Derya Alabora şimdi de bir gerilim filmiyle karşımıza çıktı. Lütfü Emre Çiçek’in psikolojik gerilim filmi “Naciye” 11 Mart’ta gösterime girecek. Filmin Naciye’si Derya Alabora ile Arnavutköy’deki evinde sohbet ettik. Sohbetimize Miso adlı köpek de katıldı. Miso, bir Japon sosuymuş. Anlayacağınız, Derya Alabora’nın hayatının sosu Miso!

Söyleşiden kareler

- Filmin müziği bir gerilim müziği değil tam tersine izleyiciyi gerilimden koparan bir müzik. Bu seçim Naciye’yi iyi göstermenin bir çabası mı? Bir katili oynamak nasıl bir deneyimdi?

Filmde Akdeniz ritimleri, ezgileri var. Naciye’yi, filmin yönetmeni Emre ile iyi göstermek istedik. Naciye’nin çocukluğuna ait travmaları var. Hayatı boyunca o köşkte yaşamış, o eve sahip çıkma arzusu kuvvetli fakat sonra ev kiraya verilmeye başlanıyor. Ondan sonra evi ölümüne sahipleniyor. Yıldız Kenter, “Bir katili oynamanız için ille katil olmanız gerekmez” der, rol için öldürme duygusunu büyütürsünüz bir şekilde.

- Filmde ana unsur korku, peki sizin korkularınız neler?

Bir tek yükseklik korkum var. Karanlıktan, yalnız kalmaktan vs korkmam. Tedirgin bir insan değilim. Aşırı anaç bir karakterim belki o koruma içgüdüsü beni daha da sağlamlaştırdı.

- Hayata dair ne gibi korkularınız var, mesela başarısız olmaktan korkar mısınız?

Öyle korkularım yok. Bir şeyi yaşadığım zaman korkmadan yaşıyorum. Biliyorsun kadınlar hayatta biraz endişelidir, ben de hiç endişe yok. Daha realist bakıyorum. Geçmişiyle yaşayan bir insan değilim. Geçmiş her an benimle değil, bir şeyi yaşarken içine girerim ama bittiği zaman da arkamda bırakmasını biliyorum.

- Peki toplumumuz üzerinde gördüğünüz bir korku var mı?

Korkular dünya görüşü doğrultusunda gelişiyor. Endişe çağında yaşıyoruz. Herkes çok endişeli çünkü nüfus artıyor, para azalıyor. Bu hayatı sürdüremeyeceğim, bu evliliği götüremeyeceğim gibi korkular var. Bütün dünya olarak endişe çağında yaşıyoruz çünkü her yerde savaş var. Her yerde insanlar ölüyor. Ne zaman, nerede başımıza ne geleceği belli değil tabii ki bu da insanda tedirginlik ve korku yaratıyor.

- Kadınlar Günü’ne de az kaldı o yüzden şunu yeniden sormak isterim: Ahlak kavramı neden hep kadın üzerinden konuşuluyor?

Çünkü erkek toplumuz, feodal toplumuz. Bazı erkekler, kadını aşağılayınca kendini yüceltebildiğini sanıyor. Mesela, şeref kavramını başka birinin şerefsizliği üzerine kuruyoruz. Benim şerefli olabilmem için senin şerefsiz olman lazım, gibi. Dünya erkek egemen. Diziler izliyorum mesela o papalık döneminde kimin ne yaptığı belli değil ama dışarıdan müthiş bir ahlakçılık var.

- Türkiye’de nasıl bir ahlakçılık var?

Burada da ahlakçılık var çünkü feodal olan bir toplumda ahlak yanlış değerlendiriyor. Ahlak vicdanla ilgili bir şeydir. Ahlak, kanunlarla sınırlanamaz ki. Örneğin Özgecan olayı, acımadan vahşet yapabiliyorlar çünkü vicdan yok. Ahlak direkt vicdanla ilgili.

Toplumlardaki en büyük kavram iktidar kavramı. İktidar olgusunu nereye koyarsan öyle biçimleniyor. Tecavüzü kadının istediği bir şey olarak değerlendiriyorlar, kadın istemezse, kuyruk sallamazsa tecavüz olmaz diye bakıyorlar, bunu şiddet olarak görmüyorlar, erkeğin arzusu olarak görüyorlar. Her şeye aç baktığın zaman saçtan da bacaktan da tahrik olursun. Ben zaten erkeği hiçbir zaman anlamadım. Her şeyden tahrik oluyolar biz hiçbir şeyden tahrik olamıyoruz. Erkeklerde bütün haklar var kadınlarda yok. Dünya ahlakçılaştırılıyor.

- Shakespeare metinlerine hâkim bir isimsiniz, onun üzerinden iktidar kavramına ne dersiniz?

Macbeth’te anlatır savaşı. İktidar hırsıyla kral olmak için öldürmek zorundadır ve şunu söyler: Hiçbir iktidar kansız olmaz. Bütün iktidarlar kanlı maalesef. Acımasız davranmak, ürkütmek korkutmak, yok etmek iktidarın politikasıdır.

“ III. Richard” müthiş bu dönem için. Şunu anlatır, güzel sözle insanları kandırabilirsin. Direkt öldürün, asın, kesin demez, arkandan kandırarak kötü şeyler yapar. İktidara gelince de korku başlar, gücü kaybetme korkusu, onu korumak için korktuğu zaman da açık vermeye başlar.

 

'Kadına tek rol yatakta'

- Ahlak kavramıyla nasıl bir ilişkiniz var?

Ahlakçı değilim her zaman da karşı oldum. Hayatımı da öyle yaşamıyorum. Ahlaksızlık kavramı benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Birine tecavüz edersen birisinin hakkını yersen, birisinin fikrini ifade etmesine izin vermezsen ahlaksızlık olur. Buna ahlaksızlık derim. Mini etek giymenin ahlaksızlıkla ilgisi yok ki.

- Tecavüz edene değil mini etek giyene ahlaksız deniyor, bu karıştırılıyor...

Toplumdaki kavramlara baktığın zaman sevişmek değil becermek denir. Onu bir iktidar olarak görüyor. Taciz dendiğinde bile sadece cinsel taciz geliyor akla. Gecenin bir vakti arabaya inen bir kadına “bu kadından iyi bir şey çıkmaz” diye bakıyorlar. Kadına düşmanlar zaten, erkek ve kadının gittikçe yakınlaşması gerekirken ayrışıyor. Kadın erkek ilişkisi gittikçe muhafazakârlaşıyor. Muhafazakârlaşan bir toplumda en belirgin şey kadın ve erkeğin ayrı cins olduğunun belirtilmesidir. Kadın erkek birbirine düşman gibi olmaya başlıyor. Meclis’te, iş dünyasında hep erkekler var, kadına hiç yer vermemişler ki... Bir tek yatakta rol verilmiş bu da tamamen cinsel arzu üzerinden. Genel anlamda böyle. Erkek kadına izin vermiyor!

 

'Muhalefet de iktidarlaşıyor'

- Kimsenin bir şey yapmadığı hep bir şey dediği bir dönemde miyiz?

Aynen öyle. İktidarın karşısına bir şey koyamıyorlar tam tersi iktidarlaşıyorlar. Muhalefet de iktidarla aynı söylemin içine giriyor. O zaman bu bir muhalefet olmaz ki. Muhalefet de iktidarlaşıyor.

- Muhalif insanlar da iktidarlaşıyor mu?

Muhalif insan kalmadığını düşünüyorum. Bir dönem daha muhalif olanlar hop yine siniyor. Karşı çıkmak, itiraz etmek zordur.

- Siz bugün neye muhalifsiniz?

İnsana yapılan her türlü haksızlığa, baskıya muhalifim. Rol alacağım filmi seçerken bile yönetmenin söylemine bakıyorum... Nasıl ki kitap okurken yazar ya da yayınevi seçersin ben de öyleyim. Anayasanın birinci maddesinin insan hakları olması gerekiyor.


Kaynak: Cumhuriyet.com.tr