! Gelecek biziz!” diye sataşıyorlardı.

Çizme’de çok seçim izledim. Hiç bu kerte tedirginlik ve belirsizliğin hâkim olduğu bir seçim sonrası atmosferi hatırlamıyorum. Ekonomi gerçi beklendiğinden sağlam tepki verdi. Avro beklenenden az düştü, borsada da çok büyük bir deprem olmadı.

Normalde İtalya’daki anayasa reformu, teknik bir konu olarak kalabilirdi. Referandumun teması “senato”nun sandalye sayısının azaltılması ve görevlerinin yeniden tanımlanmasıydı. Böylece hem bir tasarruf öngörülüyor, hem de alınan kararların hızlandırılması hedefleniyordu. Seçmenler, “yüzde 60 hayır”la özde bu kurumsal reforma karşı çıktı.

Kişiselleştirdi

Ama Renzi’nin referandumu, tıpkı Britanya’nın eski Başbakanı David Cameron’un Brexit (Britanya’nın AB’den çıkışı) örneğinde olduğu gibi kişisel plebisite dönüştürmesi; Avrupa’nın genel asabiyet ve belirsizlik ortamında büyük bir kriz havası yarattı. “Fransa Cumhurbaşkanlığı yarışında komşudaki referandum sonucunu kendisi için umut kapısı” olarak değerlendiren Le Pen başta olmak üzere Avrupa’nın tüm sağcıları; Çizme’nin “hayır”ının üzerine atladılar. Ve konuyu alabildiğine araçsallaştırdılar.

İtalya’da “hükümete evet/hayır” oylamasına dönmesinin ötesinde çıkan sonuç, Eski Kıta’da “statüko karşıtı çevrelerin zaferi” şeklinde görüldü. “La Stampa”nın dünkü başyazılarından biri “İsyan eden halkın attığı bir omuz” başlığını taşıyor ve şu yorumu yapıyor: “Hayır oyu verenler, krizle fakirleşen ve çocuklarının, torunlarının refahı için hiçbir iyileşme umudu olmayan aileler. Britanya’da Brexitçiler ve ABD’deki Trumpçılar gibi İtalya’da da ‘hayır’ diyenler, maaşlarıyla ay sonunu getirmekte zorlananlar, işlerini yitiren gençler ve göçmenleri tehdit olarak algılayan işçiler. Bu nedenle konu sırf yeni hükümeti kurmaktan ibaret değil. Aynı zamanda isyan eden halkın çığlığına kulak vermek gerek.”

Üç yıllık iktidardan sonra koltuğunu bırakmak zorunda kalan Renzi’nin yerine yeni Başbakan adayı olarak ekonomi bakanı Pier Carlo Padoan, “Zeytin Ağacı”nın eski lideri Romano Prodi ve Senato Başkanı Piero Grasso’nun adı geçiyor. Büyük olasılıkla bütçenin onaylanması ve seçim yasasındaki bazı değişikliklerin ardından ülkenin 2017’de seçime gitmesi bekleniyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr